Refah Sınır Kapısı Konusunda Yaşanan İkilem
Refah Sınır Kapısı, Aksa Tufanı Operasyonu’nun düzenlenmesinden bu yana siyasette, medyada ve hatta insanlar arasındaki tartışmalarda varlığını sürdürdü ve bir ikilemi temsil eden bir simge haline geldi.
Gazze Şeridi’nin akciğerleri olarak görülen ve Filistinli sakinlere yönelik boğucu kuşatmaya açılan bir kapı olan Refah Sınır Kapısı’nın maruz kaldığı mevcut karmaşık durum, uluslararası toplumun daha önce bilmediği garip bir sorunu temsil ediyor.
Bu, İsrail’in sürekli oyalama ve ‘aksini iddia etse bile’ Filistinlilerin haklarını inkar etme konusundaki ısrarının açık bir örneğidir.
İsrail’in başta Gazze Şeridi olmak üzere Filistin topraklarından çekilme kararlarına, her zaman Tel Aviv’in tek taraflı geniş hareket özgürlüğü eşlik etti. Bu da Filistinlilerin haklarının askıya alınmasına neden oldu.
Refah Sınır Kapısı, İsrail’in Eylül 2005’te Ariel Şaron hükümetinin ‘çekilme planı’ olarak adlandırdığı tek taraflı olarak geri çekilmesinin ardından önem kazandı.
O tarihten bu yana, sınır kapısına ilişkin yaşanan ana ikilemin konusu sadece siyaset olmadı.
Durumun kötüleşmesinin ana nedeni, Gazze Şeridi’nde art arda yaşanan savaşlar da değildi. Temel ikilem, her zaman İsrail’in ‘tam bir hakimiyet sağlama’ arzusunda yatmaktaydı.
Söz konusu geri çekilmenin uluslararası toplumun kararlarına tepki olarak pazarlanmasına rağmen, 2 milyondan fazla insanın dört duvar ve küçük, çoğunlukla kapalı bir sınır kapısı arasında hapsedildiği karmaşık bir gerçekliği dayattı.
Sınır kapısı ikilemi
Refah Sınır Kapısı, "jeopolitik tanımlamaya" göre, Mısır ile Filistin arasındaki uluslararası bir geçiş kapısıdır.
Her ne kadar Filistin henüz bağımsız bir devlet statüsüne ulaşamamış olsa da, Refah Sınır Kapısı, işgal gerçeğine göre Gazze ile işgalci otorite dışında bir Arap taraf (Mısır) arasındaki tek geçiş kapısıdır.
Bu durum sonucunda, Gazze Şeridi ile Mısır arasındaki tek sınır kapısı olan Refah’ın, onlarca yıldır boğucu işgalden acı çeken Filistinliler için nefes alma fırsatı vermesi beklenirdi.
Ancak, gerçekte yaşananlar tam tersi ve ikilem burada yatıyor. Refah Sınır Kapısı, Filistinlilere yardım etmek yerine onları ‘boğmanın’ bir aracı haline geldi.
Refah kapısının İsrail’in çekilme planını açıklamasıyla eş zamanlı olarak imzaladığı iki anlaşmaya tabi olduğunu öğrenince ikilemin boyutları netleşiyor.
Söz konusu anlaşmalardan ilki Filistin Yönetimi ile imzalanan “Geçiş Anlaşması”, ikincisi ise Mısır ile varılan Philadelphia Anlaşması’dır.
Filistin Yönetimi ile imzalanan Geçiş Anlaşması, geçişin tüm siyasi ve lojistik işlerinin yanı sıra koşulları, kontrolleri ve denetimle ilgili tarafları da düzenliyordu.
Mısır, bu koşullar ve kontrollerin sahada uygulanmasıyla ilgilenen birincil taraf olmasına rağmen bu anlaşmaya taraf değildi.
İsrail, Refah Sınır Kapısı’nı “Mısır-Filistin” taraflarının gözetiminde bırakmadı. Bilakis Avrupa Birliği’nin (AB) tüm önemli görevleri yerine getirmekle görevlendirilen üçüncü bir taraf olarak varlık göstermesinde ısrar etti. Bu durum da, Mısır’ın katılmadığı bir anlaşmadaki yükümlülüklerini yerine getirdiği belirsiz bir durum yarattı.
