Lübnan’dan Gazze’ye: İsrail’in Dahiya Doktrini

Araştırmacı Shady İbrahim, Lübnan’da operasyonel taktikten Gazze’de askeri bir öğretiye dönüşen Dahiya Doktrini’ni Fokus+ için kaleme aldı.
Shady Ibrahim
Lübnan’dan Gazze’ye: İsrail’in Dahiya Doktrini
14 Nisan 2025

İsrail ordusunun askeri doktrini, başlangıcından itibaren “savunmacı” olarak tanımlanan bir dizi ilke ve kılavuzdan oluştu. Ordunun adı İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) olarak belirlendi ve bu isim, İsrail kabinesi tarafından 26 Mayıs 1948’de onaylandı. Söz konusu adlandırma, ordunun temel görevinin “savunma” olduğu fikrini vurguluyor. 

İsrail’de 1950’li yıllarda, Ben-Gurion’un “Klasik Savunma Doktrini” olarak bilinen bir öğreti ortaya atıldı. Arap-İsrail çatışmasını uzun, acımasız, kapsamlı ve varoluşsal bir mücadele olarak tanımlayan doktrin, İsrail’in coğrafyasını “stratejik bir kâbus” olarak değerlendirdi ve bu durum onu savunmasız sınırlara sahip zayıf bir devlet haline getirdi.  

Ben-Gurion doktrini, toprak ve nüfus büyüklüğü, ekonomik kaynaklar, kalıcılık gücü, askeri hedefler, yetenekler ve diplomatik destek dahil olmak üzere Araplarla olan temel stratejik asimetrileri kilit unsurlar olarak vurguladı. Önerdiği stratejik yanıt ise “silahlı bir ulus” çağrısında bulunarak, caydırıcılık, erken uyarı ve askeri karar olmak üzere üç sütuna dayandı. Bu bağlamda, savaşı düşman topraklarına aktararak, saldırgan bir şekilde yürütülecek bir savunma stratejisi benimsendi.  

Dahiya Doktrini’nin kurucusu ve oluşum süreci

Orta Doğu’daki istikrarsızlık nedeniyle İsrail, stratejik tehditlerdeki gelişme ve değişimlere ayak uydurabilmek için askeri doktrinini geliştirme konusunda esnek davrandı. 2006 yılından itibaren bölgede yeni bir çatışma dönemine giren İsrail, özellikle Hizbullah ile girdiği savaştan itibaren askeri taktikler benimsemeye başladı. İsrail ordusunun Lübnan’ın güneyinde uyguladığı operasyonel taktiklerin bir yaklaşıma dönüştürülmesinde emeği geçen kilit isimlerden biri de General Gadi Eisenkot olarak kabul ediliyor. Burada taktiksel ve operasyonel yaklaşımlar arasında ayrım yapılıyor. Kullanılan her askeri taktik, ordunun askeri doktrinini ifade etmiyor. Oysa bir taktiğin tekrar tekrar kullanılması onu bir yaklaşıma, daha sonra da askeri bir ilke ve doktrine dönüştürür.  

Lübnan’ın güneyinde, Dahiya Doktrini’nin temellerinin atılmasına katkı sağlayan Hizbullah’la yaşanan savaş sırasında, İsrail güçlerinin kuzey komutasını üstlenen General Eisonkot altyapıyı hedef alan operasyonel yaklaşımı şöyle anlattı: “2006 yılında Beyrut’un Dahiya banliyösünde yaşananlar, İsrail’e ateş açılan her köyde yaşanacaktır. Onlara karşı orantısız güç kullanacağız, büyük hasar ve yıkıma yol açacağız. Bizim bakış açımıza göre buralar sivil köyler değil, askeri üslerdir."  

Bu açıklama ordunun askeri doktrini ve Dahiya banliyösünün İsrail’in askeri doktrininde nasıl bir dönüm noktasını temsil ettiğinin açık bir ifadesidir. Bu doktrine ismini veren Dahiya, Beyrut’un güneyinde ağırlıklı olarak Şii Müslümanların yaşadığı bir banliyö olarak biliniyor.  Dahiya, askeri bir çağrışım yapan bir terim olarak ilk kez, 2008 tarihinde yaşanan WikiLeaks sızıntılarında kullanıldı. Bu kapsamda Dahiya stratejisinden ilk kez, ABD’nin Tel Aviv ABD Büyükelçiliği’nden sızdırılan bir mesajda bahsedildi.  

