Sumud Filosu Yirmi Yıl Sonraya da Şahitlik Ediyor

Gazeteci Emine Şeçeroviç Kaşlı, Sumud filosu aktivistlerinin tanıklıklarının Gazze’deki İsrail zulmünü görünür kılmasını Fokus+ için kaleme aldı.
Emine Şeçeroviç Kaşlı
251007MT%C3%87_Web_-_Sumud_Filosu_Yirmi_Y%C4%B1l_Sonraya_da_%C5%9Eahitlik_Ediyor-Emine_%C5%9Ee%C3%A7erovi%C3%A7_Ka%C5%9Fl%C4%B1.jpg

08.10.2025 - 10:08  |  Son Güncellenme: 08.10.2025 - 10:27

Sumud filosu aktivistlerinin bir kısmının evlerine dönmelerini hepimiz büyük bir sevinçle karşıladık. Bu an, sadece onların güvenli bir şekilde ailelerine kavuştuğu anlamına gelmiyordu; Türkiye’nin ne kadar güçlü, sorumluluk sahibi ve insani bir yaklaşım sergileyebildiğini bir kez daha görmemizi sağlıyordu. Çünkü Türkiye, sadece kendi vatandaşlarını değil, diğer ülkelerden gelen aktivistleri de geri getirebilecek kapasiteye sahipti. Aslında bazen bu güç ve incelik en küçük detaylarda bile kendini gösteriyor. Örneğin, aktivistlerin hepsine İsrail tarafından aynı kıyafet verilmişti.  

Bu, basit bir detay gibi görünse de aslında bir aşağılama ve psikolojik baskı denemesiydi. Ama Türkiye’ye dönen ilk gruba, THY uçağında farklı bir kıyafet verilmişti. Aktivistler ailelerinin yanına İsrail’in kıyafetiyle değil normal bir görünümle çıkabildiler. Bu örnek bile Türkiye’nin bu konuya ne kadar insani ve ince yaklaştığını ortaya koyuyor.

Öte yandan, İspanya’ya dönen aktivistlerin hepsinde o beyaz tişört ve gri eşofman vardı. Bu durum, İsrail’in planlı bir aşağılama çabasıydı. Küçük gibi görünen ayrıntı, aslında büyük bir mesaj taşıyor ve Türkiye’nin insanlara gösterdiği özeni gözler önüne seriyor.

Filoda Sırbistan’dan katılan bir öğrenci de vardı. İsrail askerleri tarafından alıkonulduklarında Sırbistan Cumhurbaşkanı Vuçiç medyaya tepki çeken bir açıklamada bulunmuştu. Olayları takip ettiğini, sorumsuz insanlarla uğraşmak zorunda kaldıklarını, bazı insanların dünyayı kurtarabileceklerini düşündüğünü ama en sonunda da devletten yardım istediklerini dile getiriyordu. En sonunda da devlet olarak tabii ki vatandaşlarımız için gerekeni yapacağız diyordu. Ancak Sumud filosuna katılan bu öğrenci üzerinde tüm aktivistlere sorumsuz gözüyle baktığını söylemiş oldu. Bir tarafta, diğer ülkelerin vatandaşlarını da kurtaran Türkiye, diğer tarafta kurtarmayı “uğraş’’ olarak gören başka ülkeler var.

Ama asıl söylemek istediğim konu başka. Sumud filosu aktivistleri yurda döndüklerinde, yaşadıklarını medyada ve sosyal medyada tekrar tekrar anlatıyorlar. Bazı kesimler bunu rahatsız edici buluyor. “Reklam yapıyorlar” deniliyor, dikkat çekiyorlar deniliyor; yaşadıklarını paylaşmaları eleştiriliyor. Oysa tüm aktivistler, konuşmalarında sürekli Gazze’ye vurgu yapıyor, oradaki insanların kahramanlığını anlatıyor ve en önemlisi, İsrail’in nasıl zalim, baskıcı ve terörist bir devlet olduğunu tekrar tekrar dile getiriyorlar. Aktivistlerin anlattıkları sadece kendi deneyimleri değil, Gazze’deki insanların yaşadıklarını görünür kılmak, dünyaya mesaj vermek açısından da büyük bir önem taşıyor. Onlar aslında yaşadıkları sıkıntıları kendileri için anlatmıyor, oradaki insanlara dikkat çekmek, zulme uğrayanları görünür kılmak ve onların sesi olmak için konuşuyorlar.

Evet, belki de böyle bir anlatıya hiç ihtiyaç olmamalıydı. Gazze’de yaşananlar tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşiyor. Yaşananlar, İsrail’in soykırımcı bir devlet olduğunun anlaşılması için yeterli olmalıydı.  

