Suriye’yi Bekleyen Tehlikeler
Suriye’deki halk devriminin üzerinden bir ay gibi bir süre geçti. İlk ayda özgürlüğün verdiği mutluluğun daim olması hem mağdur ve mazlum Suriye halkının hem de on yılların zulmüne karşı çıkan vicdan sahiplerinin temennisidir. Son bir ay gösteriyor ki geleceğin Suriye’si Esed kabilesinin sömürdüğü Suriye’den daha iyi olacak. Daha somut konuşmak gerekirse; Suriye, bir daha milyonların göç etmek zorunda kaldığı bir ülke olmayacağa benziyor. İnşaallah da olmaz.
Ancak çatışmaların tamamen bittiği, düzenin tam olarak tesis edildiği ve herkesin kendi işine gücüne odaklandığı bir Suriye için biraz daha zamana ihtiyaç var. Çünkü Suriyelerin düşmanları kaybetse de yok olmadılar. Ayrıca dış müdahaleler devam edeceği benziyor.
İç düşman bağlamında YPG ve Nusayri militanları ülkenin geleceğini tehdit ediyorlar. Suriye’nin düşman (Esed rejimi) işgalinden kurtuluşunda öncü rol oynayan Heyet Tahrir Şam (HTŞ) önümüzdeki dönemde kendisini feshederek devrimi kendisine mal etmek yerine tüm halkla paylaşıp halkın içinde kaybolmayı kabul etti. Aynı şekilde Suriye Milli Ordusu (SMO) da yeni yönetimde askeri ve idari kadrolara dahil olarak kendini fiilen feshetmeye başladı. İki muzaffer grup belki de bir yıl içinde tarihten silinip gidecek.
İki grubun da Arap kökenli ve Sünni olması ve de devlet yönetiminde olmasının bu iki grubun kendilerini feshetmelerini kolaylaştırdığı iddia edilebilir. Ancak SMO, arkasında Türkiye olduğu için ayrı bir yapı olarak devam etmek isteseydi muhtemelen devam edebilirdi. Ahmed eş-Şera da (Ebu Muhammed el-Culani) ölünceye kadar Suriye’nin başında olmayı isteyebilirdi. Fakat göründüğü kadarıyla iki grup da Suriye’nin menfaatlerini kendi menfaatlerinden önce görüyor.
Rejim yanlıları karşı devrimin peşinde
Ne var ki durum rejimin kalıntıları için söz konusu değil. Karşı bir devrim yapıp eski güçlerini geri kazanmak isteyen Nusayri radikaller bir umut İran’ın da desteğiyle terör estirmeye devam ediyorlar. YPG’ye göre bile kayıpları daha büyük olan Nusayri gruplarının mevcut yönetimi kabul etmeyeceği ve çatışmaları beklenebilir. Kayıp verdikleri zaman da Nusayrilerin katledildiği gibi iftiraları yaymaları da beklenebilir -ki beklentileri boşa çıkarmadılar.
Ancak en büyük zararı çatışarak değil, İran’ı sürekli denklemde tutarak vermeleri muhtemeldir. İran ki Esed’in kaybetmesine İsrail ile birlikte üzülen iki ülkeden biridir. Esed’in gidişi Şii hilalinin uçlarını tersine çevirerek İran’ı kendi topraklarına hapsetmiştir. Lübnan’da Hizbullah’ın felç edilmesiyle başlayan gerilemeye Esed’in düşmesinin eklenmesi, Tahran için büyük bir yenilgi olmuştur. Artık büyük İran hayali, hayallerde kalmıştır. Ne var ki İran’ın Nusayri gruplar sayesinde Suriye’nin tadını kaçırmaktan geri durmayacağı muhakkaktır.
Suriye için YPG / SDG sorunu
Diğer bir tehdit olan YPG ise Suriye’nin bütünlüğüne göz diktiğini kendisini HTŞ ve SMO gibi feshetmeyerek devam ediyor. PKK’nın uzantısı olan ve mezkûr bağını inkâr etmeyen terör örgütü, Amerika’nın desteğiyle kurduğu illegal otonom yönetimini sürdürmek istemektedir. Örgüt, bilhassa Türkiye tarafından yapılan “PKK’yla bağları kesme” çağrılarına kulak tıkamaktadır.
Ayrıca YPG’nin SDG adıyla faaliyet gösterdiği son yıllarda rejim ve Rusya tarafından bombalanmamasına rağmen mağdur rolü oynadığı görülmektedir. Diğer yandan ABD’nin örgütle DEAŞ’la mücadele adı altında kurduğu ittifakın bozulmaması için sürekli DEAŞ tehdidini gündemde tutarak örgütü sahiplendiği görülmektedir. ABD ayrıca yeni Suriye yönetiminin ve Türkiye’nin DEAŞ’la mücadele sorumluluğunu üstlenme teklifini reddederek DEAŞ’ı canlı tutmak suretiyle YPG’yi de canlı tutmaya çalışmaktadır.
