Lübnan’ı Bekleyen Tehditler ve Hizbullah

Araştırmacı Mehmet Altıntaş, Hizbullah’ın Lübnan’daki siyasi etkisini ve İsrail ile süregelen gerilimleri Fokus+ için kaleme aldı.

Mehmet_Alt%C4%B1nta%C5%9F.jpg
251007MT%C3%87_Web_-_7_Ekim_%C3%96zel_L%C3%BCbnan%E2%80%99%C4%B1_Bekleyen_Tehditler_ve_Hizbullah-Mehmet_Alt%C4%B1nta%C5%9F (1).jpg

07.10.2025 - 16:01  |  Son Güncellenme: 07.10.2025 - 16:06

Lübnan, 1970’li yıllardan bu yana uzun bir iç savaşa ve pek çok karışıklığa tanıklık etti. İç savaş sonrasında yapılan anlaşmayla tüm taraflar silahlarını bırakırken, Hizbullah bunun dışında kaldı. Örgüt, İsrail’i bir tehdit olarak görerek meşruiyetini bu gerekçe üzerinden sağlamaya çalıştı.  

2000 yılında İsrail’in güney Lübnan’ın çoğundan çekilmesinden sonra da aynı gerekçeyi sürdürdü. Seba Çiftlikleri bölgesinden hala ayrılmamış olması, Hizbullah tarafından kendi meşruiyetini destekleyen bir gerekçe olarak kullanıldı. Bu süreçte İran tarafından da desteklenen Hizbullah, sürekli olarak gerilla hazırlığı yaptı ve elde ettiği güç sayesinde Lübnan içinde orduya paralel bir yapı oluşturdu.

2006 yılında İsrail’e karşı verilen 34 günlük savaşta, Lübnan halkı Hizbullah’ın mücadelesini meşru bir zeminde değerlendirdi. Ancak sonraki gelişmeler, örgütün kazandığı karizmatik duruşu yavaş yavaş kaybetmesine neden oldu. 2008’de Beyrut’u fiilen kontrol altına alması, Lübnan Hükümeti’nin tarafsızlık beyanına rağmen 2011 itibarıyla Suriye Savaşı’na İran ve Suriye rejimi saflarında katılması ve Lübnan siyasetini kendi güç kazanımı için domine etmesi, halk nezdinde ilgisinin azalmasına yol açtı.

Ekim 2024’te sağlanan ateşkesle İsrail, Lübnan topraklarından çekildi. Ancak bu çekilme, 2000 yılında olduğu gibi tam anlamıyla gerçekleşmedi. ID ADF, Lübnan’ın güneyinde bulunan beş stratejik tepeyi hala elinde tutuyor ve zaman zaman buralardan bazı saldırılar gerçekleştiriyor. İsrail, bu süreçte yaklaşık 600 ihlal yapmış olup, ihlallerin bir kısmı söz konusu stratejik bölgelerde gerçekleşti.

Lübnan’da Joseph Aoun, 9 Ocak 2025’te Cumhurbaşkanı olarak göreve başladı. Aoun, Lübnan Silahlı Kuvvetleri’nin eski komutanı olarak güvenlik, ekonomi ve diplomasi alanlarında çözülmesi gereken sorunlarla karşı karşıya bulunuyor. 8 Şubat 2025’te başbakanlık görevine başlayan Nevaf Selam ise reform ve istikrar sağlama hedefiyle görev üstlendi. Selam’ın diplomatik geçmişi, Lübnan’ın iç krizlerini ve dış ilişkilerini yönetmede kritik bir öneme sahip.  

Bu özgeçmiş, ona Lübnan’daki sorunların çözümünde önemli bir referans sağladı. Ayrıca Selam, Lübnan siyasetine uygun biçimde önemli bir aile geçmişine sahip. Siyasi geleneği olan bir aileye mensup Selam’ın dedesi, Osmanlı döneminde Beyrut Belediye Başkanlığı ve milletvekilliği görevlerini yürütmüş olan Selim Ali Selam’dır. Nevaf’ın amcası Saib Selam ve aynı amcanın oğlu Tammam Selam ise geçmişte Lübnan’da başbakanlık yapmıştır.

