Lübnan’ın Tüm Silahları Devlet Tekeline Alma Kararının Siyasi ve Güvenlik Yansımaları

Lübnan hükümeti, tüm silahların devlet tekelinde olması ilkesini uygulamaya yönelik planı onaylarken, ABD'nin Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını da içeren teklifine olumlu yanıt verdi. Karara tepki gösteren Hizbullah, süreci tanımadığını açıkladı.
Fokus+
Lübnan’ın Tüm Silahları Devlet Tekeline Alma Kararının Siyasi ve Güvenlik Yansımaları

15.08.2025 - 10:48  |  Son Güncellenme: 03.09.2025 - 11:57

İsrail’in Lübnan’a açtığı ve Hizbullah’ın siyasi, güvenlik ve askeri liderliğine ağır zararlar verdiği savaş sonucunda, ABD ve İsrail, Lübnan’a yeni bir baskı yapma fırsatı elde etti.

ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, 19 Haziran’da Lübnan hükümetine, 27 Kasım 2024’te imzalanan Düşmanlıkların Sonlandırılması Anlaşması’nın güçlendirilmesi yönünde bir teklif sundu.

ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack

Barrack’ın sunduğu teklifte, Hizbullah’ın silahsızlandırılması başta olmak üzere siyasi ve güvenlikle ilgili hükümler yer alıyor.

Aynı zamanda İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarının sona ermesinin ardından kontrolünde kalan beş sınır noktasından çekilmesi, kara ve hava ihlallerini sonlandırması, İsrail ve Suriye ile kara sınırlarının belirlenmesi, Lübnan ordusunun kabiliyetlerinin desteklenmesi ve yakın dönemdeki İsrail’in saldırılarında tahrip edilen bölgelerin yeniden inşası için ayrılan fonların serbest bırakılması gibi adımlar atılması öngörülüyor.

Lübnan hükümeti ise, ABD önerisine verdiği ilk yanıtta, bunu kabul etmeden yalnızca “çözüm fikirleri” sunmakla yetindi. Aynı zamanda silah bulundurma ve tüm silahların devlet tekelinde olması konusunda “kararlılığını” dile getirdi. Bu aynı zamanda Lübnan anayasasında yer alan bir ilke.

Ancak hükümet, Hizbullah’ın silahsızlandırılmasında daha fazla ilerleme kaydedilmesinin, her şeyden önce İsrail’in işgal altındaki tüm Lübnan topraklarından çekilmesini ve ulusal egemenlik ihlallerine son vermesini gerektirdiğini vurguladı.

Buna karşılık ABD, Lübnan hükümetine sunduğu teklifin şartlarına uyması için baskıyı artırdı.

Barrack, Lübnan hükümetinden yanıt almak için 7 Temmuz’da ve bundan iki hafta sonra olmak üzere Beyrut’a üst üste iki ziyaret gerçekleştirdi.

Beyrut ziyaretlerini yoğunlaştırmasının gerekçesini de, ABD Başkanı Donald Trump’ın bölgede istikrar sağlama konusundaki “büyük ilgisine” bağladı.

ABD, iki taraf arasında gerçekleşen bir dizi temas ve karşılıklı yanıtın ardından, 3 Ağustos’ta onaylanan Düşmanlıkların Sonlandırılması Anlaşması’nın güçlendirilmesine yönelik teklifi içeren belgeyi Lübnan hükümetine sundu.

Lübnan ve İsrail arasındaki ateşkesin uzatılmasına yönelik ayrıntılı bir vizyonu içeren teklif belgesinde, baskı araçları (uyulmadığı takdirde ekonomik yaptırımlar uygulama tehdidi gibi) ve teşvik araçları (ekonomik yardım sağlama ve yeniden yapılanma çabalarını destekleme gibi) yer alıyor.

Aynı zamanda, Hizbullah’ın silahsızlandırılması, İsrail ve Suriye ile kara sınırlarının belirlenmesi, sınır ötesi uyuşturucu kaçakçılığı sorununun ele alınması ve Lübnan ordusunun sınır bölgelerine ve büyük iç merkezlere konuşlandırılması da dahil olmak üzere 11 spesifik hedefi içeriyor.

