Trump 2.0: Popülizmin Amerikan Siyasetine Yansımaları


Donald J. Trump’ın ikinci dönemi, Amerikan dış politikasındaki değişiklikler nedeniyle ülkemizde ve bölgemizde genellikle Amerikan dış politikası açısından değerlendiriliyor. Ancak aynı zamanda Trump’ın ikinci dönemi, Amerikan iç siyasetinde de önemli çalkantılara yol açmaya devam ediyor. Trump’ın birbiriyle yakından bağlantılı olan hem iç hem de dış politikasını anlamak için de öncelikle popülizm kavramını doğru anlamamız gerekiyor.
Popülizm, günümüzde pek çok demokratik ülkede giderek daha belirgin hale gelen bir siyaset yapma biçimidir. Pek çok sosyal bilimci, popülizmin toplumsal talep ve hoşnutsuzlukları dile getirme biçiminde ortaya çıktığına dikkat çekmektedir. Bu bağlamda popülist siyasetin temelinde “halk” kavramı merkezî bir yere sahiptir. Popülist liderler, “halk”ı mevcut elitlere, bürokratik kesime veya çeşitli “dış güçlere” karşı savunduklarını iddia eder. Trump’ın 2016 yılında ABD başkanı seçilmesi de bu çerçevede, Amerikan siyasetine popülist retoriğin güçlü bir girişini temsil etmişti. Trump’ın başkanlığı gerek içeride gerekse uluslararası arenada “America First” (Önce Amerika) sloganıyla pekiştirilen, milliyetçi ve popülist bir siyaset yaklaşımının pratiği olarak okunmuştur.

Trump 2.0 için temel soru, Trump’ın popülist stratejisinin kurumlar, siyasal partiler ve toplumsal kutuplaşma gibi Amerika’daki iç dinamikleri nasıl etkileyeceği ve bu etkileşimin ikinci başkanlık döneminde nasıl bir boyuta evrileceğidir.
Popülizm nedir?
Popülizm üzerine yapılan akademik çalışmalar, tek bir uzlaşı tanımı sunmaktan uzaktır ancak genel hatlarıyla popülizm, “halk” ile “elit” arasında kurulan bir zıtlık ilişkisini temel alır. Halkın çıkarlarının elitler veya “yerleşik düzen” tarafından göz ardı edildiği iddiası, popülist söylemin en belirgin özelliğidir.
Popülizmin bir diğer ortak özelliği, “biz” ve “onlar” ikiliği üzerinden işleyen basitleştirici bir siyasal söylem kullanmasıdır. Popülist lider, bu “biz” kitlesine kimlik sağlayarak, siyasal aidiyeti güçlendirmeyi amaçlar. Trump’ın kampanya sürecinde gördüğümüz gibi, kullanılan söylemler genellikle duygusal boyutu ağır basan, sembolik ve kısa ifadelerle beslenir. Ve yine Trump’ın etkin “X” (Twitter) kullanımında gördüğümüz gibi günümüzde sosyal medyanın ve kitle iletişim araçlarının etkin kullanımı sayesinde popülist mesajlar, geniş kitlelere süratle ulaştırılır.
Popülizm, farklı coğrafyalarda çeşitli ideolojik yönelimlerle birleşebilir. Amerika Birleşik Devletleri özelinde de Trump’ın popülist söyleminin merkezinde milliyetçi, göçmen karşıtı ve “Amerikan değerlerini koruma” temalı unsurlar öne çıkmıştır. Buna ek olarak, Trump benzeri sağ popülist liderler, serbest piyasanın avantajlarını savunurken, “üreten Amerikalıları” büyük şirketlerin, ulusötesi anlaşmaların veya Çin gibi ekonomik rakiplerin haksız rekabetinden koruma vaatlerinde de bulunuyor.
Donald Trump, 2016 seçim kampanyasından itibaren popülist siyaset söylemlerini yoğun biçimde kullanmıştır. 2025’teki ikinci döneminde de bu yaklaşımın izlerini sürmek, Amerikan politikasının gidişatını doğru anlamak adına son derece önemlidir. Popülist liderlerin tipik özelliklerinden olan “halk adına harekete geçmek” ve “elit odaklarına karşı mücadele etmek” söylemi, Trump’ın ikinci başkanlık dönemine de yön veren temel motiflerden biri olmaya devam etmektedir.
