Lübnan’da Hukuki ve Siyasi Yapıda Değişim Fırsatı
Geçtiğimiz aylarda İsrail’in Gazze üzerinde ve Batı Şeria’da yürüttüğü saldırgan operasyonların Lübnan’a sıçramasından endişe ediliyordu. Lübnan’a yönelik operasyonlar yakın döneme kadar hava saldırılarıyla sınırlı kaldı. Gelinen noktada hava saldırılarının yanında İsrail ordusu kısıtlı bir alan üzerinde kara harekâtı da başlattı. Bir manada 7 Ekim sonrası bölgede devam eden silahlı çatışma hali Lübnan’a da sıçrayarak endişelerin haklı olduğunu gösterdi.
Özellikle 2020 tarihli Beyrut liman patlamasından sonra büyüyen ekonomik kriz ve önceki Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın görev süresinin sona erdiği 2022 senesinin ekim ayından beri boş olan devlet başkanlığı makamı ülkenin yaşadığı sancıları gösteriyor. 7 Ekim tarihinden sonra ülke kamuoyu Lübnan’ın ekonomik ya da siyasi problemlerinden ziyade İsrail ile olası savaşa odaklandı. Savaş ihtimali vardı, çözüm için arayışlar eski metinlere yöneldi. Bu noktada özellikle 1989 senesinde Lübnan İç Savaşı’nı müteakiben Suudi Arabistan’ın Taif kentinde imzalanan Taif Mutabakat Metni ile ülke içindeki milisleri silahsızlanmaya çağıran Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 1559 ve 1701 sayılı kararları ön plana çıkarıldı.
İsrail’in Lübnan odaklı saldırılarını artırmasıyla birlikte Hizbullah’ın siyasi ve askeri grubunun uzun süredir liderliği yapan Hasan Nasrallah’ın da dahil olduğu yönetici kadronun öldürülmüş olması Lübnan için yeni bir dönemin başlangıcına dair işaretler veriyor. Lübnan’da hukuki ve siyasi yapıda değişim sinyalleri günden güne yoğunlaşıyor.
Lübnan’ın kronik problemleri kurucu belgelerden kaynaklanıyor
Lübnan’ın hukuki ve siyasi açıdan kronik problemleri onlarca yıldır çözülemedi. Bu problemlerin büyük kısmı Lübnan’ın anayasa ve anayasal nitelikteki kurucu metinlerinden kaynaklanıyor. Lübnan işgalcisi Fransızların kontrolünde hazırlanan 1926 Lübnan Anayasası oldukça az sayıda maddeden oluşan ve pek çok sorun ortaya çıkaran bir kurucu metindir. Bundan dolayı, sonraki yıllarda Fransız manda yönetiminin bölgeden fiili olarak çekilmesiyle birlikte, bağımsız Lübnan’ın siyasi elitleri yeni bir anayasa hazırlama teşebbüslerinde bulunmuşlardı. Fakat yeni anayasa taslağı için Lübnan’ı oluşturan mezhep grupları arasında uzlaşının bir türlü sağlanamaması sebebiyle mecburen anayasanın tadili tercih edilmiştir.
Özetlemek gerekirse; 1926 Lübnan Anayasası ilerleyen senelerde tadil edilmiş olmasına rağmen büyük oranda aynı hükümlerle hala yürürlüktedir. İlave olarak belirtmek gerekir ki, bugün olduğu gibi, geçmişte de cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili söz konusu olan problemler yüzünden anayasanın geçici dönemler için askıya alındığı da olmuştur.
