Trump’ın Planı Barışı Değil Savaşı Amaçlıyor

Filistinli araştırmacı Said Elhaj, Donald Trump’ın açıkladığı “Gazze Barış Planı”nın gerçekte barışı değil, İsrail’in işgalini ve vesayetini kalıcı hale getirmeyi amaçlamasını Fokus+ için kaleme aldı.
Said-Alhaj
251006MT%C3%87_Web_-_Trump_%C4%B1n_Plan%C4%B1_Bar%C4%B1%C5%9F%C4%B1_De%C4%9Fil_Sava%C5%9F%C4%B1_Ama%C3%A7l%C4%B1yor-Said_Elhaj.jpg

06.10.2025 - 16:27  |  Son Güncellenme: 06.10.2025 - 16:32

25 Eylül’de ABD başkanı Donald Trump, ‘barış planı’ adı altında Gazze’de ateşkes ile başlayacak bir siyasi süreci ilan etti.  

Netanyahu ile beraber düzenlediği ortak basın açıklaması sırasında ilan ettiği planı, sadece Gazze’de değil, bütün bölgede barışın tesisi için büyük fırsat olarak nitelendirdi. Çok kararlı ve sert konuşan Trump, Hamas’tan hızlı ve olumlu cevap almama durumunda ‘cehennem kapıları açılacak’ tehdidinde bulunarak ‘Netanyahu’nun işine devam etmesi için desteğimiz tam olacak’ dedi. 

23 Eylül’de Trump Arap ve Müslüman ülke liderleri ile toplanıp, 21 maddelik ateşkes önerisini tartışmıştı. O ülkelerin (Suudi Arabistan, BAE, Katar, Mısır, Türkiye, Pakistan ve Endonezya) liderleri de toplantıdan olumlu sonuçlar beklediklerini dile getirmişlerdi. İki gün sonra Netanyahu huzurunda ilan edilen plana bu ülkelerin dışişleri bakanları destek mesajı yayınladı. 

Bölgede ve dünyada çoğunlukla bu plan, ateşkesi sağlayacak; kalıcı barışın tesisi yolunda anlamlı bir adım olarak değerlendirildi. Planın olumlu ve vadedici maddeleri başında ateşkesi sağlamak, Gazze’nin işgaline engel olmak, vatandaşlarından boşaltılmamasını garanti etmek ve Filistin devletini kurmak sayıldı. 

Peki, plan hakikaten bu kadar olumlu ve masum muydu? Trump planı kabul etmesi için Netanyahu’ya baskı uygulamış mıydı? 

Planın ilandan sonra Katar Başbakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani, planda bazı maddelerin izah veya müzakere edilmesi gerektiğine değinerek değişiklik yapıldığına ima etmiştir. Pakistan Dışişleri Bakanı Muhammed İshak Dar bunu parlamento önünde açık açık söylemiştir. Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise Gazze ve Filistin’in geleceğine ancak Filistinlilerin karar vereceğini vurgulayarak plandaki ‘barış konseyi’ adı altında Gazze’yi uygulanacak vesayete adeta şerh düşmüştür.  

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Donald Trump

İsrail’i desteklemesi ve savaşa direk katılmasından dolayı arabulucu sıfatını kaybeden ABD’nin ahkam kesmesini ve tehditlerini, Filistin tarafını hiç dahil etmeden Netanyahu ile anlaştığı maddeleri ilan etmesini bir kenara bıraksak bile, planın içeriği ne kadar tehlikeli bir proje olduğunu bize gösterecektir.  

Planda açık, zamanlaması ve adımları net biçimde belirtilen tek unsur, Gazze’deki İsrailli esirlerin serbest bırakılmasıdır. Bunun dışındaki tüm maddeler belirsiz ve bağlayıcılığı zayıf bir dille kaleme alınmıştır. 

Gazze’nin işgali engellenecek mi?  

Plan, işgal güçlerinin kademeli çekilmesinden söz ederken bu süreci “terör tehdidinin sona ermesine” bağlayarak çekilmeyi fiilen İsrail’in insafına bırakıyor ve yıllar sürebilecek bir süreç öngörüyor. Ayrıca plan, çekilme sonrasında bile İsrail’in “tampon bölgeyi” korumasını onaylıyor. Nitekim Netanyahu, Trump’ı işgal güçlerinin “Gazze’de kalacağı” yönünde ikna ettiğini açıkça ifade etti. 

Peki, Gazze’lilerin göçe zorlanması engellenecek mi?  

İnsani yaşam koşullarından tamamen yoksun bırakılan Gazze’nin yeniden inşasının yıllar sonrasına erteleneceğini bilen ABD Başkanı, birçok insanın yurt dışına göç edeceğini öngörmesine rağmen buna yönelik hiçbir fiilî engel getirmemiştir. Hatta planında, Gazze’den “gönüllü olarak” ayrılanlara yalnızca “geri dönmek isterlerse kendilerine imkân sağlanacaktır” demekle yetinmiştir. 

