Trump-Netanyahu Görüşmesinin Ardından Gazze'yi Ne Bekliyor?


ABD Başkanı Donald Trump’ın daveti ile Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasındaki görüşme gerçekleşti. Trump’ın ikinci dönemindeki davetli ilk resmi yabancı devlet yetkilisi görüşmesinin Netanyahu ile gerçekleşmesi, gelecekle alakalı birçok hususa dair dünya kamuoyuna fikir vermekle beraber, birçok husus ise belirsizliğini koruyor.
Trump ve Netanyahu arasındaki görüşmenin hem öncesi hem de sonrasında yapılan basın toplantılarında söylenenler ise tüyler ürpertici. Trump, Gazze’nin tamamen mahvolmuş bir alan olduğunu belirtirken, bunun baş müsebbibi olan Netanyahu’nun ve İsrail’in bundaki payını sorgulamak yerine, ABD’nin Gazze’yi devralacağını alenen ifade etti. Buna ek olarak, İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak etmesi fikrinin ‘insanlar’ tarafından sevildiğini ve bu konuda birkaç hafta içerisinde gelişmeler olacağını söyledi. Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşmek adına iki devletli çözümü şart koşmadığını, Filistinlilerin Gazze’den çıkarılarak Mısır, Ürdün ve hatta başka ülkelere de gönderilebileceğini ve orada barış içerisinde yaşayacaklarını iddia etti.
Yani Amerika, aslında kıyameti çağırdı. Çünkü bu adımlar gerçekten atılmaya yeltenilirse, hem ABD hem de İsrail için sanılanın aksine çok büyük bir kaosu beraberinde getirebilir. Nitekim Trump’ın 2018’deki konjonktür üzerinden inşa etmek istediği statükoyu mümkün kılabilecek bir sosyoloji artık Orta Doğu’da yok. 7 Ekim ile beraber başlayan 15 aylık İsrail soykırımı sonrasında Trump’ın ve İsrail’in karşısında belirecek olan kolektif, bölgesel ve küresel bir vicdani direniş, sosyoloji mevcut.
Artık İsrail’in dünyada en çok nefret edilen ülke haline geldiği ise su götürmez bir gerçek. Trump’ın Abraham Anlaşmaları’nı genişleterek kurgulamayı amaçladığı yeni statükoya Arap ülkelerinin liderleri katılmak istese dahi, toplumlarının muhtemel tepkisi nedeniyle bu mümkün olmayacak. Trump’ın Orta Doğu’da bir an evvel ‘istikrarı sağlamak’ ve ‘barışı getirmek’ ve akabinde Çin’e odaklanma, ABD hegemonyasını tahkim etme planı sekteye uğrayacak. Avrupa Birliği ile gittikçe artan sorunları, 36 trilyon dolarlık borcu, iç politikada baş etmek durumunda kalacağı muhtemel onlarca kaosu bulunan ABD’nin, Trump’ın Netanyahu ile yaptığı açıklamalarla orta ve uzun vadede başı çok ağrıyacak.

Filistin tek vücut
Gazze’yi İsrail’in ‘güvenliğine tehdit’ olarak addeden Trump ve Netanyahu’nun Batı Şeria’nın olası bir işgaliyle birlikte karşılaşacağı en muhtemel ve ilk tepki topyekûn bir Filistin tablosu olacaktır. 2007’den beri devam eden neredeyse 20 yıllık gerilimin sona ermesi ve Filistinlilerin bütüncül anlamda işgale direnmeye başlaması beklenebilir. Aynı şekilde Trump ve Netanyahu’nun basın açıklamasında alenen ifade ettiği planları, Mahmud Abbas gibi statükonun bir parçası olarak siyaseten muteber kalmayı adet edinen Filistin’deki yerel siyasetçileri de tarih sahnesinden silecektir.
Aynı şekilde bugüne kadar Gazze’de Hamas’ı bahane ederek soykırıma doymayan İsrail’in hâlihazırda sarsılmış imajı, Batı Şeria’nın olası bir ilhakıyla küresel anlamda tamamen zedelenecektir.
Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından hakkında soykırım suçlamasıyla yakalama kararı çıkarılan, Biden döneminden beri ABD ile ilişkilerinde yeterince dillendirilmeyen bir gerginlik olan, uluslararası hukuku, sistemi ve mekanizmaları yerle bir eden Netanyahu’nun siyasi kariyeri de birçok husus gibi bu görüşmeden etkilenecektir. Bu aynı zamanda İsrail’de siyasi istikrarsızlığın daha da genişlemesi, İsrail geneline yayılan olası savaş riskinin koparacağı bir tufanı beraberinde getirecektir. Siyasi kariyerini bir zaferle tamamlamak adına Trump’a tabi olmayı tercih etmiş görünen Netanyahu ve Orta Doğu’dan askerlerini çekeceğini söylerken Gazze’yi işgal edeceğini herkesin önünde itiraf eden Trump, ABD’ye ve İsrail’e sanılandan çok daha fazlasını kaybettirebilir.
Ordo Ab Chao
ABD, Trump liderliğinde Orta Doğu’da istikrar sağlayarak Asya Pasifik denklemine eğilmek isterken, Gazze ve Batı Şeria üzerinden yeni bir jeopolitik hat oluşturarak Doğu Akdeniz’de var olmaya çalışırken, Arap ülkeleriyle yeri gelip zorlayıcı diplomasi ile kendi cephesini tahkim etmek isterken, bambaşka bir kaosun içerisinde kaybolabilir. Latince bir deyim olan ‘Ordo Ab Chao’, kaostan doğan düzeni ifade eder. Bugüne kadar Müslüman dünyanın çeşitli saiklerle sağlayamadığı, aslında sağlamak da istemediği birlik ve beraberlik, Trump’ın kaosundan doğacak bir düzene de tekabül edebilir. Daha doğrusu Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır gibi ülkelerin kendi toplumları ile karşı karşıya gelmemek adına Gazze ve Filistin konusunda kolektif bir tavır takınmaları zaruri hale gelebilir.

