Küresel Sorunlara Çare Olamayan BM Mali Krizle Sarsılıyor

26.09.2025 - 17:26 | Son Güncellenme: 26.09.2025 - 17:32
İnsanlığın en geniş küresel diplomasi platformu olan BM’de 80. yıl, başta Gazze’de yaşanan İsrail soykırımı olmak üzere birçok sorunla ilgili önemli konuşmalar, buluşmalar ve toplantılarla geçti.
Dünyanın en büyük diplomasi sahnesi olan BM’de liderler; devam eden çatışmalardan barış umutlarına, silahlanmadan iklime, küresel adaletsizlikten insan haklarına, kaynakların adil paylaşımından kadın ve çocuk haklarına kadar geniş yelpazeden birçok konuya değindi.
Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Gazze’deki soykırımı merkeze alan ve çarpıcı fotoğraflarla yaptığı, Filistin’in sesi olan tarihi konuşması hafızalarda güçlü bir iz bıraktı.
Gözden Kaçmasın
Ayrıca aralarında İngiltere, Fransa, Kanada ve Belçika gibi ülkelerin de bulunduğu 10 ülkenin Filistin’i tanıması, bu yılki toplantının en umut verici adımlarından biri olarak öne çıktı. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a vize yasağı konulması nedeniyle genel kurula video konferans yöntemiyle hitap etmek zorunda kalması, soykırımcı İsrail’e koşulsuz destek sağlayan Amerika’nın diplomatik iki yüzlülüğünün en açık göstergesi oldu.
Suriye Geçici Devlet Başkanı Ahmed Şara’nın konuşması da tarihi bir andı. Çünkü Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) örgütünün lideriyken Amerika tarafından 10 milyon dolar ödülle “terörist” olarak aranan Şara, 1967 yılından bu yana 58 yıl sonra BM Genel Kurulu’nda konuşan ilk Suriye lideri oldu.
Ama tüm bu konuşmalar, BM’nin büyük güçlerin çıkarlarına hapsolmuş yapısı ve derinleşen mali krizinin gölgesinde gerçekleşti.
Birleşmiş Milletler, kuruluşundan bu yana küresel barışın, kalkınmanın ve insani dayanışmanın sembolü olduğu iddiasıyla faaliyet yürütüyor. Ancak bu küresel diplomasinin en üst kurumu, özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) adaletsiz veto düzeni başta olmak üzere yapısal sorunları nedeniyle küresel krizlerin en çok konuşulduğu ama somut çare üretmekte aciz kalan bir kurum olarak öne çıkıyor.
BM acziyetin karanlık girdabında savruluyor
Gazze’de 7 Ekim’de 2. yılını tamamlayacak olan İsrail’in acımasız soykırımlarıyla, çoğunluğu çocuklar ve kadınlardan oluşan 66 bine yaklaşan kayıpla aslında insanlığın tüm değerleri ölürken BM somut bir adım atamıyor. Daha acısı, 150’ye yakın çocuk ve 450 masum Filistinli açlıktan hayatını kaybederken BM insani yardım bile ulaştırmaktan aciz kalıyor.

Gazze’ye doğru insani yardım için yola çıkan Küresel Sumud Konvoyu’na yönelik İsrail’in taciz saldırıları karşısında koruma sağlayamaması, BM’nin kuruluş idealleriyle bugünkü işlevsizliği arasındaki uçurumun giderek derinleştiğini gösteriyor.
ABD vetolarının ve mali baskılarının gölgesinde felç olmuş durumdaki BM’nin yapamadığını yapan bu vicdan konvoyu, uluslararası sistemin çürümüşlüğüne en güçlü cevabı vererek yoluna kararlılıkla devam ediyor.
İnsanlığın değerlerinin yüklü olduğu vicdan gemilerini koruyamayan BM, kendi kurumlarının soykırımcı İsrail tarafından acımasızca hedef alınmasına bile güçlü ve caydırıcı bir cevap veremiyor. Yani BM, acziyetin karanlık girdabında savrulmak dışında; nutukların, kınamaların ötesine geçebilen bir aksiyon üretemiyor.
Küresel sorunlara çare olamayan, 193 ülkenin üye olduğu kurum şimdi de tarihin belki de en büyük mali krizlerinden biriyle karşı karşıya.
