Yahudi Nazizm’i: Siyonizm

Dr. Erdal Kurğan, Siyonizm'in ideolojik ve pratik olarak Nazizm'e hangi yönlerden benzediğini Fokus+ için kaleme aldı. 
Erdal Kurğan
Yahudi Nazizm’i Siyonizm
30 Ocak 2025

Siyonizm’in ne olduğuna dair ortada ciddi yekûn tutan bir literatür varken Siyonizm hakkında tekrara düşmeden konuşmak zor. Bu nedenle burada Siyonizm’in tarihsel gelişiminden, T. Herzl öncesi yapısından, sonraki stratejilerine vs. değinmeyeceğim. Tekrara düşmemek tabii ki ilk hedefim olmakla beraber, daha farklı bir kaygıyla bunu yapacağım. Dolayısıyla Yahudilik ile Nazizm'i ironi olsun diye bir arada kullanmıyorum. Hem teorik hem pratik hem de tarihsel tecrübe bağlamında Yahudi Nazizm’i olarak tanımlayacağım Siyonizm ile Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin ideolojisi (kısaca Nazizm) arasında çok fazla benzerlik olduğunu iddia ediyorum. Bu benzerlik, II. Dünya Savaşı sonrasında kurulan düzende Siyonist Yahudilerin dokunulmazlık kazanmasıyla bir taraf adına pekişmiş olsa da 1948'e giden yolda ve sonrasında icra edilen pratikler benzerliğin kurumsal noktalarına işaret eder.  

Ancak 48 sonrasında tahkimleşen, Yeni Dünya Düzeni'nin pathosu olarak kabul edilen pro-siyonist politikalar, Nazizm’i 20. yüzyılın şeytan ideolojisi olarak mahkûm ederken Nazi pratikleri hakkında pek konuşma taraftarı olmadı. Daha doğrusu Nazilere atfedilen insanlık dışı pratikleri Almanya bağlamı dışında tartışmaya, genel cezalar ve yaptırımlar öngörmeye pek yanaşmadı/yanaşmıyor. Gözlerini dünya imparatorluğu hırsı bürümüş bir partinin (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin) çılgınca yapıp ettiklerinin tarihte kalmış ve unutulması gereken zulümler olduğu salık verilmekle yetinildi. 

Oysa Siyonizm'i Yahudi Nazizm’i olarak tanımlamamız gerektiğini ileri sürerek, Nazi pratiklerinin Almanlardan bağımsız değerlendirilmesi gerektiğini iddia ediyorum. Çünkü eğer ilkesel olarak Nazilerin icra ettiği ileri sürülen pratiklerin insanlık dışı olduğuna inanılıyorsa -ki hem popüler kamusal söylem hem de akademik ekosistem bu yönde karar kılıyor- özellikle 20. yüzyıl sonrasında, tüm bu pratiklerin coğrafya-tarih bağlamı dışında ya da coğrafya-üstü/tarih-üstü değerlendirilmesi gerekmektedir. 

Aslında teoride Nazilerin işledikleri suçları genel kaidelere bağlayıp yaptırım uygulama anlatısı yok değil, var; var da kime ne zaman uygulandığını pek gören yok. İnsanlığa Karşı İşlenen Suç olarak tanımlanan tüm eylemlerin, tek taraflı olarak sadece Nazilere yüklenmesi, Sovyetlerin ve diğer Müttefik kuvvetlerinin yaptıklarını gündem dışı bırakırken, aynı zamanda 45 sonrasındaki küresel düzende farklı coğrafyalarda vuku bulan farklı kırım (soykırım, kentkırım, hatta tarihkırım) pratiklerini de önemsizleştirmektedir. 

Her şeyden önce Nazilerin saf Alman (Aryan) ırkı ideali ile Siyonizm’in Yahudi seçilmişliği/üstünlüğü itikadı ilk ve temel benzerlik noktasıdır. Ancak Almanlardaki biyolojik ve genetik fark, Yahudilikte ontolojik bir zeminle daha da katmerleşmekte ve Yehova’nın Yahudilerin tanrısı olması gibi, tanrısal alanı bile Yahudilerin tanrısı ve diğerlerinin tanrısı şeklinde Yahudiliğe ait kılabilmektedir. Nasıl ki Alman anne ve babadan olmayanlar saf/otantik Alman sayılmıyorlarsa Yahudi ile Goyim (Yahudi olmayan) arasındaki fark da kapanmaz bir mesafeyi temsil etmektedir. Her ne kadar nüfus azlığı çekilen tarihsel dönemlerde ya da kentleşmenin getirdiği aşırı kozmopolitleşme neticesinde Yahudi anneden doğanların süreç içerisinde Yahudiliklerinin onanacağı iddia edilse de anaakımda rabbinik statüye hiçbir zaman ulaşılamaması bunun ifadesidir. Dolayısıyla Nazizm ile Siyonizm’in her ikisi de cemaatçidirler; bu dışlayıcı cemaatçilik ‘diğerleri’ni mutlak öteki olarak tanımlamakta ve onlarla kurduğu ilişkiyi hiyerarşik ve mutlak üstünlük makamında kurmaktadır. 