Plan, Gazze’yi uluslararası vesayete terk ederek fiilen işgale göz yumuyor; tamamlanmasının yıllar, hatta onlarca yıl sürebileceği öngörülürken Filistin devletinden söz edilmeyip yalnızca muğlak bir “ortak yaşam” diyalogu vaat ediliyor. Netanyahu, planın ilanından sonra Trump’a Filistin devletine izin vermeyeceğini açıkça vurgulayarak bu belirsizliği pekiştirdi. 
Ayrıca Trump’ın planı; Hamas’ın silahsızlandırılması, isteyen liderlerin yurt dışına çıkması, çıkmayanların öldürülmesi ve Gazze yönetiminin Tony Blair’in eline verilmesi gibi maddelerle direnişi ve Filistin meselesini tasfiye etmeye yönelik bir içerik sergiliyor; planın 21. maddesinin Netanyahu talebiyle çıkarılması ise planın dayanak ve meşruiyet iddialarını daha da tartışmalı hale getirdi. 

Eğer durum buysa, Hamas neden hem örgütünün hem de Filistin davasının tasfiyesini amaçlayan bu planı açık ve kesin bir dille reddetmedi? 

Gazze’deki insani felaketin ve Trump’ın tehditlerinin yanı sıra, Türkiye ve Katar dâhil yedi ülkenin plana verdiği destek Hamas üzerinde ciddi bir baskı oluşturdu. Trump’ın “Bütün dünya planı kabul etti, Hamas da etmeli” sözleri ve Netanyahu’nun “Biz çalışırken Hamas’ı izole ettik” iddiası bu nedenle tamamen temelsiz görünmedi. 
 
Oysa Küresel Sumud Filosu Gazze’ye doğru yola çıkmış, Netanyahu’nun BM konuşması boykot edilmiş, Filistin devletini tanıyan ülke sayısı artmış ve dünya genelinde soykırım protestoları hız kazanmıştı. Bu koşullar altında plan, İsrail’in izolasyonunu hafifletmek ve Netanyahu’ya yönelik baskıyı azaltmak amacıyla öne sürülmüş; ancak yedi ülke başta olmak üzere birçok devletin desteğiyle başarıya ulaşarak Gazze’yi ve direniş hareketlerini adeta arkadan hançerlemiştir. 
Planı inceledikten, diğer Filistinli örgütlerle istişare edip dost ülkelere danıştıktan sonra yanıt veren Hamas, ateşkes ve esirlerin serbest bırakılması maddelerini koşulsuz kabul etmiş; ancak vesayet, silahsızlandırma ve Gazze’nin yönetimi gibi siyasi konularda kararın “ulusal diyalog” yoluyla tüm Filistinlilerce verilmesi gerektiğini belirterek bu bölümleri zımnen reddetmiştir. Buna rağmen Trump, Hamas’ın barış planını kabul ettiğini ilan ederek Netanyahu’ya savaşı durdurma çağrısında bulunmuştur. 

Neden mi? 

Trump ve Netanyahu’nun öncelikli amacı, esirlerin serbest bırakılmasını sağlayıp bunu “savaşı durdurma başarısı” olarak göstermek ve böylece Trump’ın prestijini (hatta Nobel ihtimalini) yükseltmektir. Esir takasıyla Hamas’ın pozisyonu zayıflatılıp Netanyahu üzerindeki baskı azaldıktan sonra, siyasi maddelerde tekrar baskı kurulacak ve gerekirse Hamas’ın tasfiyesi için İsrail’e yeşil ışık verilecekti. 

Planın çoğu hükmü kararı “İsrail’in insafına” bırakmakta ve çekilmeyi “terör tehdidinin tamamen sonlanmasına” bağlayarak fiilen savaşı sürdürmeyi meşrulaştırmaktadır; bu nedenle barıştan çok ihtiyatlı bir süreklilik sağlar. Bu gerçeği bilen ve izole edilen Hamas ile diğer Filistinli örgütler, “barışı istemeyen” taraf ilan edilmemek için bazı maddeleri kabul edip siyasi ve yönetsel konuları ulusal diyaloga bırakarak zaman kazanma yönünde manevra yapmıştır. 

Böyle bir tabloda, plana destek veren yedi ülke ve tüm Arap–İslam dünyasının tarihi bir sorumluluğu vardır: Filistinlilerin yükünü paylaşmaya yönelik somut taahhütlerde bulunmalı, insani yardım ve imarı derhal ve güvenilir biçimde sağlamalı; Trump üzerinde savaşı durdurma yönünde ciddi siyasi baskı kurmalı ve Filistin davasını tasfiye etmeyi hedefleyen siyasi süreçlere açıkça itiraz etmelidir. Aksi takdirde hem halkları önünde hem de tarih önünde sorumluluklarıyla yüzleşeceklerdir. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.