İsrail Üniversitelerinin Filistinlilerin Öldürülmesi ve İşkence Görmesindeki Rolü Nedir?

Fadi Zaatari’nin yazısına göre, Gazze’de binlerce sivil katledilirken İsrail üniversitelerinin bu zulümdeki rolü göz ardı ediliyor. Arkeolojiden hukuka, Orta Doğu çalışmalarından mühendisliğe kadar pek çok akademik alan, Filistinlilerin baskı altına alınması, işgalin meşrulaştırılması ve İsrail’in güvenlik aygıtlarının güçlendirilmesi için çalışıyor. Maya Wind’in son kitabı, İsrail akademisinin apartheid rejiminin temel direklerinden biri olduğunu gözler önüne seriyor.
Fadi zatari
İsrail Üniversitelerinin Filistinlilerin Öldürülmesi ve İşkence Görmesindeki Rolü Nedir
26 Mayıs 2025

Gazze’deki soykırımla ilgili yoğun haberlerin arasında, Gazze Şeridi’nin Nuseyrat bölgesinde Şeyma ve ailesinin şehit edildiğine ilişkin bir haber, sanki hiçbir şey olmamış gibi, listeye eklenen bir rakammış gibi geçip gitti. 

Şeyma Akram Saidam, 2023 yılında girdiği lise sınavında yüzde 99,6 bir puan ile Filistin edebiyat dalında birinci oldu. Daha sonra İslam Üniversitesi’nde İngilizce bölümünde okudu. 

Onu kim, hangi silahla öldürdü? Katil Siyonist kimliğini ve ideolojisini nerede, hangi gerekçeyle oluşturdu? 

Belki de bu sorular bizi pek çok kişinin gözden kaçırdığı bir yere, işgal ordusunun beyinlerinin yıkandığı İsrail üniversitelerine götürüyor.   

Bu üniversiteler ayrıca Filistinlileri gözetleyen, öldüren ve işkence eden birçok güvenlik ve askeri aygıtın geliştirildiği, silahlar, propaganda ve yıkımı meşrulaştırma gerekçelerinin üretildiği yerlerdir. 

Gerçekten de İsrail üniversiteleri ve araştırma merkezleri, Siyonist hareket ve Yahudi devletinin en önemli dayanaklarından biridir. 

Bu akademik kurumlar, Siyonist kimlik ve propagandayı inşa ediyor, silah üretimine katkıda bulunuyor ve İsrail politikalarını kurumsallaştırıyor. 

Aynı zamanda apartheid’i, İsrail saldırganlığını ve Filistin haklarına yönelik ihlallerini akademik çerçeveler, araştırma makaleleri ve uzman tartışmaları yoluyla sürdürüyor. 

Bu kurumlar ayrıca işgali pekiştirme, yerleşimleri sağlamlaştırma ve Filistin kimliğini yok etmenin etkili yollarını araştırıyor, ordu ve istihbarat birimlerini çeşitli uzmanlık alanlarında eğitiyor. 

Bunlar yalnızca Filistinlilere karşı değil, aynı zamanda Filistinlilerin hakları ve özgürlüklerini savunan herhangi bir bireye, hatta bir Yahudiye bile ayrımcılık, zulüm ve baskı uyguluyor. 

İsrail üniversitelerine boykot 

Bu ve diğer gerçekler ışığında, Filistinlilerin hak ve özgürlüklerinin bastırılması ve ihlal edilmesinde merkezi bir aktör olan, İsrail akademik ve kültürel kurumlarının boykot edilmesi çağrısında bulunmak amacıyla 2004 yılında Filistin Akademik ve Kültürel İsrail Boykotu Kampanyası (PACBI) kuruldu. 