Philadelphia Anlaşması ise Mısır ile İsrail arasında 1979’da imzalanan Camp David Anlaşması’nın eklerinden biri olan bir “askeri güvenlik” protokolüdür.
Bu anlaşma, Mısır’ın askeri güç sayısı ve silah kalitesini artırma hakkı karşılığında İsrail’in sınır hattından çekilmesinden kaynaklanan boşluğu doldurmak amacıyla Mısır’a terörle mücadele ve sınır güvenliğini sağlama konusunda belirli görevler verdi.
Anlaşma kapsamında, bilgi alışverişinde bulunmak ve Mısır’ın terörle mücadeledeki başarısının boyutunu değerlendirmek amacıyla İsrail’in periyodik değerlendirme yapma hakkı oldu.
İsrail’in yaratmakta usta olduğu bu karmaşık durum, Şaron'un Philadelphia Anlaşması’nı, bütünüyle İsrail-Filistin arasındaki geçiş anlaşması hükümlerine tabi tutma konusundaki ısrarında açıkça görülüyor.
Mevcut durum, Mısır’ın taraf olduğu bir anlaşmayı, üyesi olmadığı bir anlaşmayı taahhüt ederek uygulamasına neden oluyor.
Bu kasıtlı yaratılan kafa karışıklığının en belirgin sonucu, Philadelphia Anlaşması metnine göre İsrail’in Filistin tarafından kapıyı kapattığı durumlarda, Mısır’ın da kendi toprakları tarafındaki kapıyı kapatmasını zorunlu kılan maddedir.
Tel Aviv’in bu dayatması, Mısır’ın sınır kapısıyla ilgili kararlarını, İsrail’in kararlarına bağlı kılıyor. Bu ikilem de sınır kapısını ‘çekilme’ kararına rağmen Gazze halkına yönelik kuşatmayı sürdüren İsrail’in siyasi iradesine tabi kılıyor.
Öte yandan, Refah Sınır Kapısı’nı açma ve kapatma kararı yalnızca İsrail’in elinde. İsrail, mallar ve insanların geçiş sistemleri ve yollarını belirleme veya kimin geçip kimin geçmeyeceğini kontrol etme hakkına sahip.
Bu da, sınır kapısının yönetimine dahil olan herhangi bir üçüncü tarafı, yalnızca İsrail’in Filistinlilere yönelik kısıtlamaları yoğunlaştırma konusunda bir ajanı haline getiriyor.
Geçiş termometresi
2005 yılındaki 'çekilmenin’ ardından yaşanan ve birbirini takip eden dramatik olayları da içeren siyasi dönüşümler, Refah Sınır Kapısı’nı olayların "ısısının” ölçüldüğü jeopolitik bir termometre haline getirdi.
İsrail’in çekilmesinin ardından yapılan Filistin devlet başkanlığı ve yasama seçimleri, yeni bir döneme zemin hazırlayan, ateşli bir tarihi dönemin başlangıcından başka bir şey değildi.
Fetih lideri Mahmud Abbas (Ebu Mazen) Filistin Yönetimi’nin başkanı olurken Hamas, en önde gelen liderlerinden biri olan İsmail Haniyye’nin başkanlığında bir hükümet kurmasını sağlayacak parlamento çoğunluğunu elde etti.
Bu gelişme, biri barış sürecini “stratejik bir tercih”, diğeri ise direnişi Filistin halkının “işgalden kurtuluş yolu” olarak gören iki grup arasında ulusal kurtuluş vizyonları ve yöntemleri konusunda keskin bir fikir ayrılığı yarattı.
Yaşananlar, Hamas hareketinin Gazze Şeridi’nin kontrolünü, Fetih’in ise Batı Şeria’nın kontrolünü ele geçirdiği bir durumu ortaya çıkardı.
Tüm bunlar, İsrail’in Gazze Şeridi’nde bir dizi savaş başlatmak için kullandığı, direniş seçeneğine olan güvenin yeniden canlanması karşısında "kırılgan" barış sürecinin gerilemesine işaret ediyordu.