Neden İtalya, Almanya kadar suçlanmadı?  

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Nazizm’in -faşizmin değil- affedilmemesinin altında yatan sebep, yukarıda yazdığım mutlak üstünlük idesiydi. Almanların suçu batı-dışı dünyadan, söz gelimi Asyalılardan ya da Afrikalılardan üstün olduklarına olan inancı ve onlara karşı icra ettikleri pratikler değildi. Tüm Avrupa ulusları, başta Britanya olmak üzere İspanya’sından Portekiz’ine, Hollanda’sından Fransa’sına ve hatta İtalya’sına kadar hepsi batı-dışı dünyadan, söz gelimi Asyalılardan ya da Afrikalılardan üstün olduklarına dair bir inancı zaten paylaşmaktaydı. Bu nedenle tüm batı-dışı dünyayı sömürgeleştirip insanlığa karşı işlenen suç tanımına giren ne varsa yapmalarına rağmen, Almanlar gibi yargılanıp mahkûm edilmemişlerdi. 

Örneğin, faşizm kavramının da sahibi olan İtalya, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlarla birlikte cezalandırılsa da faşizm ideolojisi Nazizm’in tabi tutulduğu muameleye tabi tutulmamıştır. Almanlar gibi İtalyanlar da işgal ve köleleştirme yoluna girmiş, Libyalıları ya da Habeşistanlıları köleleştirme girişimleri gerçekleştirmişlerdi fakat sonra affedildiler. 

Ancak Almanların farkı batı-dışı dünyayı değil, doğrudan Avrupalıları köleleştirme girişimiydi. Yani 45 sonrasında Almanların affedilmemesinin sebebi insanlığa karşı işlenen suçları icra etmeleri değil, o suçları Avrupa topraklarında Avrupalılara karşı yapmış olmalarıydı. Dolayısıyla her ne kadar Müttefik kuvvetlerden Sovyetler, faşizme saldırsa da Avrupalılar için faşizm mutlak tehlike olmadı; onlar için mutlak ve affedilmez tehlike, Batı dünyasını köleleştirmek isteyen Nazi ideolojisiydi. 

Nazilerle benzer bir üstünlük idesine sahip Siyonizm, Goyim’in Yehuda için kendi suretinde yaratılmış hizmetçi-köle olduğu inancını epistemolojik kabullerinin temelinde sürdürmektedir. Nazilerin tüm Almanları tek bir devlet çatısı altında toplayıp başta Avrupa ulusları olmak üzere tüm dünyayı kendi ihtiyaçlarına göre kategorize etmeleri (bazı ülkelerin Almanlar için ağır sanayi bölgesi ve işçileri, bazı ülkelerin Almanlar için tahıl deposu uluslarının da çiftçileri, bazı ülkelerin de Almanların sayfiye yeri olmaları gibi) Siyonizm için de söz konusudur. Özellikle Nazilerin nüfus politikası ile Siyonizm’in nüfus politikası ikizdir denebilir. Tarihsel süreçte Nazilerin yaptıklarını Siyonistlerin yaptıklarıyla mukayese ettiğimizde karşımıza bu sonuç çıkmaktadır. 

1918 sonrasının Avrupası, Nazileri ortaya çıkarmış ve 45’e giden yolu açmıştı. Zira I. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da ortaya çıkan azınlıklar meselesi, özellikle anavatanın uzağında yaşayan milyonlarca Almanın yaşadığı problemler, Milletler Cemiyeti’nin azınlıkları korumaya dönük inşa edilmiş kararlarına rağmen çözülemiyordu. Bunu çözüme kavuşturmanın yolu, her ne kadar hukuki olarak tercih edilmese de 30’ların ortalarında popülerleşen ve pratikte birçok Avrupalı ulusun çözüm olarak gördüğü ‘yeni bir düzen’ olacaktı.  

Nazizm, uluslararası hukukun anavatan dışındaki Almanları korumaya yetmediği durumlarda güç kullanarak, yeri geldiğinde sert nüfus politikaları veya savaşla düzeni sağlayabileceğini göstererek Kıta Avrupası için bir örnek teşkil ediyordu. ‘Yeni Nazi Düzeni’ olarak tanımlanacak olan bu pratik, Avrupa içindeki tüm Almanları anavatana taşırken, -Yahudi olsun ya da olmasın- azınlıkları da sınır dışına tasfiye etmeyi birincil politika olarak görmekteydi.  

