Vizesiz Avrupa’nın Bedeli: Bosna Hersek'te Bayrak Mücadelesi


İnsan elindeki değerlerin kıymetini çok çabuk unutuyor. Bu durumu, Türkiye’deki son gelişmelerde de anladım. Geçtiğimiz günlerde sosyal medya hesaplarımda “yerli ve milli şeyler boykot edilmez” anlamında bir şeyler yazdım. Birçok olumlu olumsuz yorum geldi ancak bu olumsuzların içinden bir tanesi ilgimi çekti.
Yorumda, Bosna Hersek’te yaşadığım için şanslı olduğumu; buradan konuşmanın kolaylığını kastederek “AB ülkelerine vizesiz seyahat edebiliyorsunuz’’ yazıyordu. İnsan bir an için sanıyor ki dünyanın en güvenilir, işsizliğin en düşük, ekonominin çok iyi olduğu; sağlığın ve eğitimin kanunun tıkır tıkır işlediği bir ülkede yaşıyorum. İsviçre’nin ötesi bir şey sanki. Oysa bahsettiğimiz Bosna Hersek... Savaştan o kadar yıl geçmesine rağmen hala bombasız savaşın devam ettiği, sürekli gerilimin olduğu bir ülkeden bahsediyoruz.
Hani, doğal güzelliğine bakacak olsak, evet dünya cenneti bir ülkedeyim ve güzelliği her şeye değer. Ama sistem olarak bakarsak... Sistem hatası bir ülke. Amerika ve Avrupa, Bosna Hersek’i “savaşı bitireceğiz” iddiasıyla deneme tahtası olarak kullandılar ve işlemeyeceğini bildikleri bir sistem getirdiler. Nasıl döndürsen döndür yürümüyor. Savaşmış üç milletin beraber yürüteceği bir sistem mi olur? Olmayacağını onlar da biliyorlardı ama bu şekilde hem kontrolü koruyabilirlerdi hem de ülkeyi parçalayabilirlerdi.

Vizesiz seyahat gerçekten lüks mü?
Gelelim o “vizesiz seyahat etme” lüksümüze. Bunu bana yazan vatandaş belli ki bunun çok önemli olduğunu vurgulayarak, Türk vatandaşlarının bunu yapamadığına dikkat çekmek istedi. Ve aslında Bosna Hersek’in ne kadar Türkiye’nin önünde olduğunu anlatmaya çalıştı. Oysa, vizesiz seyahatin karşılığında Bosna Hersek neler verdi kısmına hiç bakmadı. O yüzden bu konuyu biraz açmak istiyorum.

Evet, bir lüks gibi görünen AB ülkelerine vizesiz seyahat Bosna Hersek vatandaşları için mümkün. İyi tarafları var mı? Var tabii ki. Peki, bu “lüks” neden sonra mümkün oldu? Tam dört yıldan fazla süren savaştan, yüz binlerce şehit verdikten sonra mümkün oldu. Ve bu savaş çok uzun zaman önce de olmadı. Benim çocukluğumda yaşadığım, medeni Avrupa’nın gözü önünde olan bir savaştan bahsediyoruz. Bosna Hersek, Avrupa’nın utancı olan o savaşı yaşamasaydı, bugün acaba vizesiz dolaşımını elde edebilir miydi?
Hani birine haksız yere kızarsınız da sonra gönlünü almak için geçiştirmeli bir hediye alırsınız ya... Onun gibi bir şey işte. Tam dört yıl hatta daha fazla, o özene özene bahsedilen Avrupa, o ‘’medeniyet’’, bizim katledilmemizi izledi. Bir film seyreder gibi seyretti. Arada bir kınama mesajları gelirdi, arada bir son kullanma tarihi geçmiş yiyeceklerden yardım paketleri gönderirlerdi. Üstelik arada bir de ateşkes sağlanırdı. Tıpkı bugün Filistin’de olduğu gibi. O zaman da insan umutlanıyordu ve bir kez daha umutlarımız yerle bir oluyordu.
Sonra ise... Her şey bittikten sonra, Boşnaklar ayakta kalmayı başardığı için bizlerden özür dilemeye geldiler. Srebrenitsa soykırımından güya alınan dersler, Bosna Hersek’i korumalar ve öyle vizesiz seyahat etme fırsatları gibi “hediyeler”. Hatta bununla da sınırlı değil. Türkiye’de olmayan ama bizde olan şahane bir şeyi daha söyleyeyim. Sabit euro. Düşünsenize, hiç değişmez euro kurumuz. Yıllardır aynı. Dolayısıyla kendi para birimimizin değeri de öyle. Türkiye’de de olsa ne güzel olurdu değil mi? Biz Bosna Hersek’te ne kadar şanslıyız değil mi?
Evet. Euromuz sabit ama kendi vatan bayrağımız topraklarımızın her yerinde dalgalanamıyor mesela. Doğup büyüdüğüm şehrim Saraybosna’da bile şehrin “Sırp bölgesi” var ve orada Sırp bölgesinin bayrağı dalgalanıyor. Mesela Kayseri’de, mesela Van’da, mesela İstanbul Anadolu Yakası’nda birinin Türk bayrağını indirdiğini ve yasakladığını düşünsenize… İzin verir miydiniz? Mecbur olsanız böyle bir şeye nasıl hissedersiniz? Hem Türk bayrağı olmasa, hem de başka bir ülkenin; sizin vatandaşlarınızı katleden bir devletin bayrağı dalgalansa nasıl bir duygu olurdu? Sabit euro mu daha değerli, yoksa özgürce dalgalanan bir bayrak mı?
Kazançlar ve ödenen bedeller
Yahut bir vatanın milli marşı olmaz mı? “Korkma sönmez”e biri dokunabilir mi Türkiye’de? Bosna Hersek’te dokundular. Savaşı anımsatıyor diye milli marşımız zorla değiştirildi. Sonrasında yazılan diğer marşımızın da sözleri uygun bulunmadı, o da iptal edildi. En son sözleri olmayan bir milli marşımız oldu. Hani, çocuklarımıza öğretebileceğimiz bir milli marşımız da yok. Ama, euromuz sabit.