Aynı dönemde komşu Mısır, İsrail’in "stratejik hazine" olarak tanımladığı Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek rejimini deviren bir halk devrimiyle sonuçlanan büyük dönüşümlere tanık oldu. Ayrıca, İsrail’in baş düşmanı ve Hamas hareketinin ana grubu olduğu iddia edilen Müslüman Kardeşler ayaklandı.
Dr. Muhammed Mursi, Mısır’ın ilk sivil cumhurbaşkanı olarak cumhurbaşkanlığını üstlendi. Bu, Filistin meselesinde “geçici de olsa” gerçek anlamda bir atılım sağladı.
Bu durum, göreve başlamasından yalnızca bir yıl sonra Mursi'yi deviren bir askeri darbeyi hızlandırmış olabilir.
Birbirini takip eden bu olaylar, Refah Sınır Kapısı’nı, Mısır-Filistin arasında yakınlaşma derecesinin ölçüldüğü bir denge haline getirdi.
Sınır Kapısı’nın açılması, Mısırlı yetkililer ile Filistinli gruplar arasındaki gerilimin yatıştığının bir göstergesi oldu.
Kapatılması ise kuşatmanın sıkılaştırılması, İsrail’le yakınlaşma alanlarının derinleştirilmesi ve Mısır rejiminin halk tarafından reddedilme korkusuyla Ocak Devrimi’nden önce ertelediği İsrail’in acil taleplerine tam bir yanıt vermesiyle, 2013’te kuşatmanın sıkılaştırılmasıyla zirveye ulaşan Mısır-İsrail yakınlaşmasının bir işaretiydi.
Mısırlı yetkililer, darbeden sonra başta Mısır topraklarındaki sınır kapısı olmak üzere Sina’nın geniş bölgelerinden sakinleri tahliye ederek İsrail’in taleplerinin çoğunu uygulamaya koydu.
Ayrıca, Gazze Şeridi ile arasındaki tünelleri hızla yıktı, toprağı gevşetmek için deniz suyu pompaladı, yerin altına ve üstüne çelik duvarlar inşa etti. Bu da kuşatmayı yoğunlaştırdı ve Mısır ile Gazze arasındaki mesafeyi derinleştirdi.
Aksa Tufanı Operasyonu
Refah Sınır Kapısı, Aksa Tufanı Operasyonu’nun ardından, sonunda kapanmasına ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun mevcut savaşla bağlantılı olarak açıkladığı siyasi arzulara göre, Kerem Şalom kapısının bitişiğindeki bir kapıyla değiştirilmesine yol açabilecek yeni bir zorlukla karşı karşıya kaldı.
Netanyahu bu arzusunu sınır kapısını birkaç kez vurarak gösterdi. Sınır kapısının hedef alınması hasar görmesine ve faaliyetlerin durmasına neden oldu.
Şüphesiz gerçek şu ki, Refah Sınır Kapısı’na yönelik ikilem bir uydurmadır ve uluslararası insancıl hukuk hükümleri, savaş ve silahlı çatışmaları düzenleyen Cenevre Sözleşmeleri ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından onaylanan insan hakları kararlarının izin verdiği ölçüde hukuki olarak aşılabilir.
Bunların hepsi, çatışmalara katılmayan komşu ülkelere, yardım girişine izin veren, soykırımı önleyen ve siviller üzerindeki ablukayı kaldıran bazı alışılmadık önlemler alma hakkını veriyor.
Merhum Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi döneminde Mısır rejiminin yaptığı da buydu.
O dönemde başbakan liderliğinde üst düzey bir Mısır heyeti, Gazze’deki savaşın başlamasından birkaç gün sonra durdurulmasına yardımcı oldu ve Refah sınır kapısı kalıcı olarak açıldı.
İsrail’in üstesinden geldiği hukuki ikilem ve karışıklıklar, onu Refah Sınır Kapısı’nın kontrolünde bir hegemonya haline getirdi.
Kuşatmayı kaldırmak ve sınır kapısını açmak için siyasi ağırlık kullanmaktan kaçınan Mısır'ın siyasi eyleminin yokluğunda, bu ikilemin ağırlığı daha da arttı.
Ancak, bu eylem, eğer siyasi istek varsa, uluslararası alanda mümkün olan ve izin verilen bir şeydir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.