Tiran'da Avrupa Sahnesi: Türkiye’nin Stratejik Konumu


16 Mayıs 2025’te Arnavutluk’un başkenti Tiran’da gerçekleştirilen Avrupa Siyasi Topluluğu (AST) Altıncı Zirvesi, Avrupa’nın geleceğine yönelik jeopolitik, ekonomik ve güvenlik mimarisinin yeniden tanımlandığı bir platform olarak öne çıkıyor.
2022 yılında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un önerisiyle kurulan bu platform, Avrupa Birliği (AB) üyesi olan ve olmayan ülkeler arasında düzenli temas ve görüş alışverişine imkân tanıyan esnek bir yapı olarak tasarlanmış durumda. Her ne kadar kurumsal bir kimlikten yoksun olsa da giderek derinleşen küresel krizler bağlamında Avrupa’nın stratejik pusulası haline geliyor.
Tiran zirvesi ise Avrupa kıtasındaki aktörlerin ortak reflekslerini ölçmek, kırılganlıklarını tespit etmek ve potansiyel iş birliklerini şekillendirmek adına kritik öneme sahip.
Jeopolitik kapsayıcılık ve Tiran Zirvesi’nin sembolizmi

Avrupa Siyasi Topluluğu’nun Altıncı Zirvesi’nin Batı Balkanlar'da, yani Arnavutluk'un başkenti Tiran'da gerçekleştirilmiş olması, yalnızca coğrafi değil, aynı zamanda stratejik ve siyasi açıdan da derin anlamlar taşıyor.
Zirve, Avrupa'nın merkezi güç yapısından çevresine doğru genişleyen bir siyasi kapsayıcılık anlayışını temsil ediyor. Bu bağlamda Arnavutluk’un ev sahipliği, ülkenin Avrupa Birliği'ne üyelik sürecinde aldığı mesafeyi ve Batı Balkanlar’ın Avrupa entegrasyonundaki artan jeopolitik önemini öne çıkarıyor.
Tiran’daki İskender Bey Meydanı’nda düzenlenen toplantıya 25 AB üye devletiyle birlikte Türkiye, Birleşik Krallık, Sırbistan, Karadağ, Kosova, Gürcistan ve Moldova gibi AB dışındaki 20’nin üzerinde ülkenin lideri katılmış ve böylece kıta ölçeğinde kapsayıcı bir temsil sağlanmıştı.
Bu çeşitlilik, AST’nin yalnızca AB üyesi devletleri değil, Avrupa kıtasının genelini ilgilendiren güvenlik, ekonomik dayanıklılık ve demografik dönüşüm gibi ortak meseleleri ele alan bütüncül bir platform olduğunu ortaya koyuyor. Bu çerçevede AST’nin kurumsallaşmamış ve esnek yapısı, Avrupa’da çok katmanlı siyasi iş birliğinin önünü açarak, AB üyeliği statüsünden bağımsız olarak ülkelerin ortak diyalog mekanizmalarına dahil olmasına olanak tanıyor.
Özellikle Türkiye’nin, bu tür platformlarda yüksek düzeyde temsil edilmesi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın etkin katılımı, Ankara’nın Avrupa siyasetinde çok taraflı iş birliği arayışında aktif bir pozisyon benimsediğini gösteriyor.
Ayrıca, Arnavut çocuklarının çizimlerinden oluşan görsel öğelerle süslenen zirve alanı, Avrupa’nın geleceğine dair umutların ve değerlerin sadece liderler düzeyinde değil, toplumsal düzeyde de paylaşılmak istendiğini simgeliyor. Bu sembolizm, Avrupa’nın genişleyen kimliğinde genç nesillerin ve entegrasyon sürecindeki ülkelerin oynayacağı rolün altını çiziyor.
Güvenlik, demokrasi ve Rusya faktörü
Avrupa Siyasi Topluluğu'nun Tiran Zirvesi'nde öne çıkan başlıca gündem maddelerinden biri, “Avrupa’nın güvenliği ve demokratik dayanıklılığı” oldu. Bu başlık altında yapılan tartışmalar, yalnızca askeri ve stratejik tehditlere karşı ortak duruşu değil, aynı zamanda demokratik kurumların ve değerlerin korunmasını da kapsayan çok boyutlu bir güvenlik anlayışını yansıtıyor. Zirvenin bu yönüyle, Avrupa kıtasının karşı karşıya olduğu en kapsamlı sınamalardan biri olan Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı savaş bağlamında şekillendiği görülüyor.