Lübnan hukuk sisteminde 1926 Anayasasının yanında sözlü ve yazılı mutabakatların da etkisi vardır. Öyle ki, Lübnan Anayasası’nın madde sayısı az olduğundan ve pratikteki problemlerle ilgili düzenlemeler genelde anayasada yer almadığından bu mutabakatların etkisi daha fazladır. Örneğin, cumhurbaşkanının Marunî, başbakanın Sünni ve meclis başkanının Şii cemaatlerinden olacağına ilişkin kural zannedilenin aksine kaynağını anayasadan değil, 1943 tarihli sözlü mutabakattan alır. Bunun yanında on beş senelik iç savaşı sonlandıran ve takiben imzalanan 1989 Taif Mutabakatı da bir sonraki sene gerçekleştirilen anayasa değişikliklerini etkileyen ve genel manada kamu hukuku alanında etkileri olan bir metindir. Bir açıdan bu mutabakatlardaki ilgili hükümler pratikte anayasadan daha fazla etkilidir denilebilir. Mutabakatlar o derece etkilidir ki; anayasa kapsamında mezhepçi yapının kalkacağı beyan edilmesine rağmen, sözlü ve yazılı mutabakatların etkisiyle bu geleneksel yöntem hâlâ devam etmektedir ve Lübnan’ı büyük oranda krize sürüklemektedir. Görüldüğü gibi Lübnan, anayasal hükümlerinin dağınıklığı açısından oldukça farklı modele sahiptir.
Problemler ve fırsatlar
Lübnan’ın bahsedilen kurucu metinlerinin yakın dönemde pratikte ortaya çıkardığı hukuki ve siyasi açıdan kriz niteliğinde büyük bir problemi var; mezhepçi yapının devam etmesi. Yani 1943 tarihinde sözlü olarak gerçekleştirilen milli mutabakatta düzenlendiği şekliyle, devlet pozisyonlarının ülkenin mezhep grup temsilcileri arasında bölüştürülmesi. Örneğin; cumhurbaşkanlığı/devlet başkanlığı koltuğu Marunî grubunun temsilcilerine ayrılmış durumda. Bu sebeple başka bir mezhep grubunun bu koltuk için aday çıkartması mümkün değil.
Cumhurbaşkanlığı koltuğu önceki Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın görev süresinin sona erdiği 2022 senesinin ekim ayından beri boş. Şimdiye kadar cumhurbaşkanlığı seçimi için parlamentoda 12 oturum yapıldı. İki ana blok olan Hizbullah’ın liderlik ettiği grup veya diğer kanat, cumhurbaşkanı seçmek için gereken çoğunluğa sahip değildi. Bu sebeple 12 oturumdan da ülke için istikrar sağlayacak herhangi bir sonuç çıkmadı.
Gelinen noktada, Hizbullah lideri Nasrallah’ın ve yönetici kadronun İsrail saldırılarında hayatını kaybetmiş olması, Lübnan’ın kronik nitelikteki problemlerinin çözümü için bir fırsat sunuyor. Fırsatları iki noktadan ele alacağım.
İlk olarak Lübnanlılar açısından bakıldığında, Lübnan iç savaşını müteakiben imzalanan Taif mutabakatı uluslararası arenada ve komşularla ilişkiler açısından ülke için oldukça önemli olan BMGK’nın 1559 ve 1701 sayılı kararları Hizbullah tarafından ihlal edilmekteydi. Bir başka tabirle, Hizbullah hem ülke içinde bütün grupların kabul ettiği silahsızlanma vaadine açıkça karşı gelmekteydi hem de İsrail’e BMGK’nın kararlarına Lübnan’ın uymadığı şeklinde kamuoyu oluşturma fırsatı vermekteydi.
İkinci olarak, yukarıda bahsedildiği gibi Lübnan’da iki senedir icrai açıdan oldukça fazla yetkisi olan cumhurbaşkanlığı koltuğu boş. Parlamentoda yapılan 12 tur ve Katar, Mısır ya da Fransa gibi aktörlerin cumhurbaşkanlığı adayları üzerinde mutabakat sağlama turları Hizbullah tarafından tıkanmıştı. Hizbullah, Beşar Esed ile yakınlığı bilinen cumhurbaşkanı adayı Süleyman Franciyye üzerinde ısrarcı gözükerek sürecin tamamlanmasını engellemekteydi. Çünkü cumhurbaşkanının olmadığı bir süreç, Hizbullah’a güvenlikçi söylemleri ön plana çıkarma ve Lübnan’ın koruyuculuğu iddialarını ileri sürme fırsatı vermekteydi.