Yazar Maya Wind’in “Fildişi ve Çelik Kuleler: İsrail Üniversiteleri Filistinlilerin Özgürlüğünü Nasıl Reddediyor?” isimli kitabı, İsrail üniversitelerinin Filistinlilerin hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesinde kilit bir rol oynadığını kanıtlaması ve hatta İsrail üniversite politikalarını İsrail’in ırkçı ve yerleşimci politikalarını sürdüren bir sistemin parçası olarak görmesi açısından bu bağlamda önemli bir katkıdır. 

Kaliforniya Üniversitesi’nde araştırmacı olay Wind’in kitabı, “İsrail üniversiteleri Filistinlilerin haklarının ihlal edilmesinde suç ortağı mı?” sorusu etrafından şekilleniyor. 

Araştırmacı bu soruyu, İsrail üniversitelerinin, İsrail baskı sistemleriyle ne kadar derinden iç içe olduğunu ortaya koyarak yanıtlamaya çalışıyor.  

Bu bağlamda araştırmacı, kendi deyimiyle, beyaz bir Yahudi ve İsrail vatandaşı olarak, İsrail hükümetinin askeri arşivlerine ve kütüphanelerine kolayca erişebildi. 

Bu sayede resmi belgeleri, anıları, siyasi raporları ve İsrail üniversiteleri tarafından onaylanmış yüksek lisans ve doktora tezleri gibi henüz yayınlanmamış çalışmaları okuyabildi. 

Bunlara değindiği kitabında ayrıca, İsrail üniversitelerinde çalışan Filistinli ve Yahudi öğrenciler ve akademisyenlerle yapılan röportajlara da yer verdi. 

Her biri üç kısımdan oluşan iki bölümü içeren kitapta, son söz olarak Profesör Robin D.J.’in ifadeleri bulunuyor. 

Columbia Üniversitesi’nden Nadia Abu El-Haj ise kitabın girişinde, İsrail’in yaklaşık 750 bin Filistinlinin topraklarından sürülmesiyle kurulan, sistematik etnik temizlik üzerine kurulu bir yerleşimci ulus-devlet olduğunu hatırlatıyor.  

Bu nedenle İsrail’i demokratik bir devlet olarak nitelendirmemek gerekir. Nitekim İsrail’in kurulduğu yapı, Yahudi olmayanların inkarı ve dışlanması üzerine kurulu ırkçı bir yapıdır.  

Bu nedenle İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü’nün yanı sıra İsrail merkezli insan hakları örgütleri B’Tselem ve Yesh Din, 2021 ve 2022'de İsrail’i “apartheid devleti” ilan ettiler. 

Bu bağlamda, Nadia kitabın önsözünde, İsrail’in yerleşimci-sömürgeci bir devlet olduğunu, dolayısıyla Filistin sorunundan ayrı düşünülemeyecek demokratik bir İsrail’in var olmadığını vurguladı. 

İsrail’in kurucu taahhütleri ve eylemleri, köklü Siyonist siyasi ideolojisi, kurumları ve hatta hem liberal, hem de liberal olmayan siyasi partileri özünde ırkçı ve anti-demokratiktir. 

İsrail’in bu ırkçı, dışlayıcı temel yapısı, İsrailli akademisyenler ve hatta üniversite yönetimleri ve rektörlerinin büyük çoğunluğunun, Filistinliler söz konusu olduğunda akademik özgürlüğün kurumsal bir savunusu olmadığı için neden sessiz kaldıklarını açıklıyor. 

Yazar Maya Wind de kitabın girişinde bu düşünceleri doğruluyor ve İsrail yönetimi altındaki tüm topraklarda bulunan üniversitelerin Filistinli öğrenciler için güvenli yerler olmadığını, zira bu üniversitelerin bağımsız değil, aksine İsrail devletinin şiddeti ve baskıcı kurumlarının bir uzantısı olduğunu belirtiyor.  

Wind ayrıca, İsrail’in apartheid sisteminin, onu bir yerleşimci sömürge sistemi olarak tanımadan tam olarak ortadan kaldırılamayacağını da ileri sürüyor. 

Bu nedenle akademik boykot, bu sömürgeciliğin sonlandırılması yolunda atılmış en temel adım olarak değerlendiriliyor.  

