Trump’ın Gölgesinde Yükselen Aşırılık ve Derinleşen Kutuplaşma 

Gazeteci Ertuğrul Cingil, ABD’de artan bireysel şiddet ve radikalleşmenin Donald Trump’ın söylemleri ve MAGA hareketiyle nasıl beslendiğini, Cumhuriyetçi aktivist Charlie Kirk’ün suikastı üzerinden sağ–sol aşırılıklar arasındaki çatışmanın tırmanışını ve bunun Amerikan demokrasisi ile Trump’ın siyasi geleceği açısından doğurabileceği güvenlik ve kutuplaşma risklerini Fokus+ için kaleme aldı.
Ertugrul-cingil
Trump’ın Gölgesinde Yükselen Aşırılık ve Derinleşen Kutuplaşma 

18.09.2025 - 15:52  |  Son Güncellenme: 18.09.2025 - 15:59

ABD’de bireysel şiddet, radikalleşme ve kutuplaşma son yıllarda hızla artış gösteriyor. Bu artışta ABD Başkanı Donald Trump’ın söylemleri, MAGA hareketinin toplumsal mobilizasyonu ve alternatif medya ekosisteminin etkisi önemli rol oynuyor.  

Özellikle sağ radikal gruplarda görülen örgütlenme ve şiddet eğilimi, Amerikan demokrasisi açısından ciddi bir güvenlik sorunu haline geliyor.  

Muhafazakâr aktivist Charlie Kirk’ün, 10 Eylül’de Utah Valley Üniversitesi’ndeki konuşması sırasında vurularak öldürülmesi bu kırılgan tabloyu en net şekilde gözler önüne serdi.  

Amerika’daki radikalleşme ve bireysel silahlanma tartışmalarının tam kalbine oturan bu saldırı, ideolojik kutuplaşmanın tırmanmasına da işaret ediyor.  

Kirk’e yönelik saldırıyı düzenleyen Tyler Robinson’ın kullandığı mermilerin üzerinde aşırı sol örgüt “Antifa”ya (Anti-Faşist Hareket) gönderme yapan yazı ve işaretlerin yer alması ise aşırı gruplar arası çatışmayı artırma potansiyeli taşımaktadır.  

Amerika’daki silahlanma çılgınlığının acı ironisi  

Saldırıda boynundan vurularak hayatını kaybeden 31 yaşındaki Kirk, bireysel silahlanmayı savunan, MAGA hareketinin en yetenekli ve popüler isimlerinden biri olarak öne çıkıyordu.  

Trump tarafından açıkça desteklenen Kirk, Cumhuriyetçi taban içinde geleceğin lider adaylarından biri olarak görülüyordu. Böyle bir ismin hedef alınması, sağ hareketin moraline ve örgütlenmesine yönelik etkili bir darbe niteliği taşıyor.  

Aynı zamanda bu durum, Amerikan siyasetinin ve toplumunun en derin yaralarından biri olan bireysel silahlanma çılgınlığının acı ironisini gözler önüne seriyor.  


Kirk’ün öldürülmesi, Amerika’daki silahlı şiddetin boyutlarına dair son örnek olmakla birlikte, giderek artan siyasi şiddet olaylarının son halkasıdır.  

Silahlanmayı en ateşli biçimde savunan aktivistlerden Kirk, tam da bu özgürlüklerin ürünü olarak savunduğu silahla hedef alındı. Hem de 22 yaşındaki Robinson tarafından, 180 metre mesafeden kurma kollu ve dürbünlü bir tüfekten çıkan tek kurşunla bu vahim saldırı gerçekleştirildi.  

Üstelik saldırgan Robinson’ın ailesinin Mormon kimliğe sahip olması, öldürdüğü aktivist Kirk’ün ise göçmen karşıtı, yabancı düşmanı, aşırı İsrail yanlısı ve Evanjelist inanca güçlü şekilde bağlı olması, toplumda keskinleşen fay hatlarını gözler önüne sermektedir.  

Şimdi, 21 Eylül’de Kirk için Arizona’da 60 bin kişilik stadyumda Trump’ın da katılacağı anma töreni yapılacak. Saldırgan Robinson ise 29 Eylül’deki duruşmasında Trump’ın da istediği gibi idam talebiyle yargılanacak.   