Ayrıca İsrail’in Lübnan’ın güneyinde halen işgal altında tuttuğu beş noktadan çekilmesi, sınır ve esir sorunlarının diplomatik kanallarla çözülmesi, yerinden edilmiş kişilerin köylerine geri dönmesinin yanı sıra Lübnan ekonomisini desteklemek ve ordu ile güvenlik hizmetlerinin yeteneklerini artırmak için ABD, Fransa, Suudi Arabistan, Katar ve diğer ülkelerin katılımıyla uluslararası bir ekonomi konferansı düzenlenmesi de öngörülüyor.

Söz konusu belgeye göre teklifin uygulanması için iki haftadan dört aya kadar değişen dört aşamaya ayrılmış bir takvim belirlendi.

Uygulamanın, Lübnan hükümetinin, Hizbullah ve tüm devlet dışı silahlı grupları 31 Aralık tarihine kadar silahsızlandırma taahhüdünü içeren resmi bir kararname aracılığıyla mutabakatı kabul etmesiyle başlaması hedefleniyor.

Buna karşılık, ABD, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile iş birliğini güçlendirmeyi, yeniden yapılanma çalışmalarını kolaylaştırmayı ve Lübnan’a yatırım teşvikleri sağlamayı taahhüt ediyor.

ABD’nin artan baskısıyla Lübnan Kabinesi, 5 Ağustos’ta bir toplantı düzenledi ve toplantının büyük bir kısmında, Hizbullah’ın silahlarına doğrudan atıfta bulunularak “silahların Lübnan devletiyle sınırlandırılması” ele alındı.

Bu konu, 1989 tarihli Taif Anlaşması’ndan bu yana hükümet önünde ilk kez resmi olarak gündeme getirilmiş oldu.

Diğer yandan, uzun bir tartışmanın ardından Hizbullah ve Emel Hareketi’nden bakanlar toplantıdan çekildi.

Söz konusu toplantı, ABD’nin güney cephesindeki durumu yatıştırma çabalarının devam etmesini, Hizbullah’ın silahları konusunda Lübnan’ın net bir tutum sergilemesine bağlaması ve siyasi sürecin sekteye uğraması halinde arabuluculuğunu dondurmakla tehdit etmesi nedeniyle uyguladığı baskı altında gerçekleşti.

Başbakan Nevvaf Selam toplantıda, açılış konuşmasında ve bakanlar kurulu açıklamasında “devletin silahları tekeline alma hakkının” vurgulandığının altını çizdi.

Selam Kabine’nin, ABD’nin sunduğu teklifin 7 Ağustos’taki bir sonraki oturumunda görüşülmeye devam edilmesine ve ordunun yıl sonundan önce silahlara el konulmasına yönelik bir plan hazırlaması ve bu planın ay sonunda hükümete sunularak onaylanması hususunda görevlendirildiğini duyurdu.

Daha sonrasında plan, ay sonunda hükümete sunulmak üzere görüşülüp onaylandı. Hükümet, ABD’nin sunduğu belgenin şartlarını 7 Ağustos’taki oturumunda onayladı.

Hizbullah’ın yanıtı

Hizbullah ise, 7 Ağustos’ta yapılan oturumu beklemeden ABD’nin teklifini reddettiğini açıkladı.

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım, 5 Ağustos’ta yaptığı açıklamada, “direnişin Taif Anayasası’nın bir parçası olduğunu” belirterek, silahsızlanma konusunun oylama yoluyla tartışılmaması gerektiğini vurguladı.

Lübnan hükümetinin orduya yıl sonuna kadar ülkedeki silahları kontrol altına alma planı hazırlama görevini vermesi, Hizbullah tarafından “büyük bir günah” olarak nitelendirildi.

Hizbullah ayrıca bu kararı, Anayasa’nın ve bakanlar kurulunun bu konudaki açıklamasının ihlali olarak değerlendirdi.

Hizbullah ve müttefiki Emel Hareketi, Lübnan hükümetini “ABD’nin emirlerine uymakla” suçlayarak, bu karar yokmuş gibi davranacaklarını duyurdu.

Ancak Hizbullah, diyaloğa açık olduğunu ve ulusal güvenlik stratejisini tartışmaya istekli olduğunu da belirtti.