Söz konusu kitapta gösterildiği gibi, sekiz İsrail üniversitesi doğrudan devlete hizmet ediyor ve onun politikalarını desteklemede hayati işlevler görüyor, dolayısıyla da İsrail yerleşimci sömürgeciliğinin temel direklerini oluşturuyor. 

Üniversiteler İsrail hükümetinin hizmetinde 

Örneğin, İsrail üniversiteleri, işgal altındaki Filistin topraklarında İsrail ordusu ve güvenlik servisleri tarafından kullanılan teknolojiyi araştırmak ve geliştirmek için İsrail merkezli silah şirketleriyle iş birliği yapıyor. 

Bu teknoloji daha sonra yurt dışına, sahada test edilmiş veya “savaşta kanıtlanmış” olarak satılıyor. 

Yazar kitabına, “suç ortaklığı” ve “boyun eğdirme deneyimini” ele alarak başlıyor. 

Bu kapsamda, İsrail’deki akademik uzmanlık alanlarının, İsrail hükümetine ve güvenlik devletine hizmet etmek üzere nasıl geliştirildiğini ve devlet projelerine nasıl mali destek sağlamaya devam ettiğini gözler önüne seriyor. 

Wind, İsrail üniversitelerindeki önde gelen profesörlerin, şu üç uzmanlık alanına odaklanarak, entelektüel ve teorik olarak İsrail devletinin taleplerine tabi olduklarını belirtiyor: 

Arkeoloji: 


Tüm İsrail üniversiteleri, Yahudi yerleşimci örgütleri veya bölgesel yerleşimci konseyleri tarafından yönetilen arkeolojik alanlarda kazılar yürütüyor.  

Bu akademik anadal, Arap ve İslam tarihini silmeye odaklanıyor ve Yahudi yerleşimlerini genişletmek ve Filistin topraklarına el koymak amacıyla yürütülüyor. 

Örneğin, İsrail üniversiteleri, Batı Şeria’nın güneyindeki Susya’da kazılar yaparak, doğrudan Filistinlilerin bölgelerini ele geçiriyor. 

İsrail arkeolojisi de, görünüşte İsrail’in Filistin’deki kadim Yahudi varlığının devam ettiğini iddia etmek amacıyla akademik bir alan olarak ortaya çıktı. 

Aynı zamanda arkeolojik araştırmalar, Filistinliler ve Arapların bu topraklarda herhangi bir iddiasını veya varlık kanıtını ortadan kaldırmak için kullanılıyor.  

Yazar söz konusu kitabında, bu kazıların uluslararası hukuk ve yönetmelikleri doğrudan ihlal ettiğini vurguluyor. 

Ancak, İsrailli arkeologlar ve üniversitelerin, İsrail ordusunun koruması altında Filistin topraklarında kazı çalışmalarına katılmaya devam ettiğinin de altını çiziyor. 

Dolayısıyla arkeoloji, İsrail’in Filistinlilere ait tarihi eserleri ve topraklarını çalmasını yapısal olarak kolaylaştırıyor ve bunlara yasadışı olarak el koymaya devam etmesini sağlıyor. 

Hukuk: 


Yazar kitabında, İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarını laboratuvar olarak gördüğünü anlatıyor. İsrail’in Filistin halkı üzerinde on yıllardır sürdürdüğü yasadışı askeri işgal yönetiminin ardından, kalıcı askeri rejimini meşrulaştırmak için bir dizi yasa ve hukuki yorum geliştirdiğine dikkat çekiyor. 

Bu bağlamda Maya Wind kitabında, hukuk çalışmaları ve üzerine inşa edilen ahlaki felsefenin, Filistinlilerin hak ve özgürlüklerinin ihlallerini meşrulaştırmak için yaratıldığını ileri sürüyor. 