Bu saldırı sadece bireysel bir nefret suçundan ibaret değil; Trump dönemlerinde artışa geçen sağ ve sol aşırı gruplar arasındaki potansiyel bir şiddet dalgasının habercisi olabilir.  

Amerika radikal sağının tırmanışı ve kutuplaşan güvenlik iklimi  

Son beş yılın verileri bu tehlikeyi doğruluyor. İftira ve Karalama Karşıtı Birlik (ADL) raporuna (2023) göre ABD’deki ölümcül saldırıların yüzde 74’ü aşırı sağ gruplar tarafından işlendi.  

Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi’nin (CSIS) (2024) araştırmaları da aynı tabloyu teyit ediyor: 2019–2023 arasında gerçekleşen ölümcül terör eylemlerinin yaklaşık dörtte üçü, beyaz üstünlükçüler ve radikal sağcı gruplarla bağlantılı.  

Beyaz üstünlükçülerden göçmen karşıtı milislere, komplo hareketi QAnon’dan faşist militan örgüt Proud Boys’a (Gururlu Çocuklar Örgütü) kadar geniş bir aşırı sağ ağ, Trump döneminde yalnızca görünürlük kazanmadı; devlet kurumlarına meydan okuma kapasitesi de elde etti.  

Virginia’nın Charlottesville kentinde 2017’de yaşanan ve James Alex Fields Jr. isimli aşırı sağcının aracını kalabalığın üzerine sürmesi sonucu Heather Heyer’in öldürülmesi, bu yükselişin habercilerindendi.  

Trump’ın bu saldırıyla ilgili “her iki tarafta da iyi insanlar var” ifadesi, radikal sağ gruplar tarafından bir meşruiyet sinyali olarak algılandı.  

Bu saldırıyı, 2019’da 23 kişinin öldüğü El Paso Walmart katliamı takip etti. Patrick Crusius tarafından gerçekleştirilen saldırıda, yayımladığı manifestoda “Hispanik göçüne” dair ırkçı söylemler yer almaktaydı.  

Ama Trump’ın ilk döneminin hafızalara kazınan en unutulmaz olayı, 6 Ocak Kongre baskını oldu.  

Trump’ın “seçim çalındı” söylemleri sonrası toplanan kitle Washington’a yürüdü; binlerce kişi Kongre’yi bastı. Kitlesel radikalleşmenin en çarpıcı örneği olarak Amerikan tarihine geçen baskında biri polis, beş kişi hayatını kaybederken yüzlerce kişi yaralandı.  

Amerikan demokrasisinde derin izler bırakan baskın nedeniyle aşırı sağ gruplardan binlerce kişi yargılanırken, ABD Başkanı Trump da dört ayrı suçlamayla mahkeme önüne çıktı.  

Trump, Beyaz Saray’a tekrar döndüğünde ise ilk olarak kongre baskını sanığı bin beş yüzden fazla kişiyi affetti ya da cezalarını hafifletti. Bu karar, kendilerini “aşırı sağcıların piyadeleri” olarak gören Proud Boys başta olmak üzere Oath Keepers (Yeminli Muhafızlar) ve QAnon gibi gruplarla Trump’ın arasındaki güçlü bağın en açık göstergesi oldu.  

Şiddeti yücelterek özellikle “Antifa” gibi aşırı sol gruplara yönelik sokak kavgalarına girişmekten çekinmeyen aşırı sağ gruplar, kendilerini “Trump’ın ordusu” olarak görecek kadar sarsılmaz destek vermektedir.  

Bu aşırı sağ grupların ideolojik motivasyonlarını daha çok, Trump çevresinin finansal destek sağladığı ve fenomen haline gelen MAGA aktivistlerinden aldıkları görülmektedir.  

Aşırılığın finansal damarı: MAGA’nın karanlık ekonomisi  

Trump’ın gölgesinde büyüyen aşırılık yalnızca söylemlerle değil, milyonlarca dolarlık fonlarla da besleniyor.  

Wisconsin merkezli Lynde ve Harry Bradley Vakfı ile onun kardeş kuruluşu Bradley Impact Fonu, son yıllarda MAGA ekosisteminin en büyük finansörleri arasında öne çıktı.  