Söz konusu mesaja göre dönemin Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot, Dahiya’yı sivillerin acı çekmesine neden olacak şekilde ciddi hasara yol açan ve altyapıyı kasıtlı olarak tahrip ederek orantısız güç kullanımını içeren bir konsept olarak tanımladı ve bunun bir tavsiye değil, onaylanmış ve uygulamaya konulmuş bir plan olduğunu belirtti. Aynı zamanda Dahiya Doktrini, askeri olmaktan ziyade siyasi bir eğilimle şekillendi.  

Bu da İsrail ve liderlerinin benimsediği siyasi yaklaşımda, halk tabanını cezalandırmak için militanları, ailelerini ve yakınlarını, sivilleri ve altyapıyı ayrım gözetmeksizin hedef alma modelini askeri bir doktrin olarak kullanmak amacıyla askeri kapasitenin kullanılması anlamına geliyor.  

Dahiya Doktrini, İsrail için askeri bir gereklilik değil bir tercih

İsrail, askeri gereklilikler ile insani değerler ve uluslararası standartlar arasında kabul edilebilir bir denge kurmaya çalışmıyor, tam tersi şekilde hareket ediyor. Bu durum, eski İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak’ın yaptığı şu açıklamasında da açıkça görülüyor:  

“Hizbullah ve Lübnan arasındaki benzerlik, İsrail ile gelecekte yaşanacak herhangi bir çatışmada Lübnan altyapısını geçmişte olduğundan daha sert bir şekilde vurulma riskiyle karşı karşıya bırakıyor.”  

Dahiya Doktrini ve kavramsal çerçevesi 

Dahiya Doktrini, sivil halka acı çektirmek için orantısız güç kullanımını, sivil konutlar ve altyapıda büyük hasar ve yıkıma yol açmayı içeren asimetrik savaşa yönelik askeri bir strateji olarak tanımlanabilir. Aynı zamanda ezici ve orantısız güç kullanımını gerektiren caydırıcılık ilkesinin somutlaşmış hali olarak da nitelendirilebilir.  

Doktrinin adı, ilk kez Ekim 2008’de General Gadi Eizenkot tarafından kamuoyuna duyuruldu.  

İsrail ordusunun 2006 savaşından 2023’e kadar operasyonel taktikleri  

Ordunun son altı operasyonu (Hizbullah 2006/Gazze 2008/Gazze 2012/Gazze 2014 / Gazze 2021/Gazze 2023) boyunca uyguladığı operasyonel taktikler incelendiğinde, Lübnan’ın güneyinde uygulanan askeri taktiklerin neredeyse sabit bir yaklaşım ve modele dönüştüğü görülüyor. Operasyonlar, zemini hazırlamak için yoğun hava bombardımanı, açık alanlar ve şehir banliyölerinin karadan işgali, bölgeyi işgal etmek için derinlemesine sızma ve kontrolü istikrara kavuşturmak için saha taraması olmak üzere dört aşamaya ayrılıyor.  

İsrail, ilk aşamadaki başarısına rağmen ikinci ve üçüncü aşamada sık sık başarısızlığa uğruyor. Dördüncü aşamada ise tamamen başarısız olarak altyapıya ve direnişçilere destek veren halka ağır zarar verdikten sonra operasyonlarını durdurmak ve müzakere sürecine girmek zorunda kalıyor. Burada direnişi askeri olarak sona erdiremese de, caydırıcılık denklemini dayatarak siyasi bir zafer elde etme hedefleniyor.  

Dahiya Doktrini’nin kullanımında uygulanan standart kriterler  

Dahiya Doktrini, uluslararası insancıl hukukun “ayrımcılık ve orantısızlık” olmak üzere iki temel ilkesini ihlal ediyor. 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi, savaş esnasında orduların sivilleri hedef alamayacağını belirten katı bir kural koydu. Bu çerçevede orantısız güç kullanımı, BM’ye bağlı Gazze Gerçekleri Araştırma Misyonu’nun 2008’de yaşanan Gazze savaşına ilişkin 2009’da sunduğu raporunda da belirttiği gibi bir savaş suçu olarak kabul ediliyor.  

