Aktivist Şuayb Ordu: Madleen Gemisi Soykırımı Durdurma Umudu Taşıyordu

Şuayb Ordu, Madleen Gemisi'nin Gazze'ye yardım götürme amacını ve geminin İsrail tarafından hukuksuzca alıkonulmasını ve yaşadıklarını anlatıyor. Gazze'nin içinde bulunduğu durumun, insanlık için bir sınav olduğunu vurgulayan Ordu, bu tür sembolik eylemlerin, küresel vicdanı uyandırmayı amaçladığını belirtiyor.
Naman Bakaç
Aktivist_%C5%9Euayb_Ordu-_Madleen_Gemisi_Soyk%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1_Durdurma_Umudu_Ta%C5%9F%C4%B1yordu-Naman_Baka%C3%A7_(R%C3%B6portaj).jpg

23.06.2025 - 12:39  |  Son Güncellenme:25.06.2025 - 15:25

Gazze’deki ablukayı kırmak ve Filistinlilere insani yardım malzemesi ulaştırmak için 1 Haziran 2025’te İtalya’dan yola çıkan Madleen gemisi, İsrail tarafından hukuksuz bir şekilde gaspedildi.

Gemide yer alan on iki sivil gönüllü ise gözaltına alındı. İsrail’in yıllardır uyguladığı ablukayı kırmak için 2010 yılından beri mücadele eden Özgürlük Filosu Koalisyonu (Freedom Flotilla Coalition), daha önceleri yirmiye yakın gemi göndermişti Gazze’ye. Ancak hiçbiri hedefine ulaşamadı; kimileri bombalandı, kimisinde gönüllüler Mavi Marmara gemisinde olduğu gibi katledildiler.

Dünya gündeminde büyük bir ses getiren Madleen Gemisi’nin içinde bulunan gönüllülerden biri de Osmaniye doğumlu ve Almanya’da yaşayan Şuayb Ordu idi. Ordu ile Madleen gemisinin misyonunu, yola çıkmadan önce yaptıkları hazırlıkları, yol boyunca denizde yaşadıklarını, İsrail’in müdahalesini, müdahaleden sonra gözaltına alınışlarını, serbest kaldıktan sonra daha başka neler yapılabileceğini ve Özgürlük Filosu’nun yol haritasının bundan sonra ne olacağını konuştuk.  

Gazze’deki ablukayı kırmak ve insani yardım götürmek için Madleen gemisiyle İtalya’dan yola çıktınız. Yola çıkmadan önce ne tür hazırlıklar yaptınız? Nasıl bir hazırlık süreci geçirdiniz ekip olarak?

Yola çıkmadan önce şu tür hazırlıklar yaptık. Gemide seyahat edebilecek kişi sayısını arttırmak için geminin içine ekstra yatak yaptık. Malta’da bombalanan Vicdan Gemimiz vardı. O süreçte Madleen gemisi Malta’ya gidecekti. Ancak motor arızası olduğu için gidemedi. Bu motor arızasını yola çıkmadan önce giderdik. Geminin bütün elektrik tesisatı yenilendi İtalya'da. Aşağı yukarı 3 haftalık bir hazırlık süreci geçirdik. Bunun dışında, bidonlar, raflar temin edildi. Gazzelilere ulaştırmak için yardım malzemeleri toplandı.

Bunların dışında İtalya halkıyla kontak kurup, misyonumuzu anlatmak, kamuoyu oluşturmak için girişimlerde bulunduk. Bu hazırlık sürecinde 5-6 kişiydik. Sonra katılımlar oldu ve sayı on ikiye çıktı. Böylece bu on iki kişi ile 1 Haziran 2025 tarihinde Sicilya’dan yola çıktık.  

İtalya’dan yola çıktıktan sonra denizde bir gününüz nasıl geçiyordu? Neler yapıyordunuz seyr-ü sefer boyunca? Gemideki gönüllülerle geçen bir günlük sürecinden bahseder misiniz?