Trump’ın kişisel liderliğini toplumsal hareket, ideolojik altyapı ve kurumsal ağlarla besleyerek “MAGA”yı kalıcı bir siyasi güç haline getirme rolünü üstlenen kişi ve kurumlara 2022’de yazılan çekler bunun en somut kanıtıdır.  

Geçmişten beri Trump’ın en güçlü destekçilerinden olan, şu anda Beyaz Saray’da İç Politika Danışmanı ve metin yazarı görevini sürdüren Stephen Miller’ın America First Legal (Önce Amerika Hukuk) isimli hukuk örgütüne 27 milyon dolar aktarıldı.  

Yine Conservative Partnership Institute’a (Muhafazakâr Ortaklık Enstitüsü) 712 bin dolar ve eski Ulusal Güvenlik Danışmanlarından Michael Flynn’in yönettiği America’s Future (Amerika’nın Geleceği) için yarım milyon dolarlık bağış yapıldı.  

Finansal destek sağlanan kurumlar arasında en dikkat çekicilerden biri de suikast sonucu öldürülen Kirk’in Turning Point USA (Dönüm Noktası ABD) örgütü oldu. Bu kurum için Bradley Vakfı’ndan tam 8 milyon dolarlık bağış yapıldı.  

İsimleri gizlenen bağışçılardan toplanarak aktarılan bu rakamlar, Trump yanlısı grupların yalnızca ideolojik değil, kurumsal ve mali bir omurga kazanmasına da yardımcı oluyor.  

Bağışların en dikkat çekici yanı, desteklenen grupların ortak ajandasının seçim inkârcılığı, aşırı göçmen karşıtı politikalar ve Trump’ın “Amerika’yı Yeniden Büyük Yap” hareketini yasal zeminde savunmak üzerine kurulu olmasıdır.  

Uzmanlar, Bradley Vakfı ve Bradley Impact Fonu’nun sağladığı bu “karanlık para” akışının, Trump’ın siyaset sahnesine dönüşünü kolaylaştıran en kritik faktörlerden biri olduğunu belirtmektedir.  

Aşırı gruplara karşı Trump’ın derin çelişkileri  

Araştırmalar, Trump’ın her türlü desteğini arkasına alan aşırı sağ gruplara karşı radikal solun rakamsal olarak çok daha düşük düzeyde ölümcül saldırıya karıştığını göstermektedir.  

ADL’nin verilerine göre, 2010–2023 döneminde ABD’de sol eğilimli aşırıcı grupların neden olduğu ölümcül saldırıların oranı sadece yüzde 4 civarındadır. Ancak Antifa çevreleri ve bazı anarşist gruplar, Trump’ın yükselişiyle birlikte sokak şiddetinde daha fazla görünür hale geldi.  

Trump’ın 2016’da ABD Başkanı seçilmesiyle büyüyen Antifa’nın (Anti-faşist Hareket) 2020’de George Floyd’un dakikalarca boğazına basılarak öldürülmesini protesto gösterileri sırasında yaşanan şiddet olayları, bu eğilimin bir parçasıydı.  

Yine de karşılaştırmalı veriler, radikal sağın çok daha öldürücü eylemler yapabildiğini  net şekilde ortaya koymaktadır. Ancak son Kirk suikastında olduğu gibi “Antifa” işaretleri taşıyan saldırılar, kamuoyunda yeni bir kutuplaşma dalgasını tetikleme potansiyeli taşımaktadır.  

Tablo böyleyken Trump şimdi “iç düşman” olarak gördüğü Antifa’yı “yerel terör grubu” ilan etmeyi “yüzde yüz düşüneceğini” söyledi. Oysa Antifa’yı “terör örgütü” ilan etmek isteyen Trump, geçmişten beri aşırı sağın en kritik ve ölümcül eylemlerine karşı çoğu zaman ya sessiz kaldı ya da üstü kapalı destek verdi.  

ABD’nin kendi güvenlik kurumları bile iç tehditlerin en büyüğü olarak Antifa ya da radikal sol akımları değil, aşırı sağ kökenli grupları görmektedir.  

