Suriye İç Savaşı’nda Yeni Perde: Saldırganlığı Caydırma Operasyonu ve Olası Etkileri

Doç. Dr. Nuri Salık, Suriye’de yaşanan son gelişmeler ışığında, Saldırganlığı Caydırma Operasyonu’nun ayrıntılarını, İran ve Rusya’nın bölgedeki etkisini ve Türkiye’nin konumunu Fokus+ için kaleme aldı.
Nuri Salık
Suriye İç Savaşı’nda Yeni Perde Saldırganlığı Caydırma Operasyonu ve Olası Etkileri
2 Aralık 2024

Suriye’de baş döndürücü gelişmeler yaşanıyor… 27 Kasım 2024 tarihinde Heyet Tahrir üş-Şam (HTŞ) ve Suriye Milli Ordusuna (SMO) bağlı grupların Halep’in batısına yönelik başlattığı operasyon Suriye İç Savaşı’nda beklenmedik gelişmelerin fitilini ateşlemiş vaziyette. Muhalifler henüz bir hafta olmadan Halep başta olmak üzere Suriye’nin kuzeyinde 600 kilometrekarelik bir alan üzerinde hakimiyet sağladı. Böylece, kuzey Suriye’de Mart 2020’den beri devam eden statüko parçalanırken, 13 yıldır süregiden iç savaşta yeni bir perde aralanmış oldu. Bu yazıda, Saldırganlığı Caydırma Operasyonu’nu, operasyonun olası etkilerini ve Türkiye’nin bundan sonra atabileceği adımları ele alacağım. 

Suriye İç Savaşı’nın Gordion düğümü: İdlib 

Kuzey Suriye’de son günlerde yaşanan gelişmelere geçmeden önce İdlib’e ayrı bir parantez açmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Birleşmiş Milletler’in (BM), birçok aktörün müdahil olduğu Suriye İç Savaşı’nı durdurmada başarısız olması ve başta ABD olmak üzere Batılı devletlerin IŞİD bahanesiyle PKK/YPG ile ittifak kurarak örgütün Suriye’de teritoryal yayılımına destek vermesi Türkiye’nin alternatif arayışlara girmesine yol açmıştı. Bu durum, 2017 yılında Türkiye-Rusya-İran üçlüsünün başını çektiği Astana sürecini ortaya çıkardı. Suriye sahasında faaliyet gösteren ve farklı aktörleri destekleyen üç önemli devletin koordinasyonu Suriye’de göreli olarak sağlarken, krizin siyasi çözümüne yönelik umutları da artırdı. Astana sürecinin ilk somut kazanımı 3 Mayıs 2017’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya lideri Vladimir Putin arasında Soçi’de imzalanan mutabakatla, Türkiye’nin muhalif unsurların Rusya ve İran’ın ise rejimin garantörlüğünü üstlendiği dört çatışmasızlık bölgesi belirlendi. Buna göre, İdlib ve çevresi, Humus’un kuzeyindeki Rastan ve Telbise bölgeleri, Şam’ın kuzeyindeki Doğu Guta ve son olarak Deraa ve Kuneytra’nın bazı bölgeleri “çatışmasızlık bölgeleri” olarak kabul edildi. Türkiye, İdlib’in etrafında gözlem noktaları kurmaya başladı. 

Soçi mutabakatına rağmen, Rusya ve İran’ın desteğini arkasına alan Esed rejimi, Nisan 2018’de Doğu Guta’yı, Mayıs 2018’de Rastan ve Telbise’yi, Temmuz 2018’de ise Deraa ve Kuneytra’yı ele geçirdi. Böylece Soçi mutabakatının üzerinden çok fazla bir zaman geçmeden, üç çatışmasızlık bölgesi Esed rejiminin kontrolüne girmiş oldu. Bu bölgelerde bulunan silahlı muhalifler İdlib’e sevk edildi. Rejimin son hedef olarak belirlediği İdlib ve çevresindeki çatışmasızlık bölgesi ise olası bir kitlesel göç hareketi nedeniyle Türkiye’nin güvenliği için hayati öneme sahipti. İdlib’de ateşkesi güçlendirmek maksadıyla Eylül 2018’de bir araya gelen Erdoğan ve Putin, İdlib’in çevresinde 15-20 km derinliğinde silahlardan arındırılmış bir bölge kurulması hususunda mutabık kaldı. Türkiye, İdlib’in etrafında 2017 yılında kurmaya başladığı gözlem noktalarını 2018’de tamamladı ve toplam 12 gözlem noktası kurdu. 