İtalya'dan yola çıktıktan sonra şahsen gemide biraz dinlenme şansım olur diye düşünüyordum. Fakat bu pek mümkün olmadı. Belki takip etmişsinizdir. Batmakta olan bir mülteci botundaki mültecileri kurtardık. Dünya kamuoyunda buna bir nebze de olsa dikkat çektik. Bir mülteci sorunu olduğuna, Akdeniz'in bir insan mezarlığına dönüştüğüne, birçok insanın umut tacirliğiyle Akdeniz'de hayatını kaybettiğine dikkat çekmiş olduk. O anlamda güzeldi.  

Günümüz nasıl geçiyordu? sorusuna şöyle cevap vereyim. Yolculuğumuzun ilk 3-4 gününde çoğunlukla non-violence trainingler yapıyorduk. Yani şiddetsizlik eğitimi alıyorduk. Bir bombalı saldırı olursa canımızı kurtarabilmek için en hızlı şekilde nasıl hareket ederiz? Nasıl denize atlarız? Bu tip hususlarda hazırlıklarla uğraşıyorduk. Gece nöbetlerimiz vardı. Sırayla dörder saat arayla gece nöbetleri tutuyorduk. Tabii gündüz nöbetlerde tanımlayamadığımız bir cisim veya drone bize doğrudan yaklaşırsa hızlıca kendimizi koruyabilmek, can yeleklerimizi giyebilmek ve alarma geçebilmek için arkadaşlarla bu nöbetleşmeyi gerçekleştiriyorduk. Onun haricinde çoğu arkadaş zaten çok yoğundu. Çünkü vaktimizin çoğunu; röportajlarla, medyayla iletişim, sosyal medyada duyurularla geçiriyorduk. Olabildiğince sesimizi duyurmaya çalışıyorduk gün içinde. Açıkçası birbirimizle çok vakit geçirme fırsatımız olmuyordu.

İsrail’in Madleen gemisine müdahalesinde neler yaşadığınızı, haksız şekilde gözaltına alınış sürecinizi ve Aşdod Limanı’na vardıktan sonra yaşadıklarınızdan biraz bahseder misiniz?

Müdahale anları zaten kamera kayıtlarında görünüyor. Bizi aldıktan sonra güvertenin ön kısmına götürdüler. Üst araması yaptılar. Herhangi bir tehdit oluşturmadığımızı anladıktan sonra propagandaya başladılar. Kameralarını açıp, yemek ve su dağıtmaya çalıştılar. Tabii almak istemedik ama sürekli ısrar ettiler. Birçok arkadaşımız almayı yine de reddetti. Bize zorla yemek ve su vermeye çalışıp gizli gizli fotoğraflarımızı çektiler. Biz kendi arkadaşlarımız arasında konuşup gülerken, o gülme anında fotoğraflarımızı çekerek propaganda yapmaya çalıştılar. Aşdod Limanı'na varana kadar askerler gemimizdeydiler. Bizi öğlene doğru geminin iç kısmına aldılar. O süreçte tamamen orada tutulduk. Aşdod Limanı'na geldiğimizde de büyük bir kalabalık bizi bekliyordu. Zaten baskın da çok büyüktü. 10 tane bot, 3 veya 4 tane askeri donanma gemisiyle gelmişlerdi.  Bayağı gösteriş yapıyorlardı açıkçası. Aşdod’a geldiğimizde de yine çok büyük bir kalabalık vardı. Kameralar her yerde açıktı. Tabi gazetecileri içeriye sokmamışlardı. Tamamen ordu mensupları, polisler, yetkililer vardı.  

Üst araması yapıp, kıyafetlerimizi değiştirdiler. Kâğıt imzalatmaya çalıştılar. Eşyalarımızı ayırdılar ve oradan bizleri cezaevi araçlarına bindirdiler. Araçlar da doğrudan bize işkence etmiyorlardı. Artık kamuoyunun baskısıyla bize zarar vermekten vazgeçmişlerdi. Bu çok belliydi. Zaten tehdit oluşturmadığımız da belliydi. Birçoğu bizim orada kötü niyetli olmadığımızın farkındaydı. Hatta bunu açıkça dile getirenler de vardı. Greta hayranları da vardı İsrail ordusunun içinde. İlginçtir İsrail devleti Greta'yı terörist veya terörist destekçisi ilan ederken tutuklamaya gelen askerleri, Greta'ya hayran olduğunu söylüyorlardı. Komik bir durumdu açıkçası İsrail devleti için.  

