İsrail’in Katar’ı Vurmasının Ardındaki Gerçekler

16.09.2025 - 09:30 | Son Güncellenme: 16.09.2025 - 09:34
Katar’ın başkenti Doha’da Hamas liderlerine yönelik yapılan suikast girişimi, sıradan bir askeri olay değil, teknik açıdan son derece karmaşık bir gelişmeydi. Bu olay, bölgedeki radar ağlarının, hava savunma sistemlerinin ve erken uyarı mekanizmalarının gerçek bir sınavı niteliğinde oldu.

İlk raporlara göre İsrail, F-35 savaş uçaklarıyla Suriye ve Irak hava sahalarını aşarak Doha’ya doğru balistik hava-yer füzeleri fırlattı. Bu senaryoya göre füzelerin yüksek hızı ve Katar’ın küçük coğrafyası, savunma sistemlerinin tepki süresini fazlasıyla kısalttı. Patriot bataryalarının balistik füzeleri durdurmadaki sınırlılıkları dikkate alındığında, Katar’ın neden savunma yapamadığı anlaşılabiliyordu.
Ancak kısa süre içinde Wall Street Journal’da yayımlanan bir rapor farklı bir tablo sundu. Raporda saldırının Suriye veya Irak üzerinden değil, Kızıldeniz üzerinden gerçekleştirildiği öne sürüldü. Buna göre İsrail uçakları, ABD üslerinin bulunduğu bölgelerden kaçınmak için farklı bir rota seçmişti. Bu yorum, Amerikan tarafını sorumluluktan kurtarmaya yönelik bir anlatı gibi görünüyor. Çünkü bölgedeki Amerikan radarlarının, bin kilometreden fazla menzile sahip İran füzelerini anında tespit edebildiği biliniyor. O halde İsrail füzelerinin, çok daha kısa bir mesafeden ateşlenmiş olmasına rağmen “görülmemesi” teknik açıdan neredeyse imkânsız.
Rapordaki başka bir detay, füzelerin Suudi Arabistan hava sahasından geçmesine rağmen Riyad’ın Doha’yı uyarmadığı yönündeydi. Bu vurgu, Washington’un kendi radar sistemlerinin rolünü geri plana atarak, Katar ile Suudi Arabistan arasında şüphe yaratma girişimi olarak değerlendirilebilir. Yani ABD kendini aklamaya çalışırken, sorumluluğu bölgesel aktörlere yüklemeye yöneldi.
İsrail’in 200–2000 km’lik balistik füze yatırımı
Teknik olarak İsrail’in elinde farklı kapasitelerde üç tür balistik hava-yer füzesi bulunduğu biliniyor; menzilleri 200 ila 800 kilometre arasında değişiyor. Bu füzeler uçaktan fırlatıldıktan sonra yarı balistik bir yörünge izliyor, atmosferin üst katmanına çıkıyor ve ardından yüksek hızla hedefe çarpıyor. Bu özellik, onları hem radarlar için hem de hava savunma sistemleri için zorlayıcı hale getiriyor. Bunun yanında İsrail’in yalnızca orta menzilli modellerle sınırlı kalmadığı, 2000 kilometre menzile ulaşabilen balistik füze projeleri üzerinde de çalıştığı biliniyor. Böyle bir kapasite, İsrail’in operasyonel menzilini tüm bölgeye ve ötesine taşıyor.
Bölgedeki savunma kırılganlığını artıran başka bir faktör de Suriye radar ağlarının çöküşü oldu. İç savaş öncesinde Şam’ın sahip olduğu radarlar, tüm bölge için erken uyarı merkezi işlevi görüyordu. Ancak İsrail yıllar içinde bu sistemleri hedef aldı ve büyük ölçüde devre dışı bıraktı. Bu nedenle İsrail uçakları artık Suriye üzerinden rahatlıkla geçiş yapabiliyor ve bu durum bölgesel hava güvenliğini zayıflatıyor.
Sonuçta iki temel senaryo öne çıkıyor: ya füzeler Irak üzerinden ateşlendi, ya da Wall Street Journal’ın iddia ettiği gibi Kızıldeniz üzerinden geldi. Her iki ihtimal de ciddi teknik soru işaretleri barındırıyor. Bir yandan, Amerikan radarlarının bu ölçekte bir hareketi görmemesi düşünülemez; öte yandan, füzelerin Suudi hava sahasından geçtiği iddiası bölgesel aktörleri karşı karşıya getiriyor.
Tüm bu tartışmalar hâlen varsayımlara ve teknik analizlere dayanıyor. Gerçek tabloyu netleştirecek olan, Katar’ın yürüteceği resmi soruşturmaların sonuçları olacak. Ancak şimdiden görülen şu ki, saldırı başarısız olsa bile, bölgenin hava savunma mimarisi ve radar ağları açısından çok kritik soruları gündeme taşıdı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.





