Suriye-Venezuela Denkleminde Türkiye Latin Amerika'ya Nasıl Bakmalı?
Dünyanın 2025 yılında gündemini belirleyecek üç önemli ülke Suriye, Ukrayna ve Venezuela olacak. Suriye ve Venezuela’daki gelişmeler şimdiden diğer ülkeleri ilgilendiren bir boyuta ulaşmışken, Ukrayna’nın gündemin merkezinde konumlanması biraz zaman alacak. Suriye’de Beşar Esed rejiminin devrilmesi sonrası, ülkede güvenlik, istikrar ve ülkenin yeniden inşasına yönelik çalışmalar sürerken, Venezuela gibi dondurulmuş çatışma alanlarında farklı hareketlenmeler mevcut. Venezuela’da Temmuz 2024’te yapılan seçim sonuçlarına göre zaferini ilan eden Cumhurbaşkanı Nikolas Maduro’nun mu yoksa aslen seçimi kendisinin kazandığını ilan eden ve farklı ülkelerden destek bulan muhalefet lideri Edmundo Gonzalez’in mi ülkenin geleceğini şekillendireceği bu aşamada belirsizliğini koruyor.
Bununla birlikte Suriye ve Venezuela’daki gelişmeler Türkiye için önem arz ediyor, zira her iki ülkenin Türk dış politikasında ayrı bir konumu söz konusu. Peki Türkiye ne yapmalı? Türbülans ve hesaplaşmaların artacağı ve ön plana çıkacağı bu süreçte nasıl bir Suriye, nasıl bir Güney Amerika ve Venezuela politikası takip etmeli?
Öncelikle Suriye ve Venezuela krizlerinin birbiriyle benzeştiği ifade edilmeli. Suriye 2011 yılından bu yana iç savaş halindeyken, geçen sürede yaklaşık 7 milyon kişi mülteci konumuna düştü. Mültecilerin büyük bir kısmı da uzun yıllardır Türkiye’de. Venezuela’da ise kriz 2015 yılında başladı ve ülke bir nevi Latin Amerika’nın Suriye’si haline gelmiş durumda. 2015 yılından bu yana yaklaşık 4,5 milyon Venezuelalı mülteci olarak kıtaya yayılmış durumdayken, 2,5 milyon Venezuelalı halihazırda Kolombiya’da.
Suriye ve Venezuela’ya dair bir diğer önemli boyut, her iki ülkenin de küresel mücadele alanı olması. Suriye özelinde üç katmanlı bir mücadele alanı var(dı); yerel düzeyde rejim ve muhalifler, bölgesel düzeyde İran-Türkiye, sistem düzeyinde ise ABD-Rusya. Venezuela’da da benzer bir durum söz konusu. Yerelde Maduro-Rodriguez, kardeşler-Diosdado Cabello, Cabello-muhalefet; bölgesel düzlemde Venezuela/Bolivya/Nikaragua/Küba - Kolombiya, Brezilya, Arjantin, Peru ve diğerleri; sistem düzleminde ise ABD’ye karşı politikalar izleyen Rusya ve Çin. Türkiye ise Venezuela konusunda kendisini hiçbir tarafla sınırlandırmayarak kendisine üçüncü bir alan açmış durumda.
Bölgesel ve sistemsel düzlemde, bazı ülkelerin Suriye ve Venezuela’da farklı iktidarlara göre zaman zaman pozisyon değiştirdiklerini belirtmekte fayda var. Suriye konusunda Körfez ülkeleri, Venezuela’da ise sağ-sol iktidar yaklaşımıyla Brezilya ve Arjantin gibi ülkeler farklı politikalar takip etti. Netice olarak, her iki ülkede de sorunlar değişmedi, yerel kaynaklı sorunlar, bölgesel ve sistemsel rekabeti sıcak tutmaya devam etti.
Suriye’de 8 Aralık 2024 tarihi itibarı ile Baas rejimi çöktü ve yeni bir süreç başladı. Batı, ABD öncülüğünde aynı senaryoyu Venezuela’da gerçekleştirmek istiyor. Venezuela’da Temmuz 2024’te yapılan seçimlerin sonucunun açıklanması gecikmiş ve sonunda Maduro’nun kazandığı ilan edilmişti. Yeniden seçilen Nicolas Maduro’nun 10 Ocak’taki yemin töreni öncesinde Biden dahil Batı, Edmundo Gonzalez’i kazanmış başkan olarak tanıyor ve en üst düzeyde ağırlıyor.
İki ülkenin Türkiye için önemi
Peki tüm bu gelişmeler Türkiye için ne anlama geliyor? Öncelikle, Suriye de Venezuela da Türkiye için yüksek öneme sahip iki ülke konumunda. Nitekim Suriye sınır komşumuz ve Türkiye’nin güvenliği ve iç siyaseti açısından da kritik bir durumda. Venezuela ise, Türkiye’nin Latin Amerika açılımının siyasi açıdan merkezinde yer alıyor.