Orta Doğu Çalışmaları: 


Yazar kitabında, İsrail’in 1967’de işgal altındaki Filistin topraklarında askeri yönetim kurmasıyla birlikte, devletle akademik işbirliği imkanlarının yeniden canlandığını anlatıyor. 

Örneğin, İbrani Üniversitesi profesörlerinden Menachem Milson, Amnon Cohen, Moşe Şaron ve Moşe Maoz, İsrail ordusuna ve hükümetine Arap meseleleri konusunda danışmanlık yaptı. 

Milson ayrıca, işgal altındaki Filistin topraklarındaki İsrail askeri yönetimi olan Sivil İdare’nin ilk başkanı olarak görev yaptı ve 1981’den itibaren Filistin Birzeit Üniversitesi’nin zorla kapatılmasını denetledi. 

Cohen, Sharon ve Maoz ise albay olarak görevde bulundu ve akademik kariyerleri boyunca orduda çalıştı. 

Orta Doğu Çalışmaları bölümleri ayrıca seçkin askeri birliklerde aktif görevdeki askerler için bölgesel uzmanlık alanında akademik programlar ve güvenlik hizmetlerine özel olarak tasarlanmış dersler sunuyor. 

Örneğin İbrani Üniversitesi, Genel Güvenlik Servisi’ne (Şin Bet), eğitim programının bir parçası olarak Orta Doğu Çalışmaları alanında bir lisans programı sundu. 

Böylece İsrail’in beşeri ve sosyal bilimler alanındaki uzmanlık alanları, yerleşimci sömürgeciliğini desteklemek için kullanıldı. Arkeoloji, hukuk ve Orta Doğu çalışmaları, İsrail’in işgali sırasında gelişti. 

Diğer yandan yazar kitabının ilerleyen bölümlerinde, İsrail’deki bazı üniversiteleri incelemesi sonucunda bunları “Üniversiteler: Yerleşim karakolları” olarak değerlendirdi. Bu üniversitelerin, İsrail devlet projesi için stratejik yerleşim karakolları olarak hizmet vermek üzere tasarlandığını belirtti.  

İşgal altındaki Doğu Kudüs’te bulunan İbrani Üniversitesi, Hayfa’daki Hayfa Üniversitesi, Negev’deki Ben Gurion Üniversitesi ve Batı Şeria’daki Ariel Üniversitesi kendi bölgelerindeki “Yahudileştirme” projelerinin kilit itici güçleridir. 

Buna örnek gösteren yazar, 1948 savaşına giden süreçte ve savaş sırasında Kudüs İbrani Üniversitesi’ndeki öğrenci, öğretim görevlisi ve yöneticilerin Haganah askeri örgütünü aktif olarak desteklediklerini, kampüsü bir üs gibi kullandıklarını, askeri eğitimler düzenlediklerini ve hatta üniversite yerleşkesinde silah depoladıklarını ifade etti. 

Aynı zamanda, İsrail üniversitelerinin 100 yılı aşkın bir süredir Yahudi devletinin sınırlarını genişlettiğini ve tüm tarihi Filistin üzerindeki “Yahudi egemenliğini” güvence altına aldığını ifade etti. 

Bu üniversiteler, Filistin topraklarındaki yerleşim birimlerinin genişletilmesinde merkezi ve aktif rol oynamaya devam ediyor.  

Bunların kütüphaneleri, Filistinlilerden çalınan kitapların da depolandığı yerlerdir. Örneğin, İbrani Üniversitesi’nin kütüphanesinde Filistinlilerden çalınan çok sayıda Arapça kitap bulunuyor. 

Yazar kitabında, İsrail üniversitelerinin gelişiminin İsrail askeri endüstrisinin yükselişiyle nasıl bağlantılı olduğunu göstererek, “bilimsel güvenlik devleti” kavramına da dikkat çekiyor. 

Bu üniversiteler devlet inşa eden kurumlar olarak tasarlandı ve kurulduktan kısa bir süre sonra şiddet aygıtlarını desteklemek için kullanıldı. 