ABD Başkanı Donald Trump’ın ekonomik baskıları ve kaynak kesintileri, finansal krizi daha da derinleştirirken BM’nin zaten kırılgan olan mali yapısını altüst ediyor.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, bu kriz nedeniyle son aylarda personel maaşlarının ödenemeyebileceği, barış operasyonlarının yarım kalabileceği ve insani yardım projelerinin durabileceği yönünde açıklamalar yaptı.
BM’nin New York’taki binası her yıl dünya liderlerini ağırlıyor ve nutuklara sahne oluyor; ancak içeride küresel sistemin zayıflamış kalbi, mali akışın tıkanmasıyla ritmini giderek daha fazla kaybediyor.
Trump İsrail için “veto” kalkanını, BM için “para” silahını kullanıyor
Bu yılki BM buluşmasının en dikkat çekici yönlerinden biri de ABD Başkanı Donald Trump’ın diplomasi sınırlarını zorlayan sözleri ve üstenci tavrı oldu.
Konuşmasında BM’yi “boş laf üreten” bir kurum olarak alaya alan Trump, ülke liderlerine “Sınırlarınızı kapamalısınız”, “Ülkeleriniz cehenneme dönüyor” gibi sözlerle adeta ayar verdi. İsrail’in yanında kararlılıkla durmaktan vazgeçmeyen Trump, uluslararası değerleri yok sayarak Amerika’yı önceleyen açıklamalarda bulundu.
Zaten bina girişinde yürüyen merdiven, ardından kürsüde yaşadığı teleprompter ve çeviri kulaklıklarının dağıtılmaması krizleri de Trump’a BM’ye yönelik tavrını göstermek için aradığı fırsatı sundu. ABD Başkanı Trump’ın, yıllar önceki BM binasının tadilat ihalesini kazanamamasını hatırlatması bu tavrın şahsi yönünü de yansıttı.
Hatta Trump, BM ziyareti sonrasında sosyal medya hesabından BM’de yaşadığı “üçlü sabotaj” iddialarıyla ilgili, BM’nin soruşturmasını yeterli bulmayarak Amerika Gizli Servisi’ni görevlendirdiğini açıkladı.
Aslında Trump’ın başta BM olmak üzere tüm uluslararası mekanizmalara olan hasmane tutumu yeni değil. Donald Trump, siyaset sahnesine adım attığından beri uluslararası kurumları dost değil, Amerika’ya yük olarak görmeyi sürdürdü.
İlk başkanlığı döneminde UNESCO’dan ve BM İnsan Hakları Konseyi’nden “İsrail’e karşı önyargılı tavır” gerekçesiyle çekilirken BM Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı’na (UNRWA) yaptığı 300 milyon dolarlık yardımı tamamen kesti.
Paris İklim Anlaşması’ndan, Amerika ekonomisine zarar verdiği gerekçesiyle çekilen Trump, 2020 yılında tam COVID-19 pandemisinin ortasında Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) verdiği fonları kesti.
Küresel Göç Mutabakatından, Trans-Pasifik Ortaklığı’ndan (TPP), Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’ndan (NAFTA), G20 İklim ve Çevre Deklarasyonlarına kadar birçok uluslararası taahhütten geri çekildi.
ABD Eski Başkanı Joe Biden yönetiminin bu adımları geri çevirmesine karşılık Trump, ikinci döneminde tekrar başta BM olmak üzere uluslararası kurum ve mekanizmaları hedef almaktan ve tavrını sertleştirmekten çekinmiyor. Göreve gelir gelmez BM İnsan Hakları Konseyi’nden tekrar çekilen Trump, UNRWA fonlarını da yeniden kesti.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) İsrail’i koruma altına alan Amerika, bu soykırımcı ülke için geçmişten beri veto silahını kullanmaktan çekinmedi. Hatta ABD son olarak BM Genel Kurulu öncesi Gazze’de “kalıcı bir ateşkes ve sınırsız insani yardım erişimi” talep eden yeni bir karar tasarısını 14 oya karşı tek başına reddederek soykırımcı İsrail’in yanında durdu.
ABD bu şekilde her fırsatta İsrail’in yanında dururken, BM bütçesini engelleme ve kesintiye uğratma tavrını da aralıksız sürdürüyor.
BM’nin bu yıl için 3,7 milyar dolar olan düzenli bütçesinin yaklaşık yüzde 22’sini ve 5,38 milyar doları bulan barış gücü harcamalarının ise yüzde 26’sını ABD üstlenmekteydi. Ancak Trump yönetimi bu ödemeleri yapmadı.
