Sayfa yolu
Kerkük’te Yükselen Gerilim: Altunköprü Atama Krizi


03.07.2025 - 14:20 | Son Güncellenme:03.07.2025 - 16:07
Irak’ın Kerkük vilayeti, ülkenin etnik, mezhepsel ve siyasi kırılganlıklarının en somutlaştığı bölgelerden biri olarak yıllardır tartışmalı konumunu korumaktadır. Türkmen, Kürt ve Arap topluluklarının iç içe yaşadığı bu bölge, özellikle 2003 sonrası dönemde yaşanan yönetim boşlukları, demografik müdahaleler ve anayasal belirsizlikler nedeniyle kronik bir istikrarsızlık odağı hâline gelmiştir.
30 Haziran 2025’te Altunköprü nahiyesinde yaşanan belediye müdürlüğü değişikliği, bu yapısal kırılganlığı ve Kerkük’teki etnik dengeyi ne ölçüde tehdit ettiğini bir kez daha göstermiştir.
Türkmenlerin dışlanması ve demografik müdahale süreci
Altunköprü’de Türkmenlerin bilgisi ve onayı dışında yeni bir belediye müdürünün atanması, yerel yönetimlerin etnik yapıya uygun temsil esasına dayalı olması gerektiği ilkesini doğrudan ihlal etmiştir. Kerkük Valisi Rebvar Taha’nın Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) mensubu olarak bu süreci tek taraflı biçimde yürütmesi, Türkmen toplumunun yönetime katılım hakkının sistematik olarak görmezden gelindiğini ortaya koymaktadır. Bu tür uygulamalar hem yerel halkın siyasi temsilini hem de çok kimlikli ve çok kültürlü bölgelerdeki hassas toplumsal dengelerin korunmasını tehdit etmektedir.
Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı Altunköprü gibi bölgelerde, yerel meşruiyetin ve toplumsal barışın sağlanabilmesi, ilgili toplulukların yönetime katılımıyla mümkündür. Buna karşın, son atama kararı Türkmen topluluğu tarafından “etnik mühendislik” olarak nitelendirilmiş, kimlik temelli bir dışlama ve temsil gaspı olarak değerlendirilmiştir. Bu türden dayatmalar hem yönetsel bir karar hem de bölgedeki Türkmenlerin tarihsel hafızasında süreklilik arz eden dışlanmışlık hissini derinleştiren bir kimlik krizidir.
Geçmişte (özellikle 2017 yılında) Irak merkezi yönetiminin Kerkük’teki peşmerge varlığını geri çekerek vilayette denetimi yeniden sağlaması, bölgedeki Türkmenler için sembolik bir eşik olarak görülmüştü. Ancak bu dönemden sonra Kürt siyasi aktörlerin askeri araçlardan ziyade idari atamalar, kadrolaşma faaliyetleri ve siyasi nüfuz yoluyla yeniden etkinlik kurma girişiminde bulundukları dikkat çekmektedir. Nitekim Altunköprü’deki son atama, bu stratejinin güncel ve görünür bir yansımasıdır.
KDP ve KYB’nin bu yönelimleri, Kerkük’ün anayasal olarak belirlenmiş özel statüsünü fiilen aşındırmakta, yerel düzeydeki yönetim yapılarını etnik kimlik temelli olarak dönüştürme çabasıyla örtüşmektedir. Bu durum yalnızca Türkmenleri değil Kerkük’teki Arap topluluğunu da tedirgin eden bir gidişatın göstergesidir. Ortaya çıkan tablo, Kerkük’ün çok kimlikli yapısının giderek tek taraflı müdahalelerle bastırılmaya çalışıldığı ve bu nedenle uzun vadeli bir istikrarsızlık zeminine sürüklendiği yönündeki endişeleri güçlendirmektedir.
Yönetim atamaları, seçim güvenliği ve etnik gerilimler
Altunköprü’deki belediye müdürlüğü atamasının 11 Kasım 2025’te yapılması planlanan Irak parlamento seçimleri öncesinde gerçekleşmiş olması, bu krizi salt yerel düzeyde bir yönetim sorunu olmaktan çıkararak ulusal ölçekte bir demokratik meşruiyet tartışmasına dönüştürmüştür. Kerkük gibi demografik yapısı karmaşık, statüsü tartışmalı ve güvenlik açısından kırılgan bölgelerde yapılan her idari tasarruf, yerel yönetim pratiğinin ötesinde siyasi temsil, toplumsal barış ve anayasal düzen açısından da ölçülmesi gereken bir adımdır. Türkmenlerin dışlandığı hissini derinleştiren bu tür atamalar, etnik gruplar arası güvenin zedelenmesine ve seçim sürecine duyulan inancın sarsılmasına yol açmaktadır.

Irak Türkmen Cephesi’nin (ITC) hızlı ve kurumsal düzeyde verdiği tepki, yaşananların yalnızca bir “idari işlem” olarak görülemeyeceğini açıkça ortaya koymaktadır. Altunköprü örneğinde olduğu gibi seçim süreci öncesinde toplumun bir kesiminin sistematik olarak dışlandığını hissetmesi, sandık güvenliğini olduğu kadar sandığa katılımı da doğrudan etkilemektedir. Türkmen toplumunun seçimlerden dışlandığına dair algısı, seçmen davranışlarında boykot eğilimlerini güçlendirebilir, bu da yalnızca Kerkük’te değil genel olarak Irak’ta seçim sonuçlarının temsil yeteneğini ve meşruiyetini sorgulatabilir. Bu yönüyle Altunköprü krizi, bir yönetişim sorunu olmaktan ziyade demokratik katılımın ve anayasal eşitliğin test edildiği bir sınav niteliği taşımaktadır.