Kudüs’te 1918 yılında İbrani Üniversitesi’nin kurulmasının ardından, Siyonist hareket, 1925’te Hayfa’daki Technion ve 1934'te Rehovot’taki Weizmann Bilim Enstitüsü olmak üzere Filistin’de iki ek yüksek öğrenim kurumu daha kurdu. 

İbrani Üniversitesi, Siyonist hareketin çeşitli uzmanlık alanlarında araştırma ve öğretime adanmış ilk kapsamlı üniversitesiydi. Technion, bir mühendislik merkezi olarak tasarlanırken, Weizmann Bilim Enstitüsü ise devlet inşasına yönelik bilimsel araştırmalara ağırlık veriyordu. 

Yazar kitabında, İsrail üniversiteleri ve araştırma merkezlerinin İsrail güvenlik devletinin akademik kolu olarak nasıl hizmet verdiğine de değiniyor. 

Enstitü ve üniversiteler, yalnızca İsrail’in askeri yönetimini sürdürmeyi değil, aynı zamanda uluslararası alanda Filistin haklarına yönelik hareketi zayıflatmayı da amaçlayan araştırmalar ve politika önerileri aracılığıyla devlete hizmet ediyor.  

Örneğin, İsrail istihbarat görevlilerinin günlük çalışmaları, uluslararası hukuk ve Cenevre Sözleşmesi’nde güvence altına alınan Filistinli insan haklarını ihlal ediyor.  

İbrani Üniversitesi'nde özel olarak tasarlanmış lisansüstü programlardan mezun olan askerlerin çoğu, İstihbarat Birlikleri’nin en büyük ve en merkezi birimi olan 8200 Numaralı Birim’de görev yapıyor. 

8200 Numaralı Birim, ordunun merkezi toplama birimi ve telefon görüşmeleri, kısa mesajlar ve e-postalar da dahil olmak üzere tüm istihbarat iletişimlerini toplamaktan sorumlu. 

Söz konusu yazar, İsrail üniversitelerinin sivil kurumlara dönüşme mücadelesi vermekten çok uzak olduklarını, sadece askeri eğitim üsleri olarak değil, aynı zamanda devlet silah laboratuvarları olarak da faaliyetlerini genişlettiklerini vurgulayarak ilk bölümü sonlandırıyor. 

Kitabın “Baskı” başlıklı ikinci bölümünde yazar, “epistemolojik işgal” kavramını ele alarak, İsrail üniversitelerinin, İsrail yerleşimci sömürgeciliği, askeri işgal ve apartheid konularında eleştirel akademik araştırma, öğretim ve tartışmayı nasıl sistematik olarak engellediğini açıklıyor. 

İsrail üniversitelerinde yasaklı hareketler listesinin, son 20 yılda aşırı sağın yükselişi ve artan siyasi gücüyle birlikte genişlediğine de dikkat çekiyor. 

Örneğin son dönemde İsrail üniversitelerinde, İsrail ordusu veya askerlerini eleştirmek bir tabu haline geldi. 

Bu çerçevede Maya Wind, Hayfa Üniversitesi’nin, İsrail akademisinde “Filistinli akademik bilgi üretimini ortadan kaldırmak ve İsrail devletinin suçlarını ifşa eden kanıta dayalı araştırmaları baltalamak” gibi iki köklü geleneğe sahip olduğunu belirtiyor. 

Örnek vermek gerekirse, İsrail üniversiteleri Nakba ile ilgili araştırma ve söylemleri kısıtlamak ve sansürlemek için aşırı sağcı gruplarla ve İsrail hükümetiyle ittifak kurdu.  

Dolayısıyla İsrail işgali, apartheid ve yerleşimci sömürgeciliğinin eleştirel bir şekilde incelenmesi yasaklandı. 

Sonuç olarak, İsrail üniversiteleri, devletin tarihsel ve devam eden şiddeti hakkında araştırma ve tartışmayı “gayri meşru” olarak tanımladığından, temel eleştirel tartışmalar İsrail akademisinden dışlandı. 