YPG yüzünden Amerikan varlığının Suriye’de devam etmesi beklenebilir. Ancak sorun bununla bitmiyor. İsrail’i kendisini koruması için çağıran örgüt denkleme Yahudi devletini koyarak bölgesel devletleri karşı karşıya getirmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla YPG yüzünden ABD-Türkiye ve Türkiye-İsrail ilişkilerinin daha da kötüleşmesi yüksel ihtimaldir. Sonuç olarak YPG sadece Suriye’nin iç güvenliğini ve egemenliğini değil bölgenin de güvenliğini tehlikeye sokmaktadır.
Diğer bir deyişle YPG’nin otonom yönetim uğruna Esed rejimi, Rusya, İran, ABD ve son zamanlarda İsrail’le yakınlaşması bölge ülkelerinin de birbiriyle çatışma riskini doğurmaktadır. Zikredilen ülkelerin, Marksist bir terör örgütünün egemen bir ülkenin üzerinde bir devletçik kurma hülyaları uğruna birbiriyle savaşmaması için son derece makul ve mantıklı hareket etmeleri ve birbirlerine husumet beslemek yerine fitne çıkaran örgütü ortadan kaldırmaları Suriye’den çok onların lehinedir. Aksi taktirde Suriye YPG yüzünden bölgesel bir savaşa ve büyük diplomatik krizlere neden olacak olaylara gebe kalacaktır.
Son olarak Suriye’nin ABD ve Avrupalı ülkeler tarafından Esed rejimine uygulanan ambargoların kalkmaması nedeniyle bilhassa ekonomik olarak zorda bırakılabileceğini hatırlatmak gerekiyor. Almanya’nın feminist Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock Suriye’yi ziyaret ettiğinde Ahmed eş-Şera tarafından eli sıkılmamıştı. Baerbock Suriye dönüşünde tehditler savurarak “İslamcılara” verecek paralarının olmadığını söyledi.
Önyargılarla hareket eden Baerbock’un el sıkılmaması üzerinden aldığı bu tavrın el sıkmaktan daha öte bir tutum olduğu söylenebilir. Çünkü mesele kadınlarla tokalaşmak ise Esed’in böyle bir kuralı yoktu ama 400 bin vatandaşını gözünü kırpmadan katletti. Fakat Avrupalılar yine de Esed’le ilişkileri geliştirmeye çalıştılar. Özelde Almanya ise inançları gereği elini sıkmayan İsrailli Yahudilere sınırsız silah yardımında bulunarak çocuklar ve kadınların katliamına ortak oldu. Mevcut Suriye yönetimi ne İsrail ne de Esed rejimi kadar insanlara düşmanlık etmemiştir. Ancak yine de “İslamcı” kimliği bahane edilerek başarısız olması için çaba harcanacağına dair sinyaller geliyor.
Avrupalı siyasetçilerin Şam’dan ayrılır ayrılmaz koydukları tavırlar ve cümle içinde kullandıkları bazı anahtar kelimeler bundan sonra Suriye’ye karşı nasıl bir politika izleyeceklerini de ele veriyor. Anlaşılan o ki Avrupa/ABD-Suriye ilişkileri Türkiye ile olan ilişkilerine benzeyecek. Batı dünyası on yıllardır mağdur edilen 20 milyonluk Suriye halkı yerine azınlıkların haklarına odaklanarak yeni Suriye hükümetini sıkıştırmak isteyecektir. Nitekim her demeçlerinde Nusayriler ve Kürtlerin haklarından bahsediyorlar. Oysa herkes bilir ki Suriye’nin bütünlüğüne en çok bu grupları temsil eden silahlı yapılar karşı çıkıyor.
Avrupa devletleri muhtemelen mezkur grupların durumunu istismar ederek ambargoları kaldırmayacaktır. Hatta azınlıkların yanı sıra LGBT mensupları, feministler vs. gibi Suriye toplumuna aykırı hareketleri de desteklemeleri olasıdır. Önümüzdeki birkaç ay içinde Suriye’yi bu tür mevzularla da sıkıştırmaları yüksek ihtimaldir.
Sonuç olarak denilebilir ki; Suriye’de düzenin oturması beklenenden daha fazla zaman alabilir. Çünkü Gazze’deki katliama sessiz kalanlar Suriye’ye insan hakları dersi vererek bu ülkeye kendi şartlarını dayatmak niyeti içindeler. Böyle bir tarafgirliğin yukarıda bahsini yaptığımız ayrılıkçı gruplara da cesaret verebileceğini ve onları bütünleşmek yerine çatışmaya sevk edebileceğini bekleyebiliriz.
Bu şartlar altında geriye tek dost olarak Türkiye ve Katar gibi birkaç ülke kalacaktır. Ancak ondan da önemlisi Suriyelilerin kararlılığı belirleyici unsur olacaktır. Gerek içerideki gruplar gerekse de dışarıdaki destekçilerine verilecek her taviz Suriye’nin sahil-i selamete çıkmasını geciktirecektir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.