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’nin zirveye bizzat katılarak yaptığı çağrılar, savaşın yalnızca bir sınır ihlali değil, Avrupa’nın siyasal kimliği, egemenliği ve kolektif güvenliği açısından da varoluşsal bir tehdit oluşturduğuna dikkat çekiyor.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in yaptığı açıklamalarda ise AB'nin caydırıcılığını artırmak üzere yeni yaptırım paketleri üzerinde çalışıldığı, bu çerçevede Rusya'nın enerji altyapısını hedef alan projeler, finansal bağlantılar ve gölge filosu gibi unsurların yaptırım listesine dahil edilmesi gündemde. Bu yaklaşım, Avrupa'nın klasik diplomatik tepkilerinin ötesine geçerek daha bütüncül ve stratejik bir baskı mekanizması geliştirme arayışında olduğunu gösteriyor.
Zirvede ayrıca Moldova gibi Rusya’nın doğrudan müdahale tehdidiyle karşı karşıya olan ülkelerin demokratik direnci özel olarak gündeme geldi. Moldova Cumhurbaşkanı Maia Sandu’nun reform sürecine ilişkin kararlılığı, katılımcı devletlerce memnuniyetle karşılandı. Bu bağlamda, Avrupa demokrasisinin yalnızca içsel bir normlar sistemi değil, dış tehditler karşısında savunulması gereken bir siyasi miras olduğu söylenebilir.
Türkiye açısından ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın zirvede yaptığı konuşma, çok yönlü bir güvenlik yaklaşımının yansıması. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa savunma sanayisinin geliştirilmesini desteklediğini, ancak bu çabaların NATO’nun merkezi rolünü aşındırmadan ve ittifak dışı müttefikleri dışlamadan yürütülmesi gerektiğini vurguluyor. Bu ifade, Türkiye’nin Avrupa güvenlik mimarisinde dışlayıcı eğilimlere karşı duyarlılığını ve çok taraflı güvenlik mimarilerinde yer alma isteğini açıkça ortaya koyuyor.
Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Ukrayna’daki savaşın sona erdirilmesine yönelik diplomatik girişimlere Türkiye’nin aktif katkısını vurgulaması ve İstanbul’da devam eden Rusya-Ukrayna-Türkiye görüşmelerine atıfta bulunması, Ankara'nın yalnızca bölgesel değil, kıtasal düzeyde barış yapıcılığı üstlenme iradesini de gözler önüne seriyor.
Türkiye’nin stratejik rolü
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avrupa Siyasi Topluluğu’nun Tiran Zirvesi’ne katılımı, sadece sembolik bir varlık değil, aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa kıtasıyla ilişkilerini çok boyutlu biçimde yeniden inşa etme iradesinin açık bir beyanı olarak değerlendirilmeli. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zirvedeki konuşması ise hem güncel krizlere dair tutumunu hem de Türkiye’nin bölgesel ve küresel aktör kimliğini pekiştirmeye yönelik stratejik bir çerçeve sunuyor.
Konuşmasında özellikle iki kriz bölgesine (Gazze ve Ukrayna) yönelik çağrıları dikkat çekici. Bu çağrı, Türkiye’nin yalnızca Avrupa meseleleriyle sınırlı bir oyuncu değil, aynı zamanda Avrupa-Akdeniz hattında insani ve diplomatik sorumluluk üstlenmeye hazır bir güç olduğunu gösteriyor.
Ukrayna meselesinde ise Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin arabulucu kimliğine vurgu yaparak İstanbul’da devam eden müzakerelere dikkat çekmiş ve Rusya ve Ukrayna ile aynı anda diyalog kurabilen nadir ülkelerden biri olarak Türkiye’nin barış yapıcı kapasitesini vurgulamıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konudaki açıklamaları, Türkiye’nin “aktif tarafsızlık” politikasını sürdüren bir aktör olarak dengeli pozisyonunu koruma çabasının bir tezahürü olarak okunabilir.

Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerinin teknik ve yapısal boyutları da net şekilde vurgulanmıştır. Gümrük Birliği’nin güncellenmesi yönündeki beklenti, Avrupa ekonomisiyle entegrasyonun derinleştirilmesi arzusunu ortaya koyarken; Schengen vize rejiminin gözden geçirilmesine yönelik çağrı, insan hareketliliği, hizmet ve sermaye akışkanlığı açısından daha bütünleşik bir Avrupa vizyonuna işaret ediyor.
Türkiye’nin otomotiv, ilaç, savunma sanayii gibi stratejik sektörlerde Avrupa ile ortak üretim ve yatırım girişimlerine açık olduğunu belirtmesi, iş birliğinin salt siyasi değil, ekonomik temellere de dayandırılması gerektiği yönündeki yaklaşımını ortaya koyuyor.
Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Avrupa savunma politikalarının NATO’nun merkezi rolüyle çelişmeyecek biçimde şekillendirilmesi gerektiğine yönelik ifadeleri, Türkiye’nin güvenlik mimarisine dair hassasiyetlerini ve ittifak içerisindeki konumunu koruma niyetini yansıtıyor.
Türkiye, Avrupa'nın savunma kapasitesini güçlendirme girişimlerini desteklerken, bu sürecin AB üyesi olmayan NATO müttefiklerini dışlamayacak şekilde yürütülmesini talep ediyor. ReArm ve SAFE gibi girişimlerin kapsayıcı biçimde yürütülmesi gerektiğine dair vurgu, Ankara’nın Avrupa güvenliğinde dışlayıcı bloklaşmalara karşı olduğunu gösteriyor. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın enerji, ulaştırma koridorları ve tedarik zinciri güvenliği konularında yaptığı açıklamalar, Türkiye’nin yalnızca bir transit ülke değil, aynı zamanda Avrupa'nın stratejik otonomisine katkı sunabilecek bir merkez ülke olduğunu vurguluyor. Enerji altyapısında Türkiye’nin sunduğu kapasite ise Avrupa'nın enerji dönüşüm sürecinde güvenilir bir ortak arayışına somut katkı sağlayabilir nitelikte.
Ekonomik güvenlik, stratejik otonomi ve rekabetçilik
Avrupa Siyasi Topluluğu’nun Tiran Zirvesi’nde öne çıkan bir diğer temel başlık, Avrupa'nın ekonomik güvenliğinin sağlanması ve stratejik otonomisinin güçlendirilmesi çerçevesinde küresel rekabetçiliğinin artırılması oldu. Avrupa Birliği’nin hem iç dinamiklerindeki kırılganlıklar hem de dışsal tehditler karşısında ekonomik direnç oluşturma çabası, bu oturumda liderler düzeyinde somut politikalarla masaya yatırıldı.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in konuşmasında öne çıkan “yenilikçilik, dijital altyapı, enerji bağımsızlığı ve tedarik zinciri güvenliği” vurguları, AB'nin uzun vadeli ekonomik sürdürülebilirliğinin ancak bu stratejik alanlardaki kırılganlıkların giderilmesiyle sağlanabileceği yönündeki kurumsal farkındalığı yansıtıyor.
Özellikle pandemi sonrası dönemde yaşanan lojistik darboğazlar, Ukrayna Savaşı’nın enerji üzerindeki etkileri ve Çin’e olan stratejik bağımlılığın ortaya koyduğu riskler, Avrupa’yı kritik ürün ve teknolojilerde kendine yeterli hale getirme yönünde daha kararlı adımlar atmaya zorlamış durumda.
Stratejik otonomi kavramı, artık sadece savunma sanayiiyle sınırlı kalmamakta; yeşil dönüşüm, dijital pazarlar, yarı iletken teknolojiler, yapay zekâ altyapıları, nadir toprak elementleri ve kritik hammaddelere erişim gibi alanlarda da temel bir öncelik halini almakta. Bu bağlamda, liderlerin dijital egemenlik ve inovasyon kapasitesinin artırılmasına yönelik politikaları öncelikli gündem haline getirdiği görülüyor.