Kongre baskını katılımcılarına af
Trump, ikinci dönemine hızlı bir başlangıç yaparak, 6 Ocak 2021’deki Kongre baskınına katılan yaklaşık 1.500 kişiye af çıkarmıştır. Popülist literatürde, liderin halk ile kurduğu özel bağ ve kurumlara karşı duyduğu güvensizlik sıklıkla vurgulanır. Bu af kararı, Trump’ın sisteme güvenini kaybetmiş ve öfkeye sürüklenmiş gruplardan oluşan tabanını koruma isteğinin somut bir örneğidir. Af kararı, Demokratlar ve ana akım medya tarafından Amerikan demokrasisine zarar vermekle suçlanırken, Trump bunu ülkeyi gerçek vatanseverlerle yeniden birleştirme” hamlesi olarak sunmuştur.

Bunun popülist söylemle ilişkisi, halkın gerçek temsilcisi olduğunu iddia eden Trump’ın, hukukun üstünde görülme eğilimini yansıtır. Elitler veya hukuk kurumları tarafından suçlu ilan edilen kişilerin aslında “vatansever” olduklarını ileri sürerek, “sistemi asıl tehdit edenler yargıçlar, bürokratlar ve muhalif siyasetçilerdir” şeklinde bir zemin oluşturur. Bu sayede popülist lider, tabanıyla kurduğu özdeşliği perçinlemektedir.
Enerji politikaları ve ulusal enerji krizi ilanı
Popülist liderlerin sıklıkla başvurduğu bir yöntem de milliyetçi ve ekonomik kaygıları tek potada eriterek toplumsal bir seferberlik duygusu yaratmaktır. Trump’ın 2025’te “Ulusal Enerji Krizi” ilan etmesi ve ardından Paris İklim Anlaşmasından yeniden çekilmesi, tipik bir “önce Amerika” yaklaşımını yansıtmaktadır. Bu yaklaşım, Amerikan ekonomisinin çıkarlarını ön planda tutarken, uluslararası yükümlülükleri “elit projeleri” olarak yaftalamak anlamına gelir.
Aynı zamanda, petrol ve doğalgaz şirketlerine yönelik kısıtlamaların kaldırılması ve açık denizlerde petrol arama izinlerinin verilmesi, popülist liderlerin kısa vadeli ekonomik kazanımları vurgulayan politikalarına bir örnektir. Trump, bu adımlarıyla kendi seçmen kitlesi içinde önemli bir yer tutan fosil yakıt endüstrisi çalışanlarını ve ilgili eyaletlerin ekonomik beklentilerini karşılamayı hedeflerken, çevre ve iklim değişikliği konusunda duyarlı kesimleri ise rahatlıkla “elitist kaygılar” gütmekle suçlayabilir. Rüzgâr enerjisi projelerini durdurma kararı da bu bakış açısının net bir tezahürüdür.
Bu kararlar, hem uluslararası arenada ABD’nin iklim politikaları konusundaki konumunu zayıflatmakta hem de iç politikada yoğun tartışmaları beraberinde getirmektedir. Popülist zeminde bakıldığında, Trump’ın bu hamleleri halkın refahını gözeten, güçlü ve karizmatik lider portresiyle uyumludur. Halka, bürokratik ve küresel düzenin dayatmalarından kurtulan bir ABD imajı sunulmaktadır.
Federal hükümette personel değişiklikleri ve bağlılık testleri
Popülist rejimlerde, liderlerin halk ile doğrudan temas kurmak istemesi sebebiyle ara kurumların bağımsızlığı ve bürokratik özerklik sıklıkla tehdit altındadır. Trump’ın, 24 Ocak 2025’te 17 bağımsız genel müfettişi görevden alması ve federal kurumlarda geniş çaplı “sadakat testleri” uygulaması, bunun somut örneklerindendir. Liderin gündemini benimsemeyen personelin tasfiye edilmesi, sistemdeki denge-denetleme mekanizmalarını zayıflatır. Bağımsız müfettişlik kurumlarının görevden alınması, federal yasalara aykırı olduğu iddialarını beraberinde getirse de Trump, bu hareketi bürokrasiyi temizleme ve halkın çıkarlarına karşı çıkan unsurları bertaraf etme olarak sunmaktadır.

