Suriye’de Türkiye-İsrail Çatışması: Teoride Makul, Pratikte Düşük Bir İhtimal


Türkiye-İsrail ilişkileri uzun süredir gerilim ve yakınlaşma arasında gidip gelen bir seyir izlemektedir. İki ülke arasında stratejik ve ekonomik çıkarlar iç içe geçerken, Türkiye'nin Filistin meselesindeki kararlı tutumu siyasi gerilimlere yol açmaktadır. Son yıllarda bu gerilimler Suriye'deki gelişmeler bağlamında daha da artmıştır. Ankara ile Tel Aviv, askeri bir çatışmaya yol açabilecek karmaşık bir tabloyla karşı karşıya kalabilir. Bu durum, bölgesel güç dengelerinin dikkatli bir şekilde analiz edilmesini gerektirmektedir.
Geçtiğimiz Aralık ayında Beşşar Esed rejiminin devrilmesinin ardından Suriye'de siyasi ve askeri harita yeniden şekillenmeye başlamıştır. En dikkat çekici değişimlerden biri İsrail’in işgal altındaki Golan Tepeleri'nin ötesine ilerlemesidir. Bu adım, İsrail’in Hamas ve İran destekli gruplarla yaptığı son savaştan elde ettiği zaferin ardından gelmiştir. İsrail’in bu hamlesi güney Suriye’de yeni bir tampon bölge oluşturarak güvenlik çıkarlarını koruma amacını taşımaktadır.

Diğer yandan Türkiye, Esed’in devrilmesinin ardından Suriye’deki nüfuzunu genişletmeye çalışmaktadır. Ankara, Suriye’nin coğrafi yakınlığı nedeniyle Türk ulusal güvenliğini Suriye'nin güvenliğiyle doğrudan bağlantılı görmektedir. Türkiye, askeri varlığını sürdürme çabasındadır. İran ve Rusya’nın bölgedeki rolünün zayıflaması, Ankara’ya kendi çözüm vizyonu doğrultusunda daha fazla hareket alanı tanımaktadır.
Türkiye ile İsrail arasında bir çatışma ihtimali teorik olarak makul görünse de pratikte pek olası değildir. İsrail, Suriye’yi bölgesel nüfuzunu artırmak için bir fırsat olarak görmekte; özellikle Dürziler ve Kürtler gibi bazı azınlık grupları destekleyerek Suriye içinde kendisine bağlı bir vekil yapı kurma çabası içerisine girmektedir. Bu yaklaşım, Türkiye ile daha fazla gerilime neden olabilir. Zira Ankara, Suriye toprak bütünlüğünü tehdit eden ya da ayrılıkçı eğilimleri destekleyen her türlü girişimi kırmızı çizgi olarak değerlendirmektedir. Ancak doğrudan askeri bir çatışma beklenmemektedir. Türkiye’nin NATO üyesi olması, İsrail’le doğrudan bir çatışmayı siyasi ve askeri olarak oldukça karmaşık bir hale getirir. NATO’nun ortak savunma ilkesi, İsrail’in Türkiye’ye doğrudan saldırmasını caydırabilecek bir unsurdur.
ABD’nin bölgedeki stratejik durumu
Amerika Birleşik Devletleri, uzun süredir hem İsrail’i hem de Türkiye’yi bölgedeki stratejik ortakları olarak görmektedir. Ancak Suriye’de iki ülkenin farklı çıkarlara sahip olması ciddi bir endişe kaynağıdır. Bence Washington, gerginliği azaltmak için arabulucu rolü üstlenebilir fakat doğrudan müdahaleden kaçınacaktır; özellikle bu çatışmanın ABD’nin hayati çıkarlarını doğrudan etkilemediği düşünülürse.
Öte yandan, önceki Amerikan yönetiminin Esed sonrası Suriye dosyasına müdahale konusunda isteksiz olduğu görülmektedir. Yeni hükümetin başına geçen Ahmed Şara yönetimiyle ilişkiler kurma konusunda herhangi bir ilgi gösterilmemiştir. ABD, bu dosyayı Türkiye’ye bırakmayı tercih etmiştir. Türkiye'nin Suriye'nin geleceğinde anahtar rol oynayacağı düşüncesi Washington’un tarafsız kalmasına neden olmuştur. Bu tarafsızlık, Türkiye ile İsrail arasında daha fazla sürtüşmeye alan açabilir.
İsrail’in Suriye planları
Bu ortamda İsrail, askeri müdahalesini azınlıkları koruma gerekçesiyle meşrulaştırmaya çalışmakta; son dönemde yeni Suriye rejiminin Kuneytra, Dera ve Süveyda’daki askeri güçlerinin silahsızlandırılması gerektiğini vurgulamaktadır. Dürzi topluluğuna tehdit oluşturulmasına izin verilmeyeceğini açıkça belirtmiştir. Ancak bu açıklamalar, Suriye’nin yeni bayrağını taşıyan Dürzi bölgelerinde protestolarla karşılanmıştır. Göstericiler, İsrail’in Suriye topraklarından çekilmesini talep etmektedir. Karşı cephede Türkiye, Suriye’deki boşluktan faydalanmaya çalışan tüm taraflara açık uyarılarda bulunmuştur. Ankara, İsrail’in öngördüğü şekilde Suriye’nin bölünmesine izin vermeyeceğini vurgulamaktadır. Suriye'nin birliği ve egemenliğinin korunması, Türkiye’nin bölgesel güvenlik stratejisinin temelidir. Türkiye, Ahmed Şara liderliğindeki yeni hükümeti destekleyerek uluslararası toplumu, yaptırımların kaldırılması ve yeniden inşa projelerinin desteklenmesi konusunda teşvik etmektedir.

İsrail, Esed sonrası Suriye ile çatışmak istemediğini açıklasa da sahadaki hareketleri bu söylemle çelişmektedir. İsrail, Suriye’deki askeri tesisleri, silah ve füze depolarını hedef alan yoğun hava saldırıları gerçekleştirmiştir. Ayrıca 1974 tarihli ateşkes hattının ötesinde yeni bir tampon bölge kurmak için kara operasyonlarına başlamıştır. Bu operasyonların devam etmesi, özellikle İsrail'in Suriye'de daha fazla yayılması durumunda Türkiye ile olan gerilimin tırmanma ihtimalini artırmaktadır.
Ara buluculuk mümkün mü?
Bu gerginlik ortamında Azerbaycan’ın Türkiye ile İsrail arasında bir çatışmayı önlemek için arabulucu rolü oynamaya çalıştığı yönünde haberler gelmektedir. Aynı zamanda bazı kaynaklar, Ankara ile Tel Aviv arasında gizli bir Amerikan arabuluculuğundan söz etmektedir. Ancak bu tür girişimlerin başarısı tarafların gerçek tavizler vermeye ne kadar istekli olduğuna bağlıdır ve bu şu an için garanti değildir.
Sonuç olarak, Türkiye-İsrail çatışması Suriye bağlamında teorik olarak mümkün görünse de pratikte bu ihtimal düşüktür. Böyle doğrudan bir çatışma, Ortadoğu’da hem bu iki ülke hem de yeni Amerikan yönetimi açısından ciddi bir diplomatik sıkıntıya neden verecektir. Aynı şekilde NATO için de son derece rahatsız edici bir durum olacaktır. Bu nedenle doğrudan bir çatışma kararı oldukça karmaşık ve riskli bir meseledir ve ne ABD ne de Batı bu durumun bölgesel ve küresel sonuçlarını göze alabilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.