Partinin parlamento bloğu, Başbakan Selam’ın ABD’nin teklifini benimsemesini ve Washington’ın taleplerini karşılamadaki “şüpheli aceleciliğini”, Anayasa ve Taif Anlaşması’nın ihlali olarak değerlendirerek, hükümetin daha önce verdiği taahhütleri “yerine getirmemesi” olarak nitelendirdi.

Öte yandan, hükümetin kararı, Hizbullah destekçilerinin sahadaki hareketlerini tetikledi, ancak partinin Mayıs 2008’de hükümetle çatışmasının aksine, bu hareketler barışçıl ve sınırlı kaldı.

Hizbullah destekçileri, “direnişin silahlarının teslim edilmesini” reddederek, Beyrut’un güney banliyöleri ve başkentin diğer bazı mahallelerinde motosikletli gösteriler düzenledi.

Buna karşılık Lübnan ordusu, güvenlik ve iç barışın ihlaline, yolların kapatılmasına veya kamu ve özel mülklere tecavüze izin vermeyeceğini belirten bir açıklamayla yanıt vererek, tüm vatandaşları ve siyasi güçleri bu hassas aşamada sorumlu davranmaya çağırdı.

Hükümet ve Hizbullah’ın seçenekleri

ABD’nin Hizbullah'ı silahsızlandırma sürecini hızlandırma yönündeki baskısı, Lübnan hükümetinin uzun zamandır kaçınmaya çalıştığı bir senaryo olan, Hizbullah ile doğrudan bir çatışma ve ordunun Lübnan’ın güvenliği ve istikrarı açısından ciddi sonuçlar doğuracak bir iç rekabete girmesinin önünü açabilir.

Öte yandan, hükümetin taahhütlerini yerine getirememesi, onu Washington ile karşı karşıya getirebilir ve İsrail’in Lübnan’a karşı saldırılarını tetikleyebilir.

Lübnan cumhurbaşkanı Joseph Avn ve başbakan Nawaf Salam

Ancak Lübnan hükümeti, orduya bu yıl sonuna kadar silah kontrolünü devletle sınırlamak için bir usul ve uygulama planı hazırlama görevini vererek, tavrını açıkça ortaya koymuş gibi görünüyor.

Özellikle büyük uluslararası güçler (ABD, Suudi Arabistan ve Avrupa Birliği) arasında Lübnan devletinin “silah tekeli ilkesi” konusunda varılan anlaşma göz önüne alındığında, ABD baskısı altında hükümetin bu hamlesinden geri adım atması pek olası görünmüyor.

Bu da, hükümetin bu konuda kararını verdiği ve artık meselenin onun tutumuyla ilgili olmadığı anlamına geliyor.

Durum daha ziyade, kararın nasıl uygulanacağı ve Hizbullah’ın bununla nasıl başa çıkacağı, bu yolda devam etmeyi kabul edip etmeyeceği ya da engellemeye çalışıp çalışmayacağı ve kuşatma altında kalması durumunda cephaneliğini teslim etmeyeceğine bağlı gibi görünüyor.

ABD ise, Hizbullah’ın silahsızlandırılmasının etkili bir şekilde uygulanabileceği en iyi mekanizmanın, Lübnan’daki ekonomik çöküş nedeniyle ciddi bir fon sıkıntısıyla karşı karşıya kalsa bile “en iyi, tarafsız ve güvenilir arabulucu” olması nedeniyle Lübnan ordusunun aracılığıyla olacağına inanıyor.

Lübnan hükümeti 7 Ağustos’ta ABD’nin teklifine resmi yanıt vermeden önce, Hizbullah uluslararası baskıyı sınırlamak, kademeli bir toparlanma için zaman kazanmak ve cephaneliğinin geleceğiyle ilgili belirsizliği kasıtlı olarak sürdürmek amacıyla, özellikle Litani Nehri’nin güneyindeki bölgelerde silahsızlanma konusunda sınırlı işbirliğine dayalı bir yaklaşım benimsedi.

Hizbullah Genel Sekreteri, silah sorununu Lübnan’ın savunma stratejisine ilişkin ulusal diyalogla ilişkilendirerek, partinin geleneksel tutumunu yineledi.