“Fiziksel olmasa da sözlü tehditler ve sözlü tacizlerde bulundular”

Onun haricinde doğrudan dediğim gibi fiziksel işkence yapamasalar bile farklı metotlarla işkence yapmayı denediler. Mesela, cezaevi aracında çok dar bir alana bizleri koyup o aracın içerisinde klimayı sonuna kadar açmaları, tabi klima normal bir klima değil bu arada. Nezarette kalırken tehditlerde bulundular, zorla kâğıt imzalatmaya çalıştılar, avukatlarla görüşmemizi engellemek için çabalayıp durdular. Her fırsatta gözümüzü korkutmaya çalıştılar. Her fırsatta sorun çıkartmaya çalıştılar. Haklarımızı engellemeye çalıştılar. Keza cezaevinde normal ve yasal olan kantini kullanmak, sigara kullanmak gibi birçok doğal hakkımız varken hepsini kısıtladılar, engellediler. Bu haklarımızdan bizleri mahrum bıraktılar. Avukatlarımızla çok kısıtlı şekilde görüştürdüler. Hapishanede yattığımız yerde böcekler vardı. Böcek ilacı talep ettiğimizde vermediler. Arkadaşlarımızın vücutlarının her yeri kemirilmişti, merhem vermek için bile kâğıt imzalatmaya çalıştılar. Böceklerden kurtulmak istediğimizde “ışığı açın, ışığı açarsanız gelmezler” gibi şaka ve dalga geçtiler bizimle. Fiziksel olmasa da sözlü tehditler ve sözlü tacizlerde bulundular. Böylece dolaylı yoldan işkence için ellerinden geleni yapıyorlardı. Mesela verdikleri su, lağım suyu gibiydi ve içilecek gibi değildi. Birçok arkadaşımız içmedi. Ben de keza 2 gün boyunca mümkün olduğunca su içmemeye çalıştım.  

Tabi çok fazla detay var o süreçte yaşadığımız. Bulunduğumuz hapishane göçmenleri göndermek için kullanılan bir hapishaneydi. Filistinlileri tuttukları bir hapishane değildi. Bizim orada bulunduğumuz koşullar, Filistinlilerin bulunduğu koşullardan kat kat daha iyi ki tüm bunlara rağmen hukuksuz uygulamalar sözkonusuydu. Filistinlilerin tutulduğu koşulları varın artık siz düşünün. Gemideki Brezilyalı gönüllümüz Thiago Avila'yı hücreye attılar. Thiago orada insanların dövüldüğüne şahit olmuştu. Bizim yaşadıklarımız hukuksuzluktu ancak Filistinlilerin yaşadıklarıyla kıyaslandığında hafif kalıyordu.

Özgürlük Filosu Koalisyonu gönüllüsü olarak, kamuoyu sizin Almanya’da yaşadığınızı biliyor sadece. Madleen gemisinden önce Şuayb Ordu neler yapardı? Filistin ve Gazze bağlamında ne tür faaliyetlerde bulunurdu? Almanya’da nasıl bir hayat sürdürüyordu? Filistin ve Gazze neden önceliğiniz ve hayatınızı tehlikeye atacak kadar önemli sizin için?