Güncel durum

Yeni Lübnan yönetimince, Amerika Birleşik Devletleri’nin baskılarıyla birlikte 5 Ağustos’ta, Lübnan’daki tüm silahlı grupların 2006 yılında belirlenen 1701 sayılı Birleşmiş Milletler kararı uyarınca Lübnan’ın güneyinden çekilmeleri ve silahlarını orduya devretmeleri kararlaştırıldı. Ancak Hizbullah, ilgili maddenin İsrail tarafı için geçerli olduğunu belirterek Seba Çiftlikleri ve 2024’te işgal ettiği beş tepeye ilişkin bu maddenin uygulanamayacağını savundu.

Hizbullah, siyaseten iki ek şart daha ortaya koydu: İsrail’in elinde bulunan Hizbullah mensubu esirlerin iadesi ve saldırı bölgelerinde kalkınma faaliyetlerinin başlatılması. Ancak bu maddelerin hiçbirinin uygulanabilir olmadığı görülmektedir. Bunun başlıca nedeni, Lübnan’ın bunu kaldırabilecek güçte bir devlet olmaması ve İsrail’in işgal ettiği bölgelerden çekilme niyetinin bulunmamasıdır.

Hizbullah’ı haklı gösteren bir diğer neden ise İsrail’in sürekli devam eden saldırılarıdır. Ateşkesin yıl dönümüne yaklaşılırken İsrail, hemen her gün yeni bir saldırı gerçekleştirmektedir. Bu bir yıllık süreçte İsrail, özellikle Güney Lübnan’a yüzlerce saldırı düzenlemiş, bu saldırılarda siviller de etkilenmiştir. Eylül ayı ortasında gerçekleşen saldırılarda birçok sivil hayatını kaybetmiştir. İsrail, saldırılarda Şii sivilleri bölgeden uzak tutmayı da hedeflemektedir; bu sayede milis güçlerin hedef alındığı izlenimi oluşturulmaktadır.

İsrail’in temel amacı, Hizbullah’ın bu saldırılara cevap vermesini sağlamaktır. Cevap verildiğinde ise İsrail, kendi meşruiyet zeminini oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda Hizbullah hala Lübnan topraklarında varlık göstermektedir iddiasıyla saldırılara gerekçeler üretmeye çalışmaktadır. Hizbullah’tan beklenen cevap alınamayınca, İsrail kendi gerekçelerini öne sürerek saldırılarını sürdürmektedir. Artan saldırılar karşısında Hizbullah da, silahların elinden alınması durumunda bölgede olası İsrail saldırılarını karadan bile durduracak hiçbir güç kalmayacağını öne sürerek Lübnan toplumunu ikna etmeye çalışmaktadır.

Amerika Birleşik Devletleri, Lübnan’da Hizbullah ile ilgili oluşacak denklemlerde Körfez’in ve özellikle Suudi Arabistan’ın daha aktif rol almasını istemektedir. Hizbullah’ın gücünü kaybetmesinin ardından oluşturulan hükümetin topluma olan etkisini artırmak amacıyla kalkınma planları desteklenmeye çalışılmaktadır.

Hizbullah askerleri

Körfez’den sağlanan fonlarla bankacılık altyapısı ve kalkınma yatırımlarına yön verilmesi hedeflenmektedir. Ülkede, ordunun tek yetkili güç olduğu ve tüm toplumun askerle birlikte hareket ettiği mesajı yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Ancak, silah bırakmama durumunda Amerika’nın dahi, İsrail’in askeri müdahalesinin önünü açacak girişimlerde bulunabileceği gündeme gelmektedir. Amerikalı yetkililer, İsrail’in safları üzerinden Hizbullah’ın silahlarını teslim etmesi gerektiğini, böylece Lübnan halkına yönelik bir tehdit oluşmayacağını savunmakta; Hizbullah’ın tamamen silahsızlandırılması ve İsrail’in saldırılarının “normal” olduğu açıklamalarıyla bunu desteklemektedir.

Hizbullah’ın da silahlarını hükümete devretmeye yönelik bir eğiliminin bulunmaması, toplumda gerginliği artırmaktadır. Naim Kasım, liderlik kadrolarının yenilendiğini ve eski güçlerini toparladıklarını belirten açıklamalarda bulunmuştur. Amerika’nın yaptığı açıklamalardan hareketle, silah bırakmamanın da göz önünde bulundurulmasıyla toplumda yeniden bir İsrail müdahalesi olabileceği görüşü oluşmuştur. Ekim Savaşı’nda yapılan müdahalelerle İsrail’in Hizbullah’ın gücünü yaklaşık %80 oranında zayıflattığı düşünülmektedir. Yeni bir hamle, Hizbullah’ın tamamen bitirilmesi anlamına gelebilir. Bu nedenle örgüt, bu aşamada ilk ateşi başlatmaktan son derece kaçınmaktadır.