İnsani yardım cephesindeki tablo ise çok daha vahim: 2025 için BM ve ortaklarının başlattığı küresel insani yardım çağrısı 29 milyar dolar olarak belirlendi. Ancak eylül ayı itibarıyla Amerika’nın da karşı tavrıyla bu kaynağın yalnızca yüzde 19’u finanse edilebildi.
Ayrıca Trump yönetimi, daha ağır bir hamle yaparak geçmişe dönük 1 milyar doların üzerindeki BM kaynağının ödenmesinin durdurulması için temmuz ayında kongreden karar çıkardı.
Göreve geldiğinden beri uluslararası kuruluşlara ödenen dış kaynaklara ilişkin “askıya alma ve gözden geçirme” sürecine devam eden Trump yönetiminin 2026 mali yılı bütçe teklifinde BM’ye ve çok taraflı uluslararası kuruluşlara ödemeleri durdurma ya da sıfırlama yaklaşımı benimsendi. Barışı koruma misyonları için herhangi bir kaynağın ayrılmadığı bütçede BM’nin düzenli bütçesi, UNESCO ve WHO gibi kuruluşlara ödemelerde 1,716 milyar dolarlık kesinti önerildi.
Trump yönetimi, tüm kesintilere gerekçe olarak ABD çıkarlarını, BM’nin işlevsizliğini ve soykırımcı İsrail’e yönelik BM’de yükselen tavrı gösteriyor.
Son Filistin’i tanıma kararlarıyla da giderek artan İsrail karşıtı duruşu “Amerika ödüyor, dünya bize karşı oy kullanıyor” yaklaşımıyla eleştiren Trump, adeta BM’ye finansal şantaj yapıyor.
Trump’ın BM ve küresel sistemi hedef alan “Önce Amerika” doktrini
Trump yönetiminin geçmişten beri en çok hedef aldığı BM kurumlarının başında, tıpkı İsrail gibi BM Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu (UNRWA) geliyor. Hiçbir kural ve hukuk tanımayan soykırımcı İsrail, BM’nin binalarını dahi vurulmaktan çekinmeden UNRWA başta olmak üzere tüm kurumları hedef alarak 300’ün üzerinde personeli katletti.
İsrail, pervasızca hedef tahtasına çevirdiği BM’ye ait yapılara en az 63 kez doğrudan saldırı düzenledi. Al-Jawni okul saldırısında en az 18 kişi hayatını kaybetti, bunların 6’sı UNRWA çalışanıydı. Bu, bugüne kadarki tek seferde en yüksek BM çalışanı kaybı olarak kayıtlara geçti.
Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre 122 sağlık tesisi ve 180 ambulansı hedef alan İsrail saldırılarında bin 600’e yakın sağlık çalışanı hayatını kaybetti.
Trump yönetimi, İsrail’in sahada yaptığı acımasız saldırılara mali baskıyla katılarak UNRWA fonlarını kesip başta Gazze olmak üzere dünya genelindeki milyonlarca mülteciyi eğitim ve sağlık hizmetlerinden mahrum bıraktı.
Birleşmiş Milletler’in en büyük finansörü Amerika’nın bu tutumu sadece rakamlarla ilgili değil; küresel düzenin temellerinin sarsılması anlamı taşıyor. Çünkü Trump’ın siyaset doktrini çok taraflı diplomasiye değil, tek taraflı çıkar hesaplarına dayanıyor. Trump’ın BM’ye karşı tavrı, sadece bir liderin kişisel öfkesinden ibaret değil; küresel düzenin temellerine yöneltilmiş bir meydan okuma.

Trump’ın doktrini tek cümlede özetlenebilir: “Önce Amerika.” (America First) Bu anlayış, iş birliği yerine rekabeti, ortak sorumluluk yerine ulusal çıkarı kutsuyor. Bu yüzden Trump her fırsatta “ulusal egemenlik” vurgusu yaparak göç politikalarını, iklim anlaşmalarını ve uluslararası yardımları “Amerikan halkının sırtına yük” olarak tanımlıyor.
BM’yi “bürokrasi bataklığı” olarak gören Trump, uluslararası kurumları aşağılayarak kendi seçmenine “bakın, paranızı çarçur ettirmiyorum” mesajı veriyor. Bu söylem, iç siyasette Trump’a kazandırsa da Washington’un küresel liderliğini zayıflatıyor. Aslında Trump’ın bu yaklaşımı, ABD’nin tarihsel olarak şekillendirdiği kurumlara, bizzat kurucusu olduğu sistemlere sırt çeviren bir çelişkinin yansıması.