Türkiye açısından bakıldığında, Türkiye’nin bu stratejik yeniden yapılanma sürecinde iş birliği yapmaya hazır bir aktör olarak konumlandığını söylenebilir. Türkiye'nin enerji geçiş yolları üzerindeki merkezi konumuna, yenilenebilir enerji kapasitesine ve dijital ekonomi alanındaki gelişme potansiyeli; Avrupa’nın enerji arz güvenliğini ve dijital altyapı çeşitliliğini artırma hedeflerine katkı sunabilir.
Türkiye’nin Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP), TürkAkım ve doğal gaz depolama tesisleri gibi projeleri ise kıtanın enerji kırılganlığını azaltmak açısından stratejik önem taşıyor. Buna ek olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Gümrük Birliği’nin güncellenmesi yönündeki çağrısı, Türkiye'nin Avrupa ile ekonomik entegrasyonunu daha yüksek katma değerli sektörlere taşımak istediğinin bir göstergesi.
Bu çerçevede otomotiv, ilaç, savunma sanayii ve dijital ürünler gibi alanlarda ortak üretim ve yatırım çağrıları, Türkiye'nin Avrupa’nın ekonomik güvenliğinde yalnızca bir tedarikçi değil, aynı zamanda bir “stratejik ortak” olarak konumlanma talebini yansıtıyor.
Tüm bu unsurlar, Avrupa'nın ekonomik güvenlik politikalarının artık sadece içsel kapasitelerle değil, aynı zamanda çevre ülkelerle derinleştirilmiş karşılıklı bağımlılık ilişkileriyle sürdürülebileceği bir döneme girildiğini gösteriyor. Türkiye gibi jeopolitik olarak kilit konumda bulunan ve bölgesel ekonomik kapasitesiyle dikkat çeken ülkeler, bu yeni dönemde Avrupa’nın stratejik tedarik zincirlerinin ve ekonomik koridorlarının ayrılmaz parçaları haline gelmeye aday.
Göç, gençlik ve gelecek

Avrupa Siyasi Topluluğu’nun Tiran’daki altıncı zirvesinde ele alınan bir diğer başlık, Avrupa'nın toplumsal yapısına ilişkin uzun vadeli tehditler ve fırsatlar çerçevesinde “göç, hareketlilik ve gençliğin güçlendirilmesi” oldu.
Avrupa’nın iç bütünlüğünü tehdit eden demografik gerileme, genç nüfusun ekonomik ve siyasal sisteme entegrasyonundaki yapısal sorunlar ve düzensiz göçün yarattığı baskılar, bu oturumda liderlerin ortak kaygılarını yansıtan kritik unsurlar olarak belirtilebilir. Zirve oturumunda, göç olgusunun giderek daha fazla jeopolitik bir araç olarak kullanıldığı, sınır güvenliği ve toplumsal direnç açısından ortak politikalar geliştirilmesi gerektiği vurgulandı.
Birçok lider, “göçün silah haline getirilmesi” (weaponization of migration) meselesine dikkat çekerek, Avrupa ülkelerinin bu tehdide karşı ortak yanıtlar geliştirmesi gerektiğini dile getirdi. Bu bağlamda yasa dışı göçle mücadele, insan kaçakçılığı ağlarının dağıtılması, geri kabul anlaşmalarının etkinleştirilmesi ve sınır ötesi iş birliğinin artırılması gündeme geldi. Özellikle Akdeniz ve Balkan rotaları üzerindeki ülkeler için göç meselesi sadece bir sınır sorunu değil, aynı zamanda siyasal istikrar ve kamu düzeni sorunu olarak okunabilir.
Gençliğin güçlendirilmesi ise oturumun geleceğe dönük boyutudur. Avrupa’nın sürdürülebilir kalkınması, dijital dönüşümü ve yeşil mutabakat hedeflerine ulaşabilmesi için genç nüfusun eğitimi, iş gücüne entegrasyonu ve sosyal mobilitesi büyük önem taşıyor. Bu nedenle gençlerin fırsatlara erişimini artıracak mekanizmaların oluşturulması, girişimcilik destekleri, kültürel değişim programları ve Avrupa çapında eğitim politikalarının uyumlaştırılması gibi konular ön planda yer alıyor.
Avrupa Siyasi Topluluğu ne vaat ediyor?