Bu süreçte Hizbullah, topçu birliklerinden sorumlu Muhammet Abbas ve sevkiyattan sorumlu lideri Muhammet Hüseyin Yasin’i kaybetmiştir. Bu liderlerin kaybına rağmen İsrail’e herhangi bir saldırı düzenlememiştir. İsrail’in olası bir kara harekatında, Suriye’de işgal ettiği ve Lübnan’ın güneyinde elinde tuttuğu beş stratejik tepeyi kullanması muhtemeldir. Ancak Ekim Savaşı’nda olduğu gibi, istihbarat ve hava saldırıları daha olası görülmektedir. İddialara göre, bu süreçte özel silahlar kullanılmış ve yer altındaki işaretli hedeflere tam isabet sağlanmıştır.

Silah bırakmaya dönük taleplerin karşılık bulmaması, toplumda kutuplaşma riskini artırmaktadır. Bu durum, Lübnanlılar nezdinde yeni bir iç savaş ihtimalini gündeme getirmektedir. Ne kadar iç savaş ihtimali konuşulsa da mevcut toplumsal dinamikler bunun pek de mümkün olmadığını göstermektedir. İç savaşın gerçekleşmesi için grupların silahlanması ve destekleyici devletlerin bulunması şarttır. Ancak şu anda, İran-Hizbullah bağlantısı dışında hiçbir bölgesel ya da küresel destekleyici aktör bulunmamaktadır; bu durum iç savaş ihtimalini büyük ölçüde ortadan kaldırmaktadır.

Nitekim, İran da İsrail saldırıları sonrası kendi iç güvenliğine yoğunlaşmıştır. Hizbullah’a vereceği destek yolları tamamen kapanmıştır. Suriye’de rejim değişikliği ve Irak’ta milis güçlerinin zayıflaması bu durumu daha da imkansız hale getirmiştir. Hasan Nasrallah’ın ölümünün birinci yıldönümü nedeniyle Lübnan’a gelen İran Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Laricani, Hizbullah’a yönlendirme yapılmayacağını ima etmiştir. Geçen yılki cenaze namazı ve stadyumdaki anma programı sırasında Laricani, Naim Kasım’ın Suudi Arabistan ile ilgili açıklamalarını oldukça yumuşak karşılamıştır. Naim Kasım, Lübnan halkının vasatını gözeten bir lider olarak İran tarafından beğenildiğini belirtmiştir. Buradan çıkan sonuç, Hizbullah’ın kendi ayakları üzerinde durması gerektiği ve İran karşıtı olsa dahi Körfez ülkeleri ile iletişime geçebileceğidir.

Bütün bunlardan çıkarılacak temel mesaj, Lübnan’daki asıl sorunun anayasa ve devlet düzeni olduğudur. Ancak Maruniler lehine oluşturulan anayasanın değiştirilmesi pek mümkün görünmemektedir. Ülkedeki mezhepsel düzen, 1932 yılında yapılan ve bazı kesimlerce şaibeli kabul edilen ilk ve tek nüfus sayımı üzerine inşa edilmiştir. 18 mezhebin bulunduğu bu farklı siyasi yapıda en büyük güç, Hristiyan Katolik grubu olan Marunilere aittir. Ancak yıllar içinde nüfus oranlarında ciddi değişiklikler meydana gelmiştir. İç savaşa da yol açan bu durum, hala geçerliliğini koruduğu sürece Lübnan’da her zaman potansiyel karışıklıklar olacaktır. Bu nedenle anayasanın değiştirilmesi çözüm olarak görülse de, böyle bir değişiklik bölgesel ve küresel güçlerin de müdahil olacağı bir çatışmayı işaret etmektedir. Dolayısıyla, Lübnan’ı bekleyen sorunlar uzun yıllar boyunca toplumun gündemine sürekli olarak yeniden taşınmaya devam edecektir.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.