Mali Kriz Yaşayan BM’de Çin’in Yükselişi
BM, bütçe sıkıntısına karşılık olarak program harcamalarını kısmaya, işe alımları dondurmaya ve hatta işten çıkarmaları gündemine almaya başladı.
Ayrıca 2019’dan bu yana beş kez rezerv hesaplarına başvurdu; 2024’te rezervlerden 607 milyon dolar ödünç aldı.
Yaşanan mali krizin sonucu olarak BM’nin insani yardım operasyonları kısıtlanıyor, sağlık merkezleri kapanıyor ve gıda programları durma noktasına geliyor.
Barış gücü misyonları zayıflarken BM, kriz bölgelerinde sahadaki gücünü de ciddi oranda kaybedebilir.
Bu mali krizden BM’nin kalkınma ve insan hakları programları da ciddi oranda etkilenirken; çocukların eğitimi, kadınların korunması, mültecilerin barınması gibi faaliyetler giderek rafa kalkabilir.
80. yılında büyük buluşmalara ev sahipliği yapan BM’nin yaşadığı bu ironik durum, kurumun yetkililerinin ifadesiyle “binlerce insan için ölüm fermanı” anlamına geliyor.
BM’nin mali mimarisinde yaşanan bu kriz ve Trump’ın bıraktığı büyük boşluk, Çin için fırsata dönüşüyor. BM içinde “alternatif liderlik” pozisyonuna geçmeye başlayan Çin’in yaptığı zorunlu katkılar ve gönüllü bağışlar, 2010’lardan bu yana artış gösteriyor.
Barış gücü operasyonlarına en çok asker gönderen ilk beş ülke arasında yer alan Çin, son yıllarda BM’nin barış operasyonları bütçesinin yüzde 15’inden fazlasını karşılayan ikinci büyük finansör konumuna yükseldi.
Bu durumu fırsata çevirmeye çalışan Çin; Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU), Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü (ICAO) gibi kritik ajanslarda yönetici koltuklarını kazanırken, “gelişmekte olan milletlerin sesi” rolüne soyunarak küçük ve orta gelirli ülkelerle kalkınma projeleri üzerinden güçlü ittifaklar kurmayı hedefliyor.
Yaklaşık 37 bin kişinin çalıştığı BM kurumlarında diplomat ve görevli sayısı artan Çin’in küresel kuralları şekillendirme kapasitesi yükseliyor. Ayrıca iklim değişikliği, kalkınma yardımları ve küresel altyapı projeleri üzerinden BM mekanizmalarını kendi küresel vizyonu olan “Kuşak ve Yol İnisiyatifi” ile uyumlu hale getirmeye çalışıyor.
Çin, BM’de yalnızca bir finansör değil, giderek norm belirleyen bir güç haline geliyor.
ABD’nin fon kesintileriyle geri çekilişi, Çin’in küresel sahnede daha görünür ve etkili olmasını sağlayabilir.
BM, bugün yalnızca mali bir kriz değil, aynı zamanda büyük güçlerin “finansal satranç tahtası”nda meşruiyet ve güç mücadelesiyle de yüzleşiyor.
Trump’ın ulusal refleksler ve İsrail takıntısı nedeniyle uyguladığı mali baskı, Çin’in yükselişiyle birleşerek çok taraflılık ilkesini temelinden sarsıyor.
Eğer BM bu darboğazı aşamazsa, barış gücü operasyonları çökme; can çekişen mültecilere yardımlar tamamen durma, küresel sağlık ve iklim mücadeleleri zaafa uğrama tehdidiyle karşı karşıya kalabilir.
Bu denklemde BM ya Türkiye’nin de ısrarla savunduğu gibi köklü bir reform yaparak çok taraflılığın küresel platformu olmaya devam edecek, ya da tarihinin en zayıf dönemine sürüklenerek çöküşünü hızlandıracak.
Kısacası BM’nin kaderi birkaç bütçe kaleminden ibaret değil; insanlığın ortak geleceği bu hesapların gölgesinde yazılıyor.
Trump her “Önce Amerika” dediğinde, aslında “sonra insanlık” demiş oluyor.
Ve bu, sadece Amerika’nın değil, tüm dünyanın geleceğini karartan bir tercihe dönüşüyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.