Nazilerin vizyonu şuydu: Azınlıklardan kurtulmak milliyetçiliğin ve modern uluslararasıcılığın zorunlu bir koşulundan başka bir şey değil. Bu nedenle istenen şey, zora dayalı yapılan nüfus transferleri ve mübadelelerinin, savaş veya tek taraflı kararlar neticesinde ani ve düzensiz bir şekilde olmasındansa, uluslararası boyutta gündem edilerek örgütlenmesini sağlayıp rasyonel bir zeminde pratize etmesiydi. Bu söylem pratikte Çekoslavakya’dan, Polonya’dan, Avusturya’dan yüzbinlerce Alman’ı anavatana getirirken, anavatandaki ötekileri de sınır dışı etmekteydi. Emval-i metruke ise dışarıdan yeni gelenlere mülk olarak verilmekteydi. Örneğin Berlin’de yaşayan bir Yahudi’nin evi olduğu gibi -yani içindekilerle birlikte- Doğu Avrupa’dan gelen bir Alman’a verilebilmekteydi. 

Yeni Nazi Düzeni, Filistin topraklarında icra edildi  

1948’e giden süreç ve sonrasında bugüne kadar yaşanan ‘yerleşimci’ pratiği tamamen Nazilerin nüfus transfer projesinden başkası değildir. Nekbe’de her şeylerini terk etmek zorunda kalan Filistinlilerin evlerine dönememeleri, Filistin topraklarının Arapsızlaştırılarak Siyonist yerleşimcilere verilmesi, dahası bunun uluslararası hiçbir hukuki yaptırımla karşılaşmaması, Yeni Nazi Düzeni’nin Filistin topraklarında icra edildiği anlamına gelir. Filistin topraklarında onca gizli kapaklı toprak sahibi olma, yerleşme çabalarına rağmen 20. yüzyılın başında nüfusun yüzde 1’ini bile bulmayan Yahudi sayısı, terör eylemleri ve transfer projeleriyle yükseltilmekte, yerleşimci olarak tanımlanan hırsız işgalcilerle çoğunluk oluşturulmaya çalışılmaktadır. Ancak çoğunluğu oluşturan bir nüfusun diğerlerini tasfiye etme pratiği 20. yüzyılda Nazilerin başvurdukları nüfus politikalarının temeliydi. Bu politikalar işgalci Siyonist rejim tarafından en başından beri uygulandı, bugün hala uygulanmaya devam ediyor. 

Nazilerin en sık hatırlanan bir diğer hususiyeti ise öteki olarak tanımladıkları insanların bedenleri üzerinde uyguladıkları tıbbi araştırma pratikleri ve kobay olarak kullanma idi. Siyonistler ise benzer pratiği daha da kompleksleştirip uygulamaya koyuyorlar. Resmi ve kayıtlı organ bağışının en düşük olduğu yer olan Siyonist işgal rejimi, bölgenin en büyük organ nakli merkezi, organ bankası, deri bankası vb. kurumlara da ev sahipliği yapıyor. Defalarca ve dünyanın farklı yerlerindeki gazetecilerin araştırmasıyla -örneğin İsveçli gazeteci Donald Boström’un çalışması- Siyonistlerin bu uygulamaları hem sistematik ve devlet eliyle hem de illegal olarak organ mafyası teşkilatları aracılığıyla yaptıkları kanıtlanmasına rağmen, uluslararası resmî kurumların yaptıkları herhangi bir şey yok. 

Toparlayacak olursak, Siyonizm’i değerlendirdiğimizde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin yani Nazilerin hem ideolojik kabulleri hem de pratik politikaları bağlamıyla ikizi olduğu ortaya çıkar; bu da bizi Siyonizm’in Yahudi Nazizm’i olduğu tespitine götürür. Ancak II. Dünya Savaşı sonrasında, Nazilerin yaptıkları insanlığa karşı işlenen suç olarak tanımlanıp mahkûm edilirken, Siyonist işgal rejimi her gün o pratikleri yeniden icra etmeye devam ediyor; hem de hiçbir yaptırıma uğramadan. Dünya nasıl ki Alman Nazilerinin yaptığı soykırımları lanetleyip cezalandırdıysa, Yahudi Nazilerinin soykırımcı varlığını da lanetlemeli ve ona hak ettiği cezayı vermeli. Çünkü Yahudi Nazizm’i bir insanlık suçu olarak sistematik zulümlerine devam ederken, insan neslinin geleceği için küresel bir tehdit kaynağı olarak önümüzde duruyor.    

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.