Yahut gelelim o vizesiz dolaşmaya. Evet, Bosna Hersek vatandaşları olarak serbestçe tüm Avrupa ülkelerine gidebiliyoruz, dolaşabiliyoruz. O da güzel bir şey tabii. Ver elini Almanya, Hollanda, Avusturya... Ama mesela vatanımızda olan Sırp bölgesinde okuyan çocuklarımızın kendi ana dilleri olan Boşnakça dilinde eğitim görmeleri için mücadele ediyoruz. Oraya ayak bastığınızda Kiril alfabesiyle karşılaşıyorsunuz, oysa bizim alfabemiz Latin. Oradaki camilerimize saldırılıyor; vatandaşlarımız taciz ediliyor, dövülüyor, gasp ediliyor ve toprak Bosna Hersek toprağı olmasına rağmen, devlet de bir şey yapmıyor. Yapamıyor değil, yapmıyor. Çünkü oranın yönetimi de Sırplarda. Yani polisi de Sırp, hâkimi de Sırp. Kimi kime şikâyet edecek bir Boşnak amcamız veya nenemiz? Ama baksan, pasaportuyla Avrupa’da özgürce dolaşabiliyor. Sadece kendi vatanında özgür dolaşamıyor. Hangisi daha değerli? Bursa’dan gelen bir vatandaşa sırf Türk olduğu için Ankara’da biri saldırabilir mi?
Türkiye’deki gelişmelere dair bir şeyler yazdığımda, yazdıklarımı beğenmeyenler tarafından çokça “kendi ülkenle ilgilen” tepkisiyle karşılaştım. Sanki Türkiye de vatanım değilmiş gibi, sanki evlatlarım Türk değilmiş gibi beni ötekileştirmeye çalışıyorlar. Bu duruma alıştım, çünkü beni bu şekilde susturabileceklerini sanıyorlar. Oysa bilmiyorlar ki vatanı kaybetmenin ve tekrar kazanmanın ne demek olduğunu tanıyarak yazıyorum bazı şeyleri. Bir de öyle baksalar belki dediklerimi de anlayacaklar. Böylece en başta yazdığım şeye geliyoruz. İnsan elindeki değerlerin kıymetini çok çabuk unutuyor. Yani vatanı vatan yapan tüm değerlerden bahsediyoruz. Bu durum milli ve yerli dediğimiz her şeyi kapsar.
Şimdi, bu son boykot için muhalif vatandaşlar “demokratik hakkımız, özgür ülkeyiz” vs. gibi sloganlar ile boykotu savunmaya çalışıyorlar. Elbette boykot her vatandaşın hakkı ancak bu boykotun sebebi ve amacı önemli. Fiyatları şişirenleri boykot edelim mi denildi? Çürük sebze satanları veya devlete vergi ödemeyenleri boykot edelim mi denildi? Hayır. Yerli ve milli markaları siyasi amaçla boykot edelim denildi. Orada çalışanlar sanki vatan evladı değiller... Vatanını seven, değer veren biri bu boykota nasıl evet diyebilir? Diyorsa da, elindeki değerlerin kıymetini bilmiyor.
Hani hep denilir ya, “insan kaybedince anlıyor”. İnsan vatanını kaybetme korkusunu yaşayınca da anlıyor bazı şeyleri. Özgürce dalgalanan bayrak gücünü yükselen yerli ve milli üretiminden de alır, yurt dışına açılan yerli ve milli markalarından da alır, yarışmalarda onu başarıyla taşıyan sporcularından da alır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.