Avrupa Siyasi Topluluğu’nun kurumsal bir yapıya sahip olmaması ve her zirve sonrasında bağlayıcı kararlar ya da ortak deklarasyonlar yayımlamaması, başlangıçta bu platforma yönelik “sembolik forum” eleştirilerine yol açmıştı. Lakin 16 Mayıs 2025’te Tiran’da gerçekleştirilen altıncı zirve, AST'nin zamanla işlevsel bir "stratejik eşgüdüm mekanizması" haline evrildiğini ve Avrupa kıtasındaki siyasal aktörler arasında düzenli ve yüksek profilli temasları mümkün kılan bir zemin sunduğunu açıkça gösteriyor.
Tiran Zirvesi ile AST’nin temel vaatlerinden biri, Avrupa Birliği ile AB dışında kalan ancak kıtanın jeopolitik yapısında belirleyici rol oynayan ülkeler arasında kurumsal üyelik ön koşulu aramaksızın sürdürülebilir diyalog geliştirilmesini mümkün kılmak. Bu yönüyle AST, Avrupa Konseyi, AB ve NATO gibi mevcut kurumlarla çelişmeden; fakat onların dolduramadığı esnek ve kapsayıcı alanı işlevsel hale getiren tamamlayıcı bir yapı olarak değerlendirilmeli.
Farklı siyasi sistemlere, üyelik statülerine ve dış politika önceliklerine sahip ülkelerin aynı masa etrafında buluşabilmesi, AST’yi Avrupa siyasal mimarisinde benzersiz kılıyor. AST'nin bu yönü, özellikle Türkiye gibi AB tam üyelik süreci çeşitli siyasi nedenlerle tıkanmış ülkeler açısından ayrı bir anlam taşıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aktif katılımı, Türkiye’nin bu platformu sadece sembolik bir katılım aracı değil, aynı zamanda Avrupa ile stratejik angajmanını güçlendirecek bir diyalog alanı olarak gördüğünü teyit ediyor. Türkiye’nin güvenlik, enerji, ekonomik entegrasyon ve barış diplomasisi gibi başlıklarda sunduğu katkılar, AST içinde hem söylemsel hem de pratik düzlemde bir ağırlık oluşturmasını sağlıyor.
Tiran Zirvesi’nin bir diğer önemli yönü, Avrupa’nın mevcut çoklu kriz ortamında (Rusya’nın saldırgan dış politikası, Orta Doğu’daki insani krizler, ekonomik kırılganlıklar ve toplumsal dönüşümler bağlamında) ortak hareket etme kabiliyetini test etmiş olmasıydı. Zirvede öne çıkan temalar, Avrupa’nın yalnızca güvenlik ve ekonomi odaklı değil, aynı zamanda toplumsal dayanıklılığı güçlendiren, demokratik değerleri koruyan ve uzun vadeli istikrarı önceleyen bir vizyona yönelmek zorunda olduğunu ortaya koyuyor. Bu vizyon, AST gibi esnek ancak kapsayıcı yapıların etki alanını artırmasıyla daha somut bir nitelik kazanabilir. Bu çerçevede AST’nin önümüzdeki dönemde kurumsallaşmadan kurumsal işlevler yürüten, esnek yapısıyla hızlı refleks gösterebilen, bölgesel diyalogları derinleştiren ve AB’nin resmi yapılarının ötesinde Avrupa kıtasının tamamına temas eden bir aktör olarak öne çıkması mümkün.
Danimarka’nın 2025 sonbaharında ev sahipliği yapacağı bir sonraki zirve, bu doğrultuda AST’nin gelecekte ne ölçüde etkili olabileceğine dair bir başka ölçüm alanı sunacak. Türkiye açısından ise AST, yalnızca Avrupa ile ilişkileri güçlendirmek değil, aynı zamanda küresel krizlerde ara bulucu, enerji merkezi ve ekonomik ortak gibi çok yönlü kimliklerini görünür kılmak adına da önemli bir fırsat. Türkiye’nin bu platformdaki etkinliği, hem bölgesel düzenin şekillendirilmesinde söz sahibi olmasına hem de AB ile ilişkilerde karşılıklı bağımlılığı yeniden tanımlayacak yeni bir zemin oluşturmasına katkı sağlayabilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.