Ancak Lübnan hükümetinin silah bulundurma yetkisini devlet ile sınırlama ve orduya yıl sonuna kadar bu yetkiyi uygulamaya koyacak bir plan hazırlama görevini verme kararı, Hizbullah’ın manevra alanını daraltarak, onu hükümetle karşı karşıya getirdi.

Bu karşı karşıya geliş, kısmi halk ayaklanması ve doğrudan siyasi tavırlar yoluyla ifade edilmeye başlandı.

Hizbullah, sahada gerilimi tırmandırıp ulusal bir uzlaşının ortaya çıkmasını engellemek için sokakları harekete geçirmekten, (ki bu zaten motosikletli protestolar düzenleyerek girdiği bir yol) büyük halk protestolarına dönüşebilecek daha geniş çaplı saha hareketlerine kadar çeşitli seçeneklerle karşı karşıya kalabilir. Bu, halk tabanının ne ölçüde tepki vereceğine bağlı.

Hizbullah, gerekli siyasi bloğu elde ederse, müttefiklerinin desteğiyle hükümetin işleyişini aksatmaya da başvurabilir.

Ancak, silah tekelinin devletle sınırlandırılması konusunda, “Şii İkili” olarak bilinen Hizbullah ve Emel Partisi dışında bir uzlaşının ortaya çıkması açısından bu ihtimal zayıf görünüyor.

Birçok kişi, “Hizbullah’ı köşeye sıkıştırmanın” onu, hükümeti hedef alan kararlara, özellikle de iletişim ağının dağıtılmasına yanıt olarak Beyrut ve diğer bölgelerde silahlı çatışmaların patlak verdiği 7 Mayıs 2008 senaryosunu tekrarlamaya itebileceğinden endişe ediyor.

Ancak partinin siyasi ve güvenlik açısından gücündeki zayıflama nedeniyle bu senaryoyu tekrarlama kabiliyeti zayıfladı.

Ayrıca, 2008’deki Doha Anlaşması’nda olduğu gibi, yeni bir gerilimi bahane edecek siyasi kılıf bulamayabilir. Bu durumda Lübnan ordusuyla karşı karşıya gelinecektir.

Her halükarda Hizbullah ve tüm Lübnan, 1990’daki iç savaşın sona ermesinden bu yana en zorlu meydan okumayla karşı karşıya görünüyor.

Hükümetin kararının zamanlaması, ABD baskısına bir yanıt ve siyasi ve diplomatik izolasyondan kaçınma girişimini yansıtsa da, 2025 sonuna kadar süre vermesi ve ABD’nin teklifini kalan mekanizmaları tartışmadan onaylaması, Lübnan yetkililerinin Hizbullah ile bir çatışmadan kaçınma ve Şii toplumu içinde bir güven krizini önleme arzusunu yansıtıyor.

Bu durum da, Hizbullah’ın karara uyum sağlaması veya bölgenin güvenliği ve siyasi kırılganlığı göz önüne alındığında, bölgesel gelişmelerden kaynaklanabilecek olası değişimler doğrultusunda kararın gidişatını ve içeriğini etkilemesi için bir fırsat sunuyor.

Çözüm

ABD’nin silahları Lübnan devletiyle sınırlandırılma talebini benimsemek, Lübnan’ın güvenliği ve istikrarı için son derece tehlikeli olabilir.

Hatta, Hizbullah ile bir anlaşmaya varılmadan devletin bu kararı uygulanırsa, bu adım Lübnan ordusunu Hizbullah’la karşı karşıya getirebileceğinden, ülkeyi iç savaşa sürükleyebilir.

Bu, İsrail’in Lübnan güçlerini birbirine düşürmeye çalışmasını önlemek için hükümet ve Hizbullah’ın her ne pahasına olursa olsun bir anlaşmaya varmaya çalışması gereken bir konudur.

Hizbullah’ın İsrail’e karşı koyma kabiliyetini felce uğratan acı verici bir darbe aldığını kabul etmek gerekse de, bazı Lübnanlı siyasi güçlerin İsrail’in zaferinin kendi zaferleri olduğuna inanmaları bir hatadır. 

Bu, Lübnan’ın ihtiyaç duyduğu en son şeydir ve hiçbir siyasi veya sosyal parti, İsrail ile yaşanan çatışmanın kurallarını iç ilişkilere dayatmamalıdır.