Popülizmin bu noktada karakteristik özelliği, devlet aygıtının liderin iradesi doğrultusunda merkezileştirilmesidir. Çünkü popülist lider, halkın desteğini arkasına aldığını düşündüğünde, hukuki veya kurumsal kısıtları elitlerin ve bürokrasinin oyunu olarak lanse edebilir.
Ticaret politikaları ve gümrük tarifeleri
Trump’ın ikinci döneminde uygulamaya koyduğu Kanada ve Meksika’dan ithal edilen tüm ürünlere yüzde 25, Çin’den ithal edilen ürünlere ise yüzde 10 ek gümrük vergisi, yine popülist bir ekonomi yaklaşımının tezahürüdür. Bu tür korumacı ekonomi politikaları, yerli üreticiyi ve Amerikan işçisini koruma söylemiyle yürütülür. Popülist lider, dış ticaret açığını ve küresel ekonomik rekabeti, halkın çıkarlarını hiçe sayan uluslararası düzenin bir parçası olarak tasvir eder. Bu bağlamda, Trump’ın ticari korumacılık hamleleri, özellikle Amerikan iç piyasasına yönelik halkçı bir motivasyonu destekler gibi görünür.
Uluslararası anlaşmalardan çekilme ve kurumlarla ilişkiler
Paris İklim Anlaşması ve Dünya Sağlık Örgütü’nden (DSÖ) tekrar çekilme kararları, Trump’ın ikinci döneminde de uluslararası kurumların halk çıkarına aykırı olduğu söylemine dayanan popülist tutumunu ortaya koymaktadır. Bu kurumlar, Trump’ın bakış açısında, Amerikan halkının yerine küresel elitlerin çıkarlarını önceleyen yapılar olarak nitelendirilir. Popülist liderlik, tam da bu kutuplaşma üzerinden taraftarların sadakatini pekiştirme eğilimindedir. Zira, “öteki”ne karşı “biz” söylemi, popülist stratejinin temel araçlarından biridir.
Sonuç
Genel olarak bakıldığında, Trump 2.0 dönemi, Amerikan iç politikasında popülizmle karakterize olmuş bir çizgiyi sürdürmekte ve güçlendirmektedir. Liderin, halkın çıkarlarını savunan yegâne aktör olduğu fikrini güçlendirmek adına kurumsal denge ve denetleme mekanizmalarını yıpratması, ülke içinde artan bir kutuplaşma dinamiğine yol açmaktadır. Bu süreçte popülizmi doğru anlamak, Trump’ın iç politika dinamiklerini anlamak noktasında kritik önem taşımaktadır. Bu nedenle, Trump’ın kararlarını yalnızca ‘sağ’ veya ‘muhafazakâr’ ideolojiler üzerinden değil, popülist kurgunun işleyiş mekanizmaları üzerinden analiz etmek gerekir.
Trump’ın ikinci döneminde aldığı af kararları, uluslararası anlaşmalardan çekilmeler, enerji ve ticaret politikalarındaki radikal adımlar ile kurumlara yönelik baskı, popülist söylemin ve politikanın temel unsurlarıyla büyük oranda örtüşmektedir. Trump 2.0, bu noktada popülizmin gücünü, çeşitli iç ve dış politik hamlelerle perçinleyerek hem destekçi tabanını mobilize etmeyi hem de muhalefeti sürekli savunma konumunda tutmayı hedeflemektedir. Dolayısıyla, Amerikan iç siyasetini anlamak için popülizmin dinamiklerini kavramak, bu dönemin politik atmosferini doğru yorumlamak açısından vazgeçilmez bir gerekliliktir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.