Söz konusu raporda, İsrail güçlerinin orantısız güç kullanma yoluyla savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlediği teyit edildi ve altyapının kasıtlı olarak tahrip edilmesine ek olarak yoğun nüfuslu bölgelerde uluslararası olarak yasaklanmış beyaz fosfor kullanımı belgelendi. Diğer yandan Russell Mahkemesi de bulgularında, İsrail’in 2014’te yaşanan Gazze savaşında orantısız güç kullandığı sonucuna vardı ve bunu bir savaş suçu olarak değerlendirdi. Bu askeri doktrinin benimsenmesi, toplam nüfusun yüzde 56’sını çocukların oluşturduğu Gazze Şeridi halkı için varoluşsal bir tehdit oluşturuyor.  

İsrail ilk olarak Dahiya Doktrini’ni uygulamaya, 2006 yılında Hizbullah’ın ana kalesi, füze güçlerinin ileri üssü ve Lübnan’ın güney banliyösü olan Dahiya’yı vurarak başladı. Saldırı emrini veren isim, dönemin İsrail Başbakanı Ehud Olmert’ti. Bu saldırı kararı, Hizbullah’ın İsrail’in kuzeyini yoğun bir şekilde vurmasının ardından alındı. 2006’ya yaşanan bu savaş, İsrail’in Dahiya Doktrini ve ilkesinin uygulandığı ilk savaş oldu.  

İsrail bu saldırılarla, altyapı ve yerleşim yerlerinin sistematik olarak yok edilmesi yoluyla psikolojik travma yaratmayı amaçladı. Aynı zamanda, Filistinli direnişçiler yeraltı tünellerinde olsa da, amaçlanan medyanın dikkatini aşırı yıkım sahnelerine çekmek ve bölgeye yönelik bir mesaj vermekti.  

Uluslararası hukuku ihlal eden bu ilkelerin yanı sıra İsrail’in Lübnan ve Gazze’deki operasyonel yaklaşımının analizine dayanarak, İsrail’in Dahiya Doktrini’ni uyguladığını kanıtlamak ve ölçmek için beş uygulamalı kriter geliştirildi.

Bu kriterler, İsrail’in resmen ilan etmediği bu doktrinin, 2008 yılından bu yana Gazze’deki direniş hareketlerine karşı yürüttüğü, 2012, 2014 ve 2021 tarihli savaşlarda ve ardından 7 Ekim 2023’teki Aksa Tufanı Operasyonu’na kadar sistematik olarak uygulandığını gösteriyor. Ayrıca asimetrik güç kullanımı söz konusu olduğunda, İsrail’in askeri üstünlük elde etmek için hava kuvvetlerine verdiği önem açıkça görülüyor.  

İsrail ordusu, 2006 Lübnan savaşı sırasında yaklaşık 7 bin farklı hedefi vuran 18 bin 900 sorti gerçekleştirdi, 173 binden fazla top ve füze mermisinin yanı sıra 2 bin 500 deniz mühimmatı kullandı. Öte yandan, İsrail’in Gazze’ye yönelik savaşlarında hava saldırıları giderek artış gösterdi.  

İsrail Hava Kuvvetleri, 2008’de yaşanan savaşta 2 bin 300 ila 3 bin arasında hava saldırısı düzenledi ve yaklaşık bir milyon kilogram patlayıcı attı. 2014’teki savaşta ise 6 bin hava saldırısı düzenledi ve 50 bin top ve tank mermisi attı.  

2021 savaşında hava saldırılarının sayısı bin 500’e ulaşırken, 2023’te yaşanan savaşta hava saldırılarının sayısı yaklaşık 14 bine yükseldi. Son tahmine göre yeni saldırılarda 18 bin veya 20 bine yükselmesi bekleniyor. İsrail’in tüm çatışmalarında, sivillerin hedef alındığı görülüyor. İsrail 2006’da yaşanan Lübnan savaşında 350’si çocuk ve kadın olmak üzere 1191 kişiyi öldürdü.  