Ama maalesef, dünyanın adaletsizliğine hepimiz şahitlik ediyoruz ve hala “ama” diyenler var. İşte bu yüzden aktivistlerin yaşadıklarını anlatması, Gazze’nin sesi olması çok önemli. Bazen ölümlere alışmamız isteniyor. Oysa bir bebek de öldürülse, on bebek de öldürülse tepki aynı olmalı: Bu bir insanlık suçudur.  

Aktivistlerin yaşadıklarını paylaşmaları, bu zulme karşı sessiz kalmamamız gerektiğini hatırlatıyor ve belki hala İsrail’in masumluğuna inanan kitle varsa, onların gerçekleri görmelerini sağlıyor.

Burada bir de tarihten örnek vermek gerekiyor. Srebrenitsa soykırımı ve Bosna Savaşı’na baktığımızda, adaletin bazen ne kadar geç geldiğini görebiliyoruz. Tüm dünya Srebrenitsa’da soykırımın yaşandığını, Saraybosna’nın kuşatma altında tutulduğunu biliyordu. Binlerce masum insan hayatını kaybetmişti. Ama savaşın bitiminden sonra aranan Radovan Karadžić 2008 yılına kadar Sırbistan’da saklanabildi.  

Hatta sahte kimlikle alternatif tıp uzmanı olarak çalışıyor, konferanslar veriyordu. Kimse onun Karadžić olduğunu güya fark etmemişti. Tutuklandıktan sonra Uluslararası Lahey Mahkemesi’nde davası 2016’ya kadar devam etti, yani savaşın bitiminden 21 yıl sonra suçlu bulundu. Aynı şekilde Ratko Mladić de 2011 yılına kadar Sırbistan’ın bir köyünde gizlendi. Onun davası 2012’de başladı ve 2017’de tamamlandı, o da tarih kitaplarına soykırımcı olarak geçti.

Tabii sadece Karadžić ve Mladić değil, onların sorumlu olduğu daha birçok kişi de vardı. Lahey’de doksan kişi suçlu bulundu, yüzlerce belki binlerce tanık dinlendi ve yaşadıkları kayıtlara geçti. Bu geciken adalet, suçluların cezaya çarptırılması kurbanların acılarını dindirmedi elbette, kayıpları geri getirmedi ama ileride tarih için çok önemli bir belge oluşturdu. Bugün bile hala bazıları olayları saptırmak istiyor, ama mahkeme kayıtları gerçekleri gözler önüne seriyor.  

Bu durum, Filistin’de de benzer bir şekilde karşımıza çıkıyor, gerçekler her ne kadar gözler önünde yaşansa da hala savaşın sorumluluğunu Hamas’a yüklemeye ve İsrail’in suçlarını “kendini savunma” olarak sunmaya çalışanlar var.

İşte bu yüzden Sumud filosu aktivistlerinin sürekli olarak, her platformda, özellikle yabancı basında, yaşadıklarını anlatması gerekiyor. Hapishanede kaldıkları hücrelerin duvarına asılan yıkılmış Gazze fotoğrafları bile yaşanan zulmü ve İsrail’in zalimliğini gözler önüne seriyor. Aktivistlerin anlatımı, sadece bugünü değil, geleceği de şekillendiriyor.  

Bir gün -ki dualarımız o yönde- Netanyahu, Ben Gvir gibi katiller yargılanırsa, İsrail de devlet olarak yargılanırsa, bu şahitler suçlu bulunmaları için kanıt olacaklar. Yapılan her zulüm, tarih kitaplarına not düşülecek ve yüz yıl sonra bile İsrail’in bir soykırımcı devlet olarak anılmasına katkı sağlayacak.

İşte bu yüzden, Sumud filosu aktivistlerinin konuşmasını ve yaşadıklarını paylaşmasını desteklememiz ve aktarmamız gerekiyor. Onların anlattığı her detay, her gözyaşı, her ifade, Gazze’nin sesi olmaya devam ediyor ve bir gün adaletin kapısını çalacak kanıtlar olarak tarihe geçiyor.

Aktivistlerin yaşadıklarını anlatarak hem bugüne hem de geleceğe ışık tutmaları, dünyayı uyandırmaları ve adaletin er ya da geç tecelli edeceğine dair bir hatırlatma niteliğinde. Onların her sözü, her tanıklığı, adaletin gecikmiş olsa da gelecekte tecelli etmesini sağlayacak birer belge gibi. Bu yüzden onları susturmamak, yaşadıklarını anlatmalarını sağlamak hem insanlık hem de tarih için bir sorumluluk.

Filistin sadece bugün için bakacağım bir konu değil, ileriyi de düşünerek davranmamız gerekiyor.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.