Madleen gemisinden önce Şuayb Ordu, normal ve sıradan bir insan olarak hayatına devam ediyordu. Tabii Gazze konusunda daha duyarlı olmak için elimizden geleni yapıyorduk. Daha önce üniversitede bir öğrenci topluluğumuz vardı. Herkese açık olan ve isteyen öğrencinin katılabileceği bir organizasyondu. Adı Kardeş Gönüllüler Topluluğu idi. Bu topluluk; huzur evlerine ve yetiştirme yurtlarındaki çocuklara giderdi. Huzur evlerindeki yaşlılarımıza bir evlat olmak, bir aile olmak, yetiştirme yurtlarındaki çocuklara ise birer ağabey, abla olmak amacıyla düzenli bir şekilde onları ziyaret ederdik.  Çocuklara ödevlerinde yardımcı olurduk. Bu insanlarla birer aile ferdi gibi yaklaşmayı amaçlıyorduk ve onların hayatlarını kolaylaştırmayı sağlıyorduk. Bunun dışında daha birçok organizasyon ve dernekte faaliyetlerde bulunmuşluğum söz konusu. Somut bir şeyler yapmak için çalışıp duruyordum. Eşimle de bu öğrenci topluluğu sürecinde tanıştık. Her zaman aktif olmaya çalışıyordum.

Türkiye’de yaşanan depremde herhangi bir resmi görevimiz yoktu ancak gönüllü olarak deprem faaliyetlerinde bulunduk, depremzedelere yardım ettik. Savaş, afet gibi durumlarda bir şeyler yapabilme, aksiyon alabilme konusunda daha bir hassaslaştık eşimle birlikte. Gazze bağlamında da dünyanın en belgelenmiş bir soykırımı yaşandığı için, eşimle birlikte bu soykırıma karşı aksiyon almak istedik. Aşağı yukarı bir buçuk senedir Freedom Flotilla organizasyonunun içerisindeyim. Ondan öncesinde sürekli ne yapabiliriz diye araştırıyorduk. Sadece protestolara katılıyorduk, onun dışında daha efektif bir şeyler yapabilmenin yollarını arıyorduk ve bu organizasyonuna girdik.  

Almanya'da bir inşaat firmasında işçi olarak çalışıyorum. Türkiye'de bir dönem bir organizasyon firmasında heykeltıraşlık yaptım. Animasyona ilgim var. Çizgi film ve animasyon yapmak gibi bir hayalim vardı. Hep çocuk filmleri yapmayı hayal ederdim. İnşallah bu hayalim bir gün gerçekleşir. Onun haricinde İlahiyat mezunuyum. Birçok iş değiştirdim, birçok vakıfta görev aldım. Uzun süre bir işte maalesef kalamadım. Hayat bizi hep bir aksiyonun içine sürükledi.  

Birinci olarak Gazze ve Filistin zaten bizim kanayan yaramız. Ben bu konuda çocukluğumdan beri hassasım. Müslüman bir ailenin içinde büyümüşüm. Çocukluğumdan beri bu konuda hassas yetiştirilmiş bir insanım. Bu bir kenara, Doğu Türkistan'da bizim için kanayan bir yara, Sudan'da bizim için kanayan yara yani dünyada nerede zulüm varsa birçok yere üzülüyoruz, bu şekilde yaşamaya dayanamıyoruz. Bunu engellemek için bir şeyler yapmak istiyordum. Gazze ise dünyanın gözü önünde hala soykırıma maruz kalıyor. Bu noktada en haklı olduğumuz Gazze konusunda dünyanın duyarsızlığı söz konusu.  Gazze ve Filistin halkının yıllardır maruz kaldığı bu zulmü durdurmayı başarırsak diğerlerini de durdurabilmek için bir domino taşı etkisi yaratacağına inanıyorum. Bu noktada Gazze sembol olarak önemli bir yer teşkil ediyor. Ayrıca zulmün şiddeti, vahşetin şiddeti de keza ayrı bir önem teşkil ediyor. Dünyanın tek açık hava hapishanesi ki iki milyon insan daracık bir alanda tamamen özgürlüklerinden kısıtlanmış bir şekilde soykırıma uğruyor.  