Gazze’de ise bu sayının çok daha yüksek olduğu görülüyor. İsrail'in 2008 savaşında düzenlediği saldırılarda, 546’sı çocuk ve kadın olmak üzere 1417 kişi hayatını kaybetti. 2014 yılındaki savaşta ise can kaybı, 850’si çocuk ve kadın olmak üzere 2 bin 251 olarak kaydedildi. 2023’te patlak veren saldırılarda ise durum felaketti. 200 gün süren savaşın ardından ölü sayısı 38 bin 621’i sivil olmak üzere 42 bin 510’ye yükselirken, yaralı sayısı yüzde 70’i çocuk ve kadın olmak üzere 79 bini aştı. Ayrıca saldırılar sivil altyapının da hedef alınmasıyla ağır hasara yol açtı.  

Bu bağlamda, Lübnan’da 2006 savaşı sırasında yaklaşık 30 bin ev yıkıldı, 109 köprü hasar gördü, 78 sağlık tesisi kullanılamaz hale geldi, 900 ticaret ve sanayi merkezi tahrip edildi. Gazze Şeridi’nde hasar daha geniş kapsamlı oldu. Ocak 2024 verilerine göre Gazze Şeridi’nde tüm konutların yüzde 70’i yani 439 bin konut yıkıldı.  

2014 yılında yaşanan savaş sırasında ise UNRWA’ya ait 118 tesis hasar görürken, Gazze’ye yönelik savaşların yol açtığı ekonomik zararın 5 milyar dolardan fazla olduğu tahmin ediliyor.  

2023 yılında başlayan savaşta sağlık sistemi sistematik olarak tahrip edildi, İsrail okulları ve eğitim altyapısını hedef almanın yanı sıra 36 hastaneden 32’sini hizmet dışı bıraktı. İsrail’in saldırılarının yol açtığı bu büyük yıkım, yüz binlerce insanın yerinden edilmesine yol açtı. 2006’daki Lübnan savaşı sırasında 900 binden fazla insan yerinden edilerek, kuzey bölgelere göç ettirildi. Gazze’de ise her savaşta yerinden edilme dalgaları son derece büyük oldu. Evler ve altyapının büyük ölçüde tahrip edilmesi çok sayıda sakini evlerini terk etmeye ve daha güvenli yerlere sığınmaya zorladı.  

Sonuç olarak Dahiya Doktrini, İsrail’in 1967’den sonra caydırma kavramının bir evrimidir. İsrailli diplomat Danny Ayalon’un da belirttiği gibi, ordu saldırıdan “caydırıcılık ve yakıp yıkma” taktiklerini birleştiren geleneksel olmayan bir savunma doktrinine geçti. Bu doktrin, askeri amaçlardan ziyade cezalandırıcı siyasi amaçlarla hedef alma kapsamının, altyapı ve direnişçilere destek veren halkı da içerecek şekilde genişletilmesi olarak düşünülebilir.  

Öte yandan yapay zekanın kullanımı da sivil kayıplardaki artışla beraber, hedeflerin yılda 50 iken, 2023 savaşı sırasında 12 bine çıkmasıyla vahşetin artmasına neden oldu. Söz konusu doktrin, İsrail’in 2006’dan bu yana konvansiyonel olmayan tehditler karşısında azalan yayılmacı kapasitesini ve bir saldırı beklemeye dayanan reaktif bir stratejiye geçişini yansıtıyor. Aynı zamanda siviller ve altyapının hedef alınmasını meşrulaştırarak, uluslararası hukukun ayrımcılık ve orantılılık ilkelerini ihlal ediyor. İsrail’in bu eylemleri, BM ve insan hakları örgütleri tarafından kınanıyor.  

Son olarak doktrin, istihbarat ve operasyonel başarısızlıkları ortaya koyuyor ve orduya sivillerin meşru hedefler olduğu fikrini aşılayarak, Gazze ve işgal altındaki topraklarda yapılan ihlalleri daha da kötüleştiriyor. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.