Böyle yaparak, öğretim görevlilerini ve öğrencileri yalnızca akademik özgürlükten değil, aynı zamanda mevcut ve gelecekteki adaletsizlikler hakkında tartışma ve müdahale etme fırsatından da mahrum bırakıyorlar. 

Yazar kitabında daha sonra Filistinli öğrencilere uygulanan abluka konusuna değinerek, Filistinli öğrencilerin İsrail üniversitelerinde eğitim görme, kendilerini ifade etme ve protesto etme haklarına getirilen kısıtlamaları ortaya koyuyor. 

Üniversite yönetimlerinin, Filistinli öğrencilerin kampüslerdeki varlığını nasıl sürekli olarak kısıtladığı ve özellikle aktivistler olmak üzere Filistinli öğrencilerin temel akademik özgürlüklerini reddetmek için İsrail hükümetiyle nasıl iş birliği yaptıkları örnek olarak gösterdiyor. 

Yazar, Filistinli öğrencilerin İsrail üniversitelerine kaydolduklarından beri, devletle işbirliği içinde olan üniversiteler tarafından kriminalize edilmeye, gözetlenmeye ve hedef alınmaya maruz kaldıklarını da ekliyor. 

Bu bağlamda, İsrail üniversitelerindeki akademik özgürlük Filistinli öğrenciler için geçerli değildir.  

Üniversite yönetimleri uzun zamandır kendilerini devleti eleştirilerden korumak ve askeri işgal ile apartheid sistemi nedeniyle hesap vermekten kurtarmak için onunla işbirliği yapıyor.  

Hükümet, Nakba’nın yanı sıra İsrail’in hem işgal altındaki Filistin topraklarında askeri olarak yönettiği Filistinlilere, hem de kendi vatandaşı olarak gördüğü kişilere karşı işlediği temel adaletsizlikler hakkındaki her türlü tartışmayı giderek daha fazla sansürlüyor. 

Son olarak yazar, üniversitelerin Filistinlilere karşı devletle akademik suç ortaklığını açıklığa kavuşturuyor. 

Şu anda İsrail üniversitelerinde, Filistinlilerin vazgeçilmez eğitim hakkı ve diğer insan haklarının tekrar tekrar ihlal edilmesi nedeniyle İsrail ordusu ve güvenlik devletiyle bağların koparılması çağrısında bulunan hiçbir hareketin olmadığını ekliyor. 

İsrail üniversitelerinde faaliyet gösteren, hem İsrailli Yahudi, hem de Filistinli (vatandaş) öğretim üyeleri ve öğrencileri bünyesinde barındıran Ortak Demokrasi Girişimi veya Eşitlik İçin Akademia gibi ilerici örgütler bile, Filistin üniversitelerinin taleplerini karşılamada büyük ölçüde başarısız oluyor. 

Bu aktivist gruplar, şimdiye kadar Filistinlilerin, İsrail üniversitelerinin İsrail’in uluslararası hukuku ihlallerindeki suç ortaklığı nedeniyle hesap vermeleri yönündeki çağrılarını desteklemeyi reddetti. 

İsrail, eğitimli ve apartheid sistemine kararlılıkla meydan okuyan Filistinlileri bir tehdit olarak görüyor.  

Bunun sonucunda Filistinli öğrenciler, İsrail üniversitelerinde disiplin soruşturmalarına, sorgulamalara ve tutuklamalara maruz kalıyor. Ayrıca bu üniversitelerde kaçırılmalar, işkenceler, tutuklamalar ve hatta cinayetler yaşanıyor.  

İsrail üniversiteleri bu sistemin temel direkleridir. Sadece İsrail’in askeri işgalini sürdüren güvenlik güçleriyle araştırma yapmak, eğitim vermek ve işbirliği yapmakla kalmıyor, aynı zamanda üniversitelerdeki Filistinli öğrencileri bastırmak için İsrail hükümetiyle birlikte çalışıyorlar.  