“Gemiden kaçırıldıktan sonra israil’de gördüm ki haritalarında, armalarında, sivil ve askeri vatandaşların kolyelerinde büyük israil haritası vardı”

Bundan dolayı Gazze birinci derece öneme sahip. İkinci olarak ise Siyonist ideoloji tehlikesi. Artık bir komplo teorisi olmaktan çıktı ve bunların Büyük İsrail hayalleri var ve bunun için de çok iyi çalışıyorlar. Gemiden kaçırıldıktan sonra orada gördüm ki haritalarında, armalarında, sivil ve askeri vatandaşlarının kolyelerinde şu anki mevcut İsrail haritasını neredeyse hiç görmedim. Hepsinde Büyük İsrail haritası vardı. Ne demek Büyük İsrail haritası? Ben Osmaniyeliyim ve benim toprağım olan Türkiye'nin kayda değer bir kısmı, Lübnan, Ürdün, Suriye, İran'ın bir kısmı keza Suud'un ve Mısır'ın bir kısmı bu haritanın içerisinde yer alıyor. İsrail’deki insanların çoğu bu ideoloji merkezinde hareket ediyor ve bunu saklamıyorlar. Bu ne demek? Eninde sonunda bunlar bizi parçalayıp yuta yuta bugün Gazze, yarın Filistin ve Ürdün, öteki gün Lübnan, İran, Suriye.  En sonunda da Türkiye’ye kadar bu iş gelecek. Bu benim çocuklarıma, torunlarıma miras bırakmak istemediğim bir tablo. Bu noktada bugün biz birbirimizi desteklemezsek, birbirimizi savunmazsak yarın sıra bize geldiğinde arkamızda duracak kimseyi bulamayacağız.  

Görüyorsunuz ki Batılılar medeniyet ve demokrasi diyor keza Amerika’da öyle. Fakat Filistin’de apaçık bir şekilde yaşanan soykırımı önlemek için gerçek anlamda hiçbiri aksiyon almıyor. Fakat İsrail'in tırnağına bir zarar geldiğinde -ki İsrail barbarca sağa sola saldırırken ve bütün hukuku göz ardı ederken- İsrail’in hemen arkasında saf tutuyorlar. Bildiğiniz gibi yakın zamanda İran'a saldırdılar. İran karşılık verdi ve hemen Avrupa devletleri ile Amerika açıkça İsrail’in yanında yer aldılar. Bunu sadece sözle söylemediler, aynı zamanda İngiliz gemisi, Amerikan donanması ve savaş uçakları bir taraftan göndererek, bunu fiiliyata da geçirdiler. Ancak Gazze’deki soykırıma karşı harekete geçmediler bu ülkeler. Bunlar bildiklerimiz ve daha bilemediğimiz veya görmediğimiz daha nice destekleri söz konusu.  

Bu zulüm ve katliamlardan kurtulmak için bir şekilde birlik olmamız, birbirimizi savunmamız gerekiyor. Bunlar bizi Arap, Türk, Kürt, Farisi olarak ayrı ayrı değerlendirmiyorlar. Biz bunların gözünde tekiz. Hepimiz öldürülebilir, katledilebilir insanlarız bu noktada. Ben bunu açıkça görüyorum artık. Bu noktada dillendirdikleri demokrasi ve insan haklarının sadece bir oyalamaca olduğuna inanıyorum maalesef. Bizim Ortadoğu hakları olarak birlik olmamız ve kendimizi, kendi haklarımızı savunmamız gerekiyor. Birbirimize sahip çıkmamız gerekiyor.

Madleen Gemisi’ne İsrail tarafından el konulmuştu. Uluslararası hukuk, uluslararası sular bağlamında nasıl değerlendirirsiniz bu durumu. Gemi size geri verilecek mi? Gasp edilmemesi için ne tür girişimlerde bulunacak Özgürlük Filosu Koalisyonu? Gözaltında üç gönüllünüz olan Marco van Rennes, Pascal Maurieras ve Yanis Mhamdi hala serbest bırakılmadılar bildiğim kadarıyla. Onların durumu nedir şu anda?