Bütün bu gelişmeler İdlib’deki gerilimi sona erdiremedi. Rusya’nın hava ve Şii milislerin kara desteğini arkasına alan Esed rejimi, muhaliflerin sıkıştığı İdlib’i ele geçirmek için 2019-2020 yıllarında yoğun saldırılar gerçekleştirdi. Türkiye’nin gözlem noktalarını da kuşatan rejim bu dönemde TSK’ya yönelik bir dizi saldırıya da imza atmaktan çekinmedi. Bu süreçte 1 milyon insan Türkiye sınırına doğru hareket etmek zorunda kalırken, Şubat 2020’de 34 Türk askerinin şehit edilmesi Türkiye’nin sabrını taşırdı. Türkiye, sahadaki statükoyu kendi lehine çevirmek isteyen ve ateşkese uymayan Esed rejimine yönelik Bahar Kalkanı Harekatı’nı düzenledi. İdlib’de tansiyon yükselirken 5 Mart 2020’de Moskova’ya giden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin’le ateşkes anlaşmasına vardı. Bu anlaşmaya göre İdlib’de ateşkes konusunda mutabakat sağlandı ve Halep ile Lazkiye’yi birbirine bağlayan M-4 karayolunun çevresinde bir güvenli koridor oluşturulması kararlaştırıldı. 5 Mart 2020 tarihinden bugüne kadar geçen süreçte her ne kadar İdlib’de büyük bir çatışma vuku bulmasa da Rusya ve Esed rejiminin sivil alanlara yönelik hava saldırıları aralıksız devam etti. Rusya ve rejimin İdlib’e yönelik saldırıları nedeniyle Mart 2020’den beri yüzlerce sivil hayatını kaybetti.

Saldırganlığı Caydırma Operasyonu: Neden şimdi? 

Esed rejimi, 13 yıldır süregiden Suriye İç Savaşı’nda Rusya, İran ve Hizbullah’ın destekleri sayesinde ayakta kalabildi. İç çatışmaların başladığı andan itibaren, İran’ın başta Devrim Muhafızları olmak üzere Irak, Pakistan ve Afganistan’dan on binlerce Şii milisi Suriye’ye taşıması, aynı zamanda Hizbullah’ın Suriye sahasına girmesi Esed rejiminin silahlı muhalefete karşı üstünlük kazanmasını sağladı. 2015’ten itibaren Rusya’nın hava kuvvetlerini Suriye sahasında kullanmaya başlaması, iç savaşın en kritik dönüm noktası oldu. Rusya’nın hava gücünü, İran ve Hizbullah’ın kara gücünü arkasına alan Esed rejimi sahadaki durumu lehine çevirmeyi başardı. Dolayısıyla Saldırganlığı Caydırma Operasyonu’nun neden şimdi yapıldığına dair soruya verilecek cevabı değişen bölgesel ve uluslararası dinamiklerde ve bunların Suriye sahasına yansımalarında aramamız gerekiyor. 

Esed rejiminin sahadaki durumunu zayıflatan ilk gelişmenin Rusya-Ukrayna Savaşı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Rusya’nın kısa sürede çözmeyi hedeflediği Ukrayna meselesinin Moskova için adeta Vietnam’a dönüşmesi, Rusya’nın Suriye sahasındaki askeri ağırlığını azaltmasına neden oldu. Bu bağlamda, Rus Hava Kuvvetleri ağırlığını İdlib yerine Ukrayna’ya kaydırdı. Bu durum, Rusya’nın İdlib’deki caydırıcılığını doğrudan etkiledi. Burada altı çizilmesi gereken bir diğer husus Halep’in batısındaki operasyonlarda yer alan Wagner’in kendini feshetmesi oldu. Böylece Rusya’nın sahadaki etkisi iyice azalmış oldu. 

Esed rejiminin kuzey Suriye’de yaşadığı hezimetin bir diğer nedeni İran’ın kendi sorunlarıyla boğuşması. İran, geçtiğimiz aylarda İsrail’le savaşın eşiğinden döndüğü bir dizi kriz yaşadı. İsrail’in hava saldırılarında Suriye ve Lübnan’da bulunan üst düzey Devrim Muhafızları komutanları hayatını kaybetti. ABD’nin ve İsrail’in İran’a bağlı Şii milislere gerçekleştirdiği operasyonlar İran’ın sahadaki etkisine büyük darbe vurdu. İsrail’in Lübnan işgali de İran’ı meşgul eden bir diğer gelişme oldu. Saldırganlığı Caydırma Operasyonu, İran’ın dikkatini Suriye’den ziyade Lübnan’a kaydırdığı bir ortamda vuku buldu.