Sonuç olarak, İsrail üniversiteleri, İsrail devletinin 75 yıldan uzun süredir Filistinli öğrencilerin özgürlük hareketlerini bastırmasında ve Filistinlilere akademik özgürlük tanımamasında doğrudan rol oynuyor.   

Yazar kitabın sonuç bölümünde ise, İsrail’in Filistin topraklarında yüksek öğrenim kurumları kurduğunu ve inşa ettiğini vurguluyor. 

Bu kurumların, Yahudi yerleşim birimlerinin genişletilmesi ve Filistinlilerin yerinden edilmesi amacıyla bir araç olarak tasarlandığını ve toprak gaspına dayalı üniversiteler modeli olarak kurulduğunun da altını çiziyor. 

İsrail üniversiteleri, İsrail devletinin Filistinlilere yönelik şiddetine aktif olarak katılmakla kalmıyor, aynı zamanda bu baskıyı sürdürmek, savunmak ve meşrulaştırmak için kaynaklarını, araştırmalarını ve akademik çalışmalarını da sunuyor.  

Yazar son olarak, İsrail üniversitelerinin boykot edilmesi çağrısında bulunarak, herkese uygulanmadığı sürece akademik özgürlüğün olmayacağını savunuyor. 

California Üniversitesi’nden Profesör Robin D.J. Kelly de kitabın son sözünde, boykotun amacının işgali sona erdirmek, apartheid sistemini ortadan kaldırmak, Filistinli mültecilerin BM tarafından güvence altına alınan haklarına saygı göstermek, sivil haklarını herkesi kapsayacak şekilde genişletmek, tutuklamalar, Filistin kurumlarına yönelik tekrarlanan baskınlar, gözetleme ve eğitim sürecinin kasıtlı olarak aksatılmasını sona erdirmek olduğunu vurguladı. 

İsrail’in apartheid rejimi, ABD’nin sağladığı muazzam mali destek, siyasi meşruiyet ve yasal koruma olmadan ayakta kalamazdı.  

Yıllık 3,8 milyar dolarlık askeri fon, (İsrail, tarihte ABD’den en fazla askeri yardım alan ülkedir) devam eden devlet şiddetinin, baskının ve eşitsizliğin finansmanına katkıda bulunuyor ve hiçbir hesap sorulmuyor. 

Profesör Kelly, İsrail’in apartheid sisteminin ABD’li liberallerin sessizliği olmadan devam edemeyeceğine vurgu yaparak şunları ekledi: 

“Gerçek şu ki, özgür bir Filistin olmadan bölgede gerçek bir akademik özgürlük olmayacak ve üniversiteler işgal altında olduğu ya da Siyonizm ve yerleşimci sömürgeciliğin kaleleri olduğu sürece de özgür bir Filistin olamaz. İsrailli aydınların çoğu sessiz kaldığı veya kendi özgürlüklerinin Filistin’in özgürlüğüne bağlı olduğunu fark etmediği sürece, İsrail kurumlarını boykot etmeye devam edeceğiz. Çünkü sessizlik suç ortaklığıyla eş anlamlıdır.” 

Söz konusu kitap, istisnasız tüm İsrail üniversiteleri ve araştırma merkezlerinin İsrail apartheid sistemindeki suç ortaklığına ilişkin tarihsel bir belgedir. 

Çünkü bu üniversiteler, devletin uluslararası standartlar ve uluslararası yasaları ihlal eden politikalarını meşrulaştırmak için kullandığı en önemli silahlardan biridir. 

Dolayısıyla bu kitap, 2004 yılında kurulan ve İsrail üniversitelerinin apartheid ve uluslararası ve insani hukuku ihlal eden İsrail politikalarının temel dayanağı olduğunu belirten Filistinli İsrail Akademik ve Kültürel Boykot Kampanyası’nın (PACBI) iddialarının geçerliliğine dair bir uzantı, savunuculuk ve yeni bir tanıklık olarak okunabilir.