Madleen gemisi bize geri verilmeyecek muhtemelen. Çünkü daha önceki gemilerimize de el koydular ve vermediler. Tamamen hukuksuz bir şekilde el koyuyorlar. Çünkü siz gemiyi uluslararası sularda, içindeki yolcularla birlikte kaçırıyorsunuz. Bu insanları hapiste tutuyorsunuz. Gemilerine el koyuyorsunuz üstelik geri vermiyorsunuz da. Daha önce bu zamana kadar hiçbir gemimizi vermediler. Muhtemelen Madleen gemisi de hukuksuz bir şekilde kaçırıldı, çalındı yani. İsrail çalmayı sever biliyorsunuz. İsrail'in hırsızlığına karşı ne yazık ki dünyada kolay kolay kimse bir şey demiyor ve yapamıyor da. Hukuk İsrail için çalışmıyor. Yani biz yasal olarak gasp edilmemesi için elimizden geleni yapacağız ama biliyoruz ki daha önce gasp ettiler ve yine edecekler. Yine biz yasal olarak mahkemeye başvuracağız. Uluslararası Mahkeme'de dava açacağız ve yasal hukuki haklarımızı talep edeceğiz. Gemimizi de tabii ki talep edeceğiz. Üç arkadaşımız ise İsrail’de hava sahası kapatıldığı için bırakılmadılar. Fakat dün Ürdün'e nakledildiler ve şu an Ürdün'deler. Bugün veya yarın nasipse ülkelerine gönderilecekler. Ürdün'de koalisyondaki arkadaşlarımız onları karşıladı. Üç gönüllünüz olan Marco van Rennes, Pascal Maurieras ve Yanis Mhamdi’nin şu an durumları iyi.

Madleen gemisi sizce sembolik olarak ne taşıyordu Gazze’ye? Taşıdığı şeyi Gazze’ye bıraktı mı? Sizin gönlünüzde ve aklınızda ne kaldı Gazze’ye ilişkin? Madleen gemisine ilişkin şöyle bir motto okumuştum: “Azıcık sembolik fazlasıyla politik.” İnsanlığın vicdanına sembolik olarak neyi bıraktınız?

Madleen gemisi umut taşıyordu. Soykırımı durdurma umudu. Ablukayı kırma umudu taşıyordu. Gazze halkının artık dünyada, dünya tarafından uğratıldığı bu büyük hayal kırıklığına bir çözüm olmayı umuyordu. Gazze halkına ufacık da olsa bir umut olmayı ve yalnız olmadıklarını göstermeyi umuyordu. Gazze halkı umarım yalnız olmadıklarını gördüler. Ama yine de biliyorum ki her birimizden davacı olacaklar. Biliyorum ki her birimize kırgınlar. Gazze ve Filistin halkının defalarca kez umutlarını kırdık. Aslında yüzyıldır umutlarını kırıyoruz. Madleen gemisi de evet bir umut oldu ve bu umut da daha öncekiler gibi bir kenarda bir hayal kırıklığı olarak belki kalacak halkın gözünde. Ancak en azından umarım şunu diyebiliriz, biz elimizden geleni yaptık ve umarım bizden davacı ve şikâyetçi olmazlar ahirette. Öyle söyleyebilirim.  

Madleen gemisi evet dediğiniz gibi sembolik, çünkü taşıyabileceğimiz yardım malzemesi maksimum bir tırlık yardım malzemesiydi. Tabi gemimiz daha büyük olsa daha fazla yük taşırız. Mesela Conscience gemisi daha büyüktü ve daha fazla yardım götürecekti. İsrail tarafından bombalandı. İnşallah Hanzala Gemisi’nde daha fazla yardım götürürüz. Ama yine de bu sembolik bir yük. Çünkü 1,5 milyondan fazla, 2 milyona yakın bir nüfusun yaralarını saracak, onların hepsini doyuracak, çözüm alacak bir yük taşımıyoruz. Yani onlara ablukayı kırma umudunu taşıyoruz biz. Sınır kapılarında bekleyen, İsrail'in illegal ablukasından dolayı İsrail tarafından engellenen gerçek insani ihtiyaç malzemelerinin Gazze'ye ulaşmasını sağlama umudu taşıyoruz.  Kısacası bizim sloganımız break the siege, yani ablukayı kır. Bu noktada tabii ki sembolik kalıyoruz çünkü bizim sembolik kalmamamız için belki 100 tane aynı anda konteyner gemisiyle gitmemiz gerekiyor ve hepsinin içi full dolu olmalı. Ancak bu şekilde Gazze halkının ihtiyaçları karşılanabilir. Böyle bir şeyde bizim gücümüzün çok üstünde.  