Esed rejiminin sahadaki en büyük destekçilerinden biri konumunda bulunan ve muhaliflerin birçok bölgede yenilgiye uğratılmasında başat rol oynayan Hizbullah’ın aldığı ağır darbeler de Suriye sahasındaki denklemleri değiştirdi. İsrail’in Hizbullah lideri Hasan Nasrallah başta olmak üzere örgütün üst düzey yönetimini ortadan kaldırması ve telsiz operasyonuyla binlerce Hizbullah militanını yaralaması örgütün organizasyonel alt yapısını neredeyse tamamen yok etti. Lübnan’da kendini kurtarmakla meşgul olan ve İsrail’in saldırılarıyla boğuşan Hizbullah’ın Suriye’ye ayıracak insan gücü neredeyse kalmadı.

Bütün bu faktörlerin yanı sıra Suriye’yi kasıp kavuran ekonomik kriz, Esed rejiminin savaşı finanse etmesini engelledi. Rusya ve İran’ın malî destekleri de azalınca rejim için Suriye’nin kuzeyinde tutunmak imkânsız hale geldi. 

Bütün bu jeopolitik faktörlerin sahada yol açtığı değişikliklerin, patlamaya hazır bir bomba olan İdlib’den başlayarak kuzey Suriye’de yeni bir çatışma dalgasına yol açacağı belliydi. İdlib’de sıkışan muhalif grupların yeni bir saldırı ihtimali uzun süredir konuşuluyordu. Ancak İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım ve Lübnan’a yönelik saldırganlığı operasyonun gecikmesine neden oldu. Bu noktada, muhaliflerin İsrail’le aynı karede yer almakla suçlanmaktan kaçındıkları anlaşılıyor. İsrail-Lübnan ateşkes anlaşmasının hemen bir gün sonrasında ise muhalifler beklenen operasyonu başlattılar. 

HTŞ ve SMO içinde yer alan Ahrar uş-Şam ve Feylak Şam gibi grupların katıldığı Saldırganlığı Caydırma Operasyonu baş döndürücü bir hızda ilerledi. İlk başta İdlib ateşkes bölgesini eski sınırlarına ulaştırma hedefiyle başladığı tahmin edilen operasyon, Rusya’nın hava desteğinden mahrum kalan Esed rejiminin çöküşüyle birlikte hızla genişledi. Yeni savaş teknolojilerine sahip olan muhalifler, üç gün gibi kısa bir sürede Halep’i kontrol altına aldılar. Muhalifler, Halep’in yanı sıra, İdlib’de rejim tarafından kontrol edilen Serakib, Maaret el-Numan ve Han Şeyhun gibi stratejik yerleri ele geçirerek Hama kapılarına dayandılar. Rejimin güneye doğru kaçışıyla birlikte 30 Kasım’da Hama şehrine giren muhalifler burada kalmayarak savunma hattını Hama’nın kuzeyinde kurdu. Bu sırada rejim güçleri de toparlanarak Hama’ya yığınak yaptılar. 

Rejimin çekilirken başta Halep Uluslararası Havalimanı ve Kuveyris Hava Üssü olmak üzere Halep’teki stratejik bazı köy ve kasabaları PKK/YPG’ye bırakması, acaba Münbiç’ten Tel Rıfat’a uzanan yeni bir terör koridoru mu kuruluyor sorusunu beraberinde getirdi. 30 Kasım’da Fırat Kalkanı Harekât bölgesinde bulunan Türkiye destekli SMO güçleri, “Özgürlük Şafağı Operasyonu”nu başlatarak Münbiç-Tel Rıfat terör koridorunu aynı gün içinde parçalarken, Halep Uluslararası Havalimanı ve Kuveyris Üssü’nü ele geçirdi. Bu yazı kaleme alınırken, PKK/YPG’nin elinde bulunan Tel Rıfat’ın SMO güçlerince kontrol altına alındığı haberleri ajanslara yansıyordu. Tel Rıfat’ın PKK/PYG’den alınmasının ardından Halep’in Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinde bulunan terör unsurlarının da çatışmaya girmeden buraları boşaltacağı haberleri geldi. Böylece Halep vilayeti tamamen muhalif unsurların eline geçmiş oldu. 

Saldırganlığı Caydırma Operasyonu ve Özgürlük Şafağı Operasyonu’nun ardından kuzey Suriye’de yeni bir statükonun oluştuğu ve Suriye İç Savaşı’nda artık yeni bir dönemin başladığı ifade edilebilir. Bundan sonra yaşanacak gelişmelerin Suriye’de önemli kırılmaları beraberinde getireceğini ve sahada hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını rahatlıkla ifade edebiliriz. 

Türkiye, Saldırganlığı Caydırma Operasyonu’nun neresinde?