2005, 2010 2018, 2024 seçimlerinde Kerkük’te yaşanan seçmen listesi uyuşmazlıkları, kimlik kontrolü zafiyetleri ve sandık güvenliği sorunları, seçimlere gölge düşüren gelişmeler arasında yer almıştı. Özellikle Kürt partilerinin, Peşmerge güçleri ve yerel idare üzerindeki etkilerini sandık süreçlerine taşıma çabası, Türkmen ve Arap seçmen nezdinde ciddi bir güvensizliğe neden olmuştu. Bugün yaşananlar, bu tarihselliği yeniden üretmektedir. Altunköprü’deki gelişme, Kerkük’te etnik temelli siyasi tasarımların devam ettiğini, seçim ortamının halen adil ve kapsayıcı bir çerçeveye oturtulamadığını göstermektedir.
Türkmen liderlerin “Kerkük sadece size ait değil” vurgusu, siyasi bir sitemden öte devletin tüm etnik bileşenlerine eşit yurttaşlık hakkı tanıması gerektiğine yönelik anayasal bir çağrıdır. Bu çağrı, Kerkük gibi ihtilaflı bölgelerde merkezi yönetimin kapsayıcı ve temsiliyeti esas alan bir politika izlemesi gerektiğine işaret etmektedir. Aksi hâlde, seçimlerin “meşru bir siyasi rekabet” zemininde değil “dayatmacı etnik üstünlük mücadeleleri” temelinde şekillenmesi kaçınılmaz olacaktır.
Altunköprü’de sokağa inen Türkmen göstericiler, anayasal sınırlar içinde hak arama refleksini ortaya koyarken, yerel idarenin bu talepleri görmezden gelmesi ve protestolara yönelik güvenlikçi yaklaşımlar benimsemesi, Irak’ta halk ile devlet arasındaki iletişim kanallarının ne denli zayıf olduğunu da göstermektedir. Barışçıl protestolara rağmen göstericilere yönelik gözaltılar, yol kapatmaları ve fiziki müdahaleler; siyasal hakların kullanımında bile etnik eşitsizliklerin yaşandığını düşündürmektedir. Bu durum yalnızca Altunköprü özelinde değil Irak’ın genel siyasi ikliminde hukukun üstünlüğü ve temel haklar açısından ciddi bir kırılganlığa işaret etmektedir.
Güvenlik açığı ve terör tehdidi
Altunköprü’deki belediye ataması sonrası oluşan siyasi ve toplumsal gerilim henüz sıcaklığını korurken, Kerkük Uluslararası Havalimanı’na düzenlenen roketli saldırı, bölgedeki güvenlik açıklarının ciddiyetini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Saldırı sonucunda bir sivilin yaralanması, olayın yalnızca sembolik bir tehdit değil aynı zamanda doğrudan sivillerin yaşamını hedef alan bir eylem olduğunu da göstermektedir. Her ne kadar bu saldırının DEAŞ tarafından gerçekleştirildiği açıklanmış olsa da Kerkük’ün mevcut kırılgan yapısı göz önüne alındığında, farklı silahlı grupların etnik ve siyasi krizleri kendi lehlerine kullanma potansiyeli son derece yüksektir.
Kerkük gibi çok kimlikli ve statüsü hâlen tartışmalı olan bölgelerde, güvenlik krizleri çoğunlukla siyasi istikrarsızlıkla eş zamanlı gelişmekte, hatta birbirini beslemektedir. Bilhassa seçimlere kısa bir süre kala, bu tür saldırılar seçmen güvenliğini, seçim sürecinin şeffaflığını ve kamu düzenini tehdit eden faktörler hâline gelmektedir. Burada dikkat çekici olan nokta, siyasi temsil tartışmalarının yoğunlaştığı ve toplumlar arası güvensizlik ortamının tırmandığı dönemlerde, Kerkük’ün sıkça benzer saldırılara sahne olmasıdır. Bu örüntü, bölgede güvenliğin fiziki önlemlerin ötesinde toplumsal barış ve siyasi kapsayıcılık yoluyla sağlanması gerektiğini göstermektedir.
Geçmişte (2006-2007) Kerkük’te yaşanan mezhepsel ve etnik çatışmalar, DEAŞ’ın 2014’te bölgeye sızmasına zemin hazırlayan koşulları oluşturmuştu. Aynı döngünün bugün yeniden üretilebilme riski oldukça yüksektir. Özellikle merkezi hükümetin yerel aktörlerle yeterli koordinasyon kurmaması ve tarafsız bir güvenlik politikası yürütememesi, güvenlik boşluklarının milis gruplar ve terör örgütleri tarafından kolaylıkla istismar edilmesine neden olmaktadır. Bu bağlamda, Kerkük’teki güvenlik sorunu yalnızca askeri kapasite meselesi değil doğrudan siyasi temsiliyet, yönetişim adaleti ve sosyal kapsayıcılık sorunudur.
Altunköprü’deki protestolara eşlik eden roketli saldırı, bu bölgedeki güvenlik açıklarının sistematik bir zafiyetin sonucu olduğunu göstermektedir. Özellikle seçim sürecine girildiği bir dönemde bu tür saldırılar, halkın seçimlere katılımını caydırabilir, güvenlik güçlerinin dikkatini siyasi koruma görevlerinden terörle mücadeleye kaydırarak seçim sürecini istismara açık hâle getirebilir. Bu durum, seçimlerin fiziki güvenliğini ve siyasi meşruiyetini zayıflatma potansiyeline sahiptir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.