Madleen gemisi sembolik anlamda bir insanlık vicdanına dayanıyor. İnsanlık vicdanına ne diyeyim? Herkes kendi vicdanından mesuldür. Yani herkes şapkasını önüne koymalı ve gerçekten samimi miyim? Gerçekten dürüst müyüm? Gerçekten ben bu soykırıma şahit oluyorum ve bunu engellemek için gerçek anlamda bir şey yapıyor muyum diye insanların düşünmesi gerekiyor. Yapacağımız en ufak bir şey bile etkili olacak. Yani boykot yapmamız, bir protestoya çıkmamız, zamanımızdan iki saatini ayırıp bir eyleme katılmamız. Çünkü biliyorsunuz yüz tane insan gece gündüz çalışsa böyle bir durumda bir şeyi değiştiremez. Ama yüz bin tane insan aynı anda iki saatini verse belki yarım gününü verse bu çok daha efektif bir şey olacak ve etki yaratacaktır.  

Dünyada şu an demokrasi hâkim, seçime giden hükümetler 4-5 yılda bir değişiyorlar bildiğiniz gibi. Eğer demokratik çoğunluk, yani kamuoyunun çoğunluğu bir hükümetten bir şey talep ederse, hükümet varlığını sürdürebilmek için o talebi uygulamak zorunda kalacaktır. Demokratik çoğunluk suskun kalırsa, tepkisini göstermezse, en yasal hakkını kullanmazsa, sadece oturup üzülürse veya kendi kendine dövünürse bu hiçbir şeyi değiştirmeyecektir. Bunu görmemiz gerekiyor. Aktif anlamda bir şeyler yapmamız, sahaya çıkmamız gerekiyor. Bu anlamda yapılacak her şey en ufağından en büyüğüne kadar muhakkak ki bir etki aratacak ve bu kelebek etkisi dalga dalga büyüyerek gelişecektir. İnsanlığın ve vicdanın bunu anlaması gerekiyor.  “Aman yapıyoruz da ne olacak ne değişecek” dediğimiz anda problemi çözmemiş, büyütmüş oluruz. Böyle düşünen insanlar, bu şekilde düşünmeyi bıraksalar biliyorum ki çok şey değişebilir. Ancak çoğunluk böyle düşünüyor. Bu şekilde düşünen insanların hepsi “yapalım” dese emin olun belki çok kısa sürede çok şey değişecek. “Biz yapıyoruz da devlet yapmıyor. Başkaları yapmıyor. Bir şey değişmiyor. Biz yapıyoruz da Bakkal Coca Cola satıyor. Biz yapıyoruz da restoranlar boykot yapmıyor” demek kurtuluşa getirmez. Çözüm de değildir. Sen yap kardeşim. Sen kendinden sorumlusun.  

Herkes kendisinden sorumlu sonuçta. Öyle değil mi? Sen elinden geleni yap, bırak diğeri de yapmıyorsa o kendi mesuliyeti, kendi vicdanına kalmış. Herkes böyle düşünmeyi başarırsa, biliyorum ki bu mevcut duruma ses çıkaranların 10 kat, 20 kat fazlası aktif ses çıkartacak ve çok daha efektif bir tavır görülecektir. Mevcut tıkanıklığı ve çözümsüzlüğü gidermek noktasında bu çok daha etkili olacaktır. Bizler de çok etkili olacağız bu sayede. Umarım bakış açısı değişir. Burada bakış açısı problemi olduğunu düşünüyorum. Bu bakış açısını değiştirmek şart.