Trump’ın “kanun ve düzen” söylemiyle sol grupları kriminalize etmeye çalışması, asıl tehdit olan sağcı radikallerin göz ardı edilmesine yol açabiliyor. Aşırı sağ, Trump sayesinde kitlesel meşruiyet kazanırken, sol gruplar politik baskının odağı haline getiriliyor.  

Trump’ın aşırılığa karşı derin çelişkileri ve atabileceği yeni adımlar, Amerika’daki kutuplaşmayı ve gruplar arasındaki misilleme ve çatışmayı daha da tırmandırabilir.  


Kirk’e saldırı Trump’a yeni suikastın işareti mi?  

Trump’ın aşırı sağ gruplarla geçmişten beri kurduğu güçlü bağ, kullandığı popülist söylemler ve istihbarat yapılarıyla süregelen hesaplaşması, kendi güvenliği açısından da dikkat çekici bir tablo oluşturuyor.  

Zaten ABD Başkanı Trump’ın geçen yıl temmuz ayında Pensilvanya’nın Butler kentindeki mitingde kulağından yaralandığı silahlı saldırı ile Kirk’e yönelik açık hava etkinliğindeki bu son suikast çarpıcı benzerlikler taşıyor.  

Trump destekçileri için yalnızca bir politikacı değil; o kült bir lider ve pop yıldızı gibi. Charlie Kirk gibi isimler de bu kült evren içinde neredeyse “dini bir bağlılıkla” Trump’ı sahiplenmekteydi.  

Kirk’in vurulması, MAGA tabanında bir travma etkisi oluştururken, Trump’ın kendisini “hedef alınan son kale” olarak sunmasına da zemin hazırladı.  

Zaten ABD tarihinde başkanlara yönelik suikast girişimleri, ülkenin siyasi gerilimini her zaman derinleştirdi ve siyasal sonuçlar doğurdu.  

Lincoln’den Kennedy’ye, Reagan’a kadar farklı dönemlerdeki saldırılar hem güvenlik protokollerinin sıkılaşmasına hem de siyasi kutuplaşmanın tırmanmasına yol açtı.  

Güncel bağlamda, Cumhuriyetçi aktivist Charlie Kirk’ün silahlı saldırıda öldürülmesinin ardından Donald Trump’ın etrafındaki güvenlik önlemleri ciddi şekilde artırıldı.  

New York’ta izlediği son Yankees maçı sırasında Trump, kurşungeçirmez cam arkasından maçı takip etmek zorunda kaldı. Bu görüntü yalnızca fiziki tehditleri değil, Trump’ın politik söylemleri ve kutuplaştırıcı etkisi nedeniyle oluşabilecek yeni saldırı risklerini de gözler önüne seriyor.  

Geçmiş örnekler ve mevcut durum birlikte değerlendirildiğinde, Trump’a yönelik suikast ihtimali hem potansiyel motivasyon hem de artan gerilim bağlamında önümüzdeki dönemde daha yüksek bir olasılık olarak görülebilir.  

Bu gerginlik, ona yönelik suikast riskini artırmasa bile, Trump’ın bu ihtimali sürekli gündemde tutarak kitleleri konsolide etmesi olasıdır. Bir başka deyişle, “suikast tehdidi” Trump’ın elinde politik bir karta da dönüşebilir.  

Trump’ın söyleminde kendisi, “derin devletin ve radikal solun hedefindeki lider” rolüne oturuyor. Bu söylem, hem kendisine güçlü şekilde bağlı aşırı sağ grupları daha da kenetliyor hem de kutuplaşmayı derinleştiriyor.  

Trump’ın söylem ve politik adımlarıyla açtığı Pandora’nın kutusu, kapatılması zor bir şiddet dalgasını serbest bırakabilir.  

Sağ ve sol aşırı gruplar arasında karşılıklı misilleme ve sembolik figürlere yönelik yeni ölümcül saldırılar tetiklenebilir.  

Şimdi asıl soru şu: Bu kutudan çıkan şiddet ve nefret tekrar yerine konabilecek mi? Yoksa Amerika, her yeni saldırıda biraz daha kendi içine kapanan, daha kırılgan bir demokrasiye mi dönüşecek?  

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.