İsrail’in saldırıları Lübnan’da değişimi tetikleyebilir
İsrail’in Hizbullah üyelerine yönelik hava saldırıları ve şimdilik kısıtlı bir alanda devam eden kara operasyonlarının bölge güvenliği için bir tehdit oluşturduğu açık. Silahlı saldırıların önlenmesi maksadıyla Gazze’de sınıfta kalan toplumun ivedi şekilde harekete geçmesi gerekiyor. Bununla birlikte ilerleyen günlerde Lübnan’da yeni hukuki ve siyasi bir yapı görebiliriz. Nitekim aylardır cumhurbaşkanlığı seçim sürecini bloke eden Nasrallah’ın öldürülmesinden kısa süre sonra başbakan, meclis başkanı ve bazı mezhep ileri gelenleri seçim sürecinin yeniden başlaması çağrıları yaptı.
Lübnan kamuoyunda Hizbullah’ın etkisinin ortadan kalktığını söylemek veya İran’ın Lübnan üzerindeki nüfuzunun kırıldığını söylemek için çok erken. Fakat Hizbullah’ın ciddi kayıplar verdiği açık. İran’ın da Hizbullah’ın yeniden maliyetli inşası yerine bölgedeki diğer aparatları kullanmayı tercih etmesi muhtemel. Irak Haşdi Şabisi veya Husiler İran’ın yeni Hizbullah’ı olmaya aday gruplar.
Hizbullah’ın Lübnan içindeki otoritesinin tamamen kaybı ve İran’ın başka vekillere eğilimi Lübnan hukuki ve siyasi yaşamını bir iyileşme sürecine sokabilir. İlk olarak, bir cumhurbaşkanın seçilmesi artık daha muhtemel gözüküyor. İsrail’in saldırıları devam ederken, böyle kriz dönemlerinde ülkeyi oluşturan unsurların bir aday üzerinde birleşmesi daha muhtemel. Sonraki aşamada icrai açıdan görevli bir cumhurbaşkanıyla uluslararası topluma İsrail’in Lübnan’a saldırıları için artık meşruiyet kalmadığı yönünde bir gündem oluşturulabilir. Lübnan üzerindeki Suriye ve İran gibi unsurların nüfuzunu ortadan kaldırmayı amaçlayan ve Hizbullah’a silahsızlanma çağrısı yapan BMGK’nın 1559 ve 1701 sayılı kararlarına uyma vaadi cumhurbaşkanı tarafından Hizbullah’ın olmadığı bir ortamda uluslararası topluma garanti edilebilir. Bu da İsrail’e karşı Fransa gibi Avrupa ülkelerinin Lübnan’a desteğini sağlayacaktır.
Son olarak, yukarıda bahsedilen anayasa ve anayasal belgelerde teminat altına alınan mezhepçi yapının ortadan kaldırılması için bir fırsat doğabilir. Geçtiğimiz senelerde Lübnan halkının bu yöndeki taleplerinin ciddi şekilde ileri sürüldüğünü burada hatırlamak gerekiyor.
Özetlemek gerekirse; İsrail’in Lübnan’a saldırılarının ivedi şekilde durdurulması gerektiği açık fakat Hizbullah’ın otoritesini kaybettiği bir senaryo doğru adımların atılması şartıyla Lübnan’ın geleceği için ümit verici olabilir. Bu kriz, Lübnan’a cumhurbaşkanı seçme, İsrail, İran ve Suriye’nin etkisinden kurtulma, aynı zamanda ilerleyen aşamada kronik problemlere sebep olan mezhepçi yapının terki imkanını sunabilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.