Yeniden ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın her iki ülke için yaklaşımı belirleyici olacağı için uluslararası siyaset 20 Ocak 2025 tarihinde Trump’ın göreve başlamasını bekler durumda. Özellikle Latin Amerika siyaseti açısından, Türkiye’nin geliştireceği politikalarda doğal olarak Trump’ın yaklaşımı göz önünde bulundurulacak. Trump yönetiminde, ABD’nin Latin Amerika ve Venezuela dosyalarını muhtemelen Küba kökenli Dışişleri Bakanı Marco Rubio yönetecek. Orta Doğu doyasını ise muhtemeldir ki Trump bizatihi yönetecek. Türkiye için bu süreçte iki farklı karakterle ilişkileri yönetmek önemli hale gelecektir.
Herkesin bildiği fakat Türkiye’de birçok kişinin görmezden geldiği bir durumu netleştirelim. Suriye’de Esed rejimi nasıl toplumsal meşruiyetini kaybettiyse, Venezuela özelinde Maduro’nun da durumu benzerdir. Karakas’ta 2018 yılında gerçekleşen seçimleri yerinde gözlemleme imkânı elde ettim, seçim ve sonrasındaki sürecin kurgudan ibaret olduğuna dair izlenimlerim söz konusu. Benzer bir durum 2024’te Venezuela’da gerçekleşen seçimlerde de yaşandı. Bu itibarla, ülkesinde gerçek bir seçim olsa Maduro’nun yüzde 10-15’ten fazla oy olması muhtemel değil. Bu gerçekliği unutmadan hareket etmekte fayda var.
Bu durum/bilgi hiçbir ülkeye diğer bir ülkeye tek başına müdahale hakkı veya gerekçesi tanımaz ve ikili ilişkilerden ayrı bir konu olmakla birlikte, Türkiye iktidarda olan yöneticilerle siyasetin doğası gereği ilişiler geliştirir. Fakat Venezuela’daki bu gerçeği göz önünde bulundurmak, sorunun kaynağını ve artık normalleşmenin mümkün olmayacağını görmek açısından önemli. Türkiye-Venezuela ilişkilerinin 2018 yılında zirve yaptığı dönemde birçok Latin Amerika ülkesi Türkiye’nin kıtada yürüttüğü siyaseti ve Maduro’ya olan desteğini anlamlandırmaya çalışmıştı. Çünkü aynı dönemde kıtadaki sol iktidarlar dahil olmak üzere, siyasi aktörler Maduro ile arasına mesafe koymuş ve desteklememişti. Bugün bölgesel ve küresel denklem değişiyor, yeniden kurgulanıyor. Dolayısıyla Ankara için de yeni bir bakış açısına ihtiyaç var.
Türkiye’nin Latin Amerika ile ilişkilerine yönelik beklentiler
Kanaatimce Türkiye’nin değişen bölgesel ve sistemsel jeopolitikte Latin Amerika’ya yönelik hızlıca iki makro hamle yapması gerekir. Birincisi, 2025’in ilk çeyreğinde Cumhurbaşkanlığı düzeyinde bir Latin Amerika seyahati düzenlenmeli. Bu seyahatte, Brezilya, Arjantin ve Kolombiya mutlaka ziyarete dahil edilmeli çünkü bölgesel düzlemde gelişen yeni dengelerin ana aktörleri bu ülkeler. Nitekim Brezilya lideri Lula da Silva ve Kolombiya lideri Gustavo Petro, Latin solunun kıtadaki etkin temsilcisi durumda. Arjantin lideri Javier Milei ise kıtadaki sağ siyaset için önemli bir figür ve Trump’un bölgedeki birincil dostu konumunda.
Muhtemel bir Latin Amerika seyahatinde, ikili ilişkilerin yanı sıra, kıta ile yeni ve sistemsel alanda işbirliği imkanları ana gündemi oluşturmalı. Suriye konusunda “başarılı” olarak görülen Ankara’nın kıtada yüksek bir saygınlığı ve müspet bir algısı mevcut. Suriye’nin yeniden inşasında Latin Amerikalı muhataplardan en azından diplomatik boyutta destek hususu dile getirilmeli, Suriyelilerle gerçekleştirilecek toplantılara dahil olmaları ve süreçlere destek vermeleri istenmeli. Özellikle Brezilya’nın Suriye konusunda öncülük yapması, Latin Amerika’yı yakın coğrafyamızdaki sürece daha etkin ve net bir şekilde dahil edecektir.