Hatırlarsanız birkaç ay evvel Suudi Arabistan Veliaht Prensi Bin Selman’ın hayatı ile alakalı endişeye kapıldığını ifade ettiği, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’nin Gazze’de yaşanan soykırım sonrasında tepkilerin yükselmesini müteakip açıklamalar yapmak durumunda kaldığı bir atmosfer mevcuttu. Tam olarak bahsettiğim durumun ispatı niteliği taşıyan, onları bu açıklamaları yapmaya zorlayan sosyoloji, Trump’ın kaosundan bir düzen inşa etmeye de onları zorlayabilir. Halihazırda Trump’ın Suudi Arabistan’ın ‘iki devletli çözüm olmadan İsrail ile normalleşeceğine’ dair yaptığı açıklamaya Riyad’dan net bir cevap geldi. Trump’a cevaben yapılan açıklamada Riyad’ın iki devletli çözüm konusundaki duruşunun sarsılmaz olduğu ifade edildi.
İşte 2018’de bu tarz kesin açıklamalar yapmak yerine, statükonun parçası olarak farklı emeller peşinde koşan liderlere karşı tepkisiz kalan toplum ve sosyoloji, şu an tavizsiz bir tavır bekler hale gelmiş durumda. Trump ve Netanyahu’nun basın toplantılarında yaptıkları skandal açıklamalar ve planlar, bahsettiğim politik ve sosyolojik gerçeklikler doğrultusunda Filistin ve Gazze adına gerçek bir düzeni de beraberinde getirebilir.
Kim kaybeder?
İsrail’de Trump ve Netanyahu’nun planı sonrası topyekûn bir kaosun ortaya çıkması ilk olarak İsrail’de uzun süredir kenara çekilmiş olan muhalefeti sahaya indirecektir. Netanyahu’nun savaş ve kaosa eş değer siyasi kariyerinin bitmesiyle, Müslüman dünya ile tekrar iletişim kurmaya çalışacak olan Tel Aviv’in artık iki devletli çözüm dışında seçeneği kalmayacaktır.
Avrupa’da, Orta Doğu’da, Karadeniz ve Akdeniz’de, Asya Pasifik’e kadar her cephede ABD’nin dizginleri ele alması artık daha da zorlaşacaktır. Trump, barıştan ve istikrardan, Orta Doğu’da daha fazla kan dökmemekten bahsederken kendi eliyle Washington için bir kıyameti çağırabilir. Avrupa Birliği ile gittikçe gerginleşen ilişkiler ve yeni ABD Başkanı’nın pervasız metodolojisi düşünüldüğünde, Trump beklemediği kadar yalnızlaşabilir ve Çin ile rekabette beklenenden çok daha erken havlu atmak zorunda kalabilir.
Arap ve Körfez ülkelerinin, Türkiye ve Mısır ile beraber kolektif olarak bir direniş, dayanışma sergileyebilmesi durumunda Trump’ın ve Netanyahu’nun kanlı gelecek tasavvurunun önüne geçilebilir. Burada sergilenecek muhtemel bir irade ise, artık ABD ve Çin rekabeti arasında sıkışan ülkelerin yıllardır sağlayamadığı birlikteliğe zemin teşkil edebilir ve iki devletli, hakkaniyetli bir çözümü Filistin, daha geniş ölçekte ise bölge adına istikrarlı barışı tesis edebilir.
Kamuoyuna rejimlerini ayakta tutmak, toplumsal öfkeyi engellemek adına açıklamalar yapmanın ötesine geçmek durumunda olan Müslüman ülkelerin tutumları, Gazze’nin ve Filistin’in geleceğinde kilit rol oynayacaktır. Arka planda bu kirli planların iş birlikçisi olan ve Gazze’yi ‘aradan çıkarılması’ gereken bir sorun olarak gören ülkelerin, manevi ve tarihsel anlamda ortaya koyacakları irade, kendi şahsi siyasi kariyerlerinden daha önemlidir. Ortak kader algısına böyle bir soykırıma rağmen tabii olmaktan imtina eden aktörler, Trump ve Netanyahu’nun çizeceklerini iddia ettikleri sözde yeni haritaların değil, toplumların şedid öfkesinin muhatabı olabilirler. Bu senaryoda tarih ve mahşeri vicdan onları asla affetmeyecektir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.