Türkiye’nin uzun süredir sahadaki gerçekler ekseninde Esed rejimiyle normalleşme arayışında olduğu biliniyor. Bu çerçevede, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beşar Esed’a yönelik yaklaşık iki yıldır sürdürdüğü diyalog ve müzakere çağrılarının olumlu karşılık bulmadığı herkesin malumu. Türkiye’nin Saldırganlığı Caydırma Operasyonu’nun bir parçası olmadığı açıkça görülüyor. Türkiye’nin Saldırganlığı Caydırma Operasyonu’nu muhalif unsurların rejime yönelik attığı bir adım olarak değerlendirdiği anlaşılıyor. Hatta Türkiye’nin bu operasyona yönelik ihtiyatlı bir tutum içinde olduğu resmî açıklamalara da yansıyor. Türkiye’nin Rusya ve rejime İdlib’de süregiden saldırılara yönelik uyarıları bu bağlamda önem kazanıyor. Türkiye, Rusya ve rejimin saldırganlığının sahada yaşanan son gelişmelere zemin hazırladığını vurguluyor.

Öbür taraftan, Türkiye’nin Özgürlük Şafağı Operasyonu’nu desteklediğini ifade edebiliriz. Zira bu operasyon Türkiye’nin kontrol ettiği Fırat Kalkanı Harekâtı bölgesinde bulunan SMO güçleri tarafından PKK’nın Halep’teki ilerleyişini durdurmak için gerçekleştirildi. Tel Rıfat’ın kısa bir sürede PKK/YPG’den kurtarılmasıyla birlikte önümüzdeki hedefin Fırat’ın batısında PKK/YPG’nin elinde bulunan Münbiç olduğu anlaşılıyor. Yine de sahadaki çatışmalarda TSK’nın aktif olarak yer almadığının altı çizilmeli… 

İdlib ve Halep’te statükonun bozulmasıyla birlikte Türkiye’nin sahadaki gelişmelere gerektiğinde müdahale etmek için hazır olması gerekiyor. Zira İdlib’de geçmiş yıllarda yaşanan iç çatışmalarda HTŞ’nin SMO güçlerini yutmaya çalıştığı biliniyor. Halep’te de benzer bir iç çatışmanın yaşanmaması bölgenin istikrarı açısından kritik önem taşıyor. Bu noktada Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde yeni bir istikrarsızlığa müsaade etmemesi lazım. 

Saldırganlığı Caydırma Operasyonu’nun olası etkileri 

Suriye’nin kuzeyinde yaşanan son gelişmelerin en büyük kaybedeninin İran olduğunu söyleyebiliriz. İran, son gelişmeler ekseninde Halep’teki tüm etkinliğini kaybetti. Kendi sorunlarıyla uğraşan İran’ın Halep’teki yeni durumu değiştirmek için inisiyatif alması oldukça zor görünüyor. İran’ın Irak’tan mobilize edeceği Şii milislerin de sahadaki durumu kısa vadede değiştirmesi mümkün değil. 

Rusya ise kısa süreli şokun ardından İdlib’de ve Halep’te sivilleri bombalayarak muhaliflere mesaj verdi. Ancak Rusya’nın Ukrayna krizi devam ederken Suriye’ye ne düzeyde müdahil olacağı meçhul. Donald Trump’ın koltuğa oturduktan sonra Ukrayna krizini çözme iradesi göstermesi Rusya’nın yeniden Suriye’ye odaklanmasını beraberinde getirebilir. Böyle bir sürecin başlayabilmesi için ise en az altı ay var. Esed rejiminin sahadaki yetersizliğini gördükten sonra Rusya’nın politikasında bir değişiklik bekleyebiliriz. Bu bağlamda, Moskova’nın yaptığı ilk açıklamada Astana sürecine atıf yapılması dikkatlerden kaçmamalı. Putin, Suriye krizine diplomatik çözüm için daha istekli bir tutum takınabilir. 

Saldırganlığı Caydırma Operasyonu’nun ardından Esed rejiminin ise sahadaki dengeyi tersine çevirmesi oldukça zor görünüyor. Hızla çöken Suriye ordusunun toparlanıp karşı saldırı başlatması kısa vadede mümkün görünmüyor. Şam’da yaşanan iç karışıklıklar, Suriye’de rejim değişikliğinin habercisi olabilir. 

Sonuç olarak, Rusya, İran ve Suriye’nin son gelişmeler ışığında sahadaki yeni realiteyi kabullenmeleri neticesinde diplomasi masası yeniden kurulabilir. Bu bağlamda Astana 2.0 formatında krize siyasi çözüm arayışları hızlanabilir. ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa’dan yapılan açıklamada da BMGK’nın 2254 sayılı kararına ve siyasi çözüme vurgu yapılması Suriye’de yeni dönem için ipuçları veriyor. Suriye İç Savaşı’nın neredeyse tüm aktörlerin enerjisini tükettiği aşikâr. Birçok ülke tarafından terör örgütü olarak kabul edilen HTŞ’nin de uluslararası güçlere yönelik ılımlı mesajlar vermesi masada yer almak istediğini gösteriyor. Bütün bu gelişmeler Suriye’de nihai çözümün yolunu açabilir… 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.