Türkiye’nin göçmenler konusunda edindiği tecrübe ve yürüttüğü insan merkezli politika, dünyanın farklı coğrafyalarında olduğu gibi Latin Amerika’da da olması gerektiği biçimde anlatılabilmiş değil. Buna rağmen Türkiye’nin Suriyeli göçmenlere yönelik politikası özellikle Kolombiya’daki Venezuelalılar için doğrudan model olarak alınmıştır. Diğer ülkelerin de göçmen meselesine ilişkin ilgileri mevcut. Dolayısıyla bu konuda karşılıklı tecrübelerin, AFAD ve Göç İdaresi’nin birikimlerin paylaşılabileceği pozitif ajandalar oluşturulmasına yönelik adımların atılması gerekli.
İkinci makro hamle, Türkiye’nin Washington’daki Venezuela muhalefetiyle informal bir şekilde ilişki geliştirmesidir. Maduro ile iyi ilişkilere sahip Ankara, gerekirse Venezuela iç siyasetinde arabuluculuk yapacak şekilde kendisini konumlandırabilir. Türkiye, Venezuela konusunda arabuluculuk gibi bölgesel ve sistemsel düzeye pozitif katkı sağlayabilir ve ABD’nin kendi tabiriyle bu çıkmaz sokaktan kurtarabilirse, mukabilinde ABD’den Suriye konusunda kendilerinden beklenen ve gereken hamleleri yapması hususlarında destekleyici argümanlar geliştirebilir.
Küresel siyasetin geldiği noktada artık çapraz dış politika takip etme vakti. Literatürde bu durum bağlantısallık olarak adlandırılsa da çapraz dış politika tabirinin daha anlamlı olduğu kanaatindeyim. Türkiye çapraz dış politikayı Orta Doğu’da çok başarılı bir şekilde uyguluyor. Son yıllarda benzer bir politika Afrika’ya da genişlemiş durumda. Doğu Afrika’da, Batı Afrika’da ve son olarak Sudan dahil farklı coğrafyalarda bu politikaları görmeye başladık. Gelinen noktada çapraz dış politika yapımı Latin Amerika ve Asya’ya genişletmeli. Asyalıların “hedging” kavramıyla ifade ettiği dış politika yapımı ancak çapraz dış politika ile mümkün. Venezuela, bunun için Türkiye-ABD ilişkilerinde çapraz dış politika açısından ciddi imkanlar sunuyor.
Türkiye’nin mevcut krizlerin oluşturduğu yeni konjonktürde yapacağı ‘yeni’ Latin Amerika açılımının başka boyutları ve faydaları da olacaktır. Latin solu (Brezilya, Şili, Bolivya, Kolombiya) ile yeni bir ilişki geliştirmek ve sistemsel işbirliği için bu bakış açısı bir fırsat olarak görülmeli. Buna dönüşen Latin sağıyla da yeni bir ilişki geliştirmeyi ve dil kurmayı da ayrıca eklemek gerek.
Muhtemel Latin Amerika ziyaretinin bize getireceği bir diğer fayda da Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği ile ilgili. Kasım 2026’da BM Genel Sekreteri Antonio Gutierres'in süresi dolacak ve yeni genel sekreter Latin Amerika'dan seçilecek. Nobel ödüllü Kolombiya eski Cumhurbaşkanı Juan Manuel Santos bu görev için çok istekli. Kendisine 2012-2015 yılları arasında Kolombiya devleti ile FARC arasındaki barış sürecini başarı ile yürüttüğü için bölgesel ve küresel düzeyde destek de söz konusu. Doğal olarak farklı adayların da söz konusu olduğu bu duruma, Türkiye olarak şimdiden sürece ilgi göstermek oldukça kıymetli. Ankara bu süreci yakinen takip edip, muhtemel bir Türk Genel Sekreter Yardımcılığı için şimdiden çalışmalara başlamalı. Bu süreçte, BM bünyesinde Medeniyetler İttikafı’nın da yeniden yapılandırılması ve daha etkin hale getirilmesi ayrıca dikkate alınıp değerlendirilmesi gereken bir konu.
İşin özü, küresel jeopolitik değişiyor ve bölgeler yeniden şekilleniyor. Türkiye bu süreçte, çok boyutlu, kıtalararası ve kıtalar-üstü bir perspektifle çapraz dış politika izlemeyi daha da içselleştirerek geliştirmeli. Suriye ve Venezuela denklemlerinde yaşanan gelişmeler, Türkiye’ye yeni fırsat ve etki alanları açıyor. Türkiye için ortaya çıkan fırsatları değerlendirme vakti. Suriye gelinen noktada belli bir düzene girmiş durumda ve yeniden inşa süreci devam edecek. Fakat Venezuela özelinde kartlar yeniden dağıtılıyor ve bu süreçte Türkiye kartlarını yeniden ele alıp en üst düzeyde etki ve katkı sağlayarak sistemsel düzlemde net sonuçlar ve somut çıktılar elde edebilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.