İsrail’in Orta Doğu Politikası: Vadedilmiş Gazze Topraklarının Vadedilmiş Kaynakları

22.09.2025 - 15:48 | Son Güncellenme: 22.09.2025 - 15:55
Orta Doğu gerek stratejik gerekse kaynaklar bakımından tarihin her döneminde güç mücadelelerinin kesiştiği bir alan olmuştur. Bereketli topraklar ve zengin doğal kaynaklar, İsrail’in kuruluşundan bu yana izlediği politikalar bağlamında değerlendirildiğinde, karşımıza yalnızca güvenlik ya da ulusal kimlik temelli bir yaklaşım değil, aynı zamanda kaynak genişlemesine ve kontrolüne dayalı stratejilerin temeli çıkmaktadır. Bu noktada sürekli karşımıza çıkan “vadedilmiş topraklar” söylemi, teolojik bir mirastan öte; pratikte bölgesel hakimiyet ile meczedilmiş, enerji kontrolü ve su kaynakları üzerinde üstünlük kurma hedefiyle iç içe geçmiş bir alandır. Bugün Gazze’de devam eden yıkıcı saldırıların da İsrail’in bu uzun soluklu stratejisinin bir devamı olarak okunması önemlidir. Çünkü İsrail, “vadedilmiş topraklar” anlayışını giderek “vadedilmiş kaynaklara” yönelen bir reel politik zemine dönüştürmektedir.
İsrail’in saldırganlığı ve Gazze politikasında ABD etkisi
İsrail’in 1948’deki kuruluş sürecinden itibaren, komşu ülkelerle sürekli bir çatışma ve teritoryal genişleme eğilimi içinde şekillenen bir dış politika oluşturduğu görülmektedir. 1967’deki Altı Gün Savaşı ise yalnızca Batı Şeria ve Gazze’nin değil, aynı zamanda Golan Tepeleri ve Sina Yarımadası’nın da işgal edilmesiyle sonuçlanmıştır.

Kısacası, İsrail’in “vadedilmiş topraklar” yaklaşımı, özünde topraklarını genişletmek ve kaynak zengini bölgeleri denetim altına almak amacına dayanmaktadır. Burada özellikle iki temel konuya dikkat edilmelidir: İlki su kaynakları, ikincisi ise hidrokarbon kaynaklarıdır. İsrail’in, Batı Şeria’daki ilhak girişimleri ve Gazze üzerindeki kontrol arayışı, dini söylemin modern jeopolitik bir devamı gibi işletilmekte. Artık bu söylemin hangi bağlamlarla araçsallaştırıldığı da görülüyor. Su havzaları, doğal gaz sahaları ve enerji yolları da bu kutsal meşruiyet söylemiyle örtüştürülmektedir. Özellikle 7 Ekim 2023 sonrasında başlayan İsrail’in Gazze saldırılarıyla birlikte gündeme gelen “Gazze’yi Riviera’ya çevirme” politikası, bu yaklaşımın somut bir yansımasıdır. Bunun arka planının tamamen kaynak odaklı olduğu açıktır.
Damat Kushner etkisi: Trump’ın ilk başkanlık döneminde, Körfez ülkelerinin bir kısmı ve İsrail arasında normalleşme konusunda imzalanan İbrahim Anlaşmaları sonrasında ortaya atılan Filistin topraklarına dair yaklaşımı unutulmamalıdır. Bu dönemde Gazze’nin bir tür yeniden yapılandırma ve ekonomik entegrasyon sahası olarak görülmesi, işgal düşüncesinin zeminini oluşturmuştur. Jared Kushner bir mülakatında Gazze'de yaşayan Filistinlilerin Refah Sınır Kapısı'ndan Mısır'a sürgün edilmesi konusunda bir yorum beyan etmişti. Trump’ın ikinci döneminde karşımıza çıkan tablo bu açıdan düşündürücüdür.
Pelzman raporu: Seçim dönemi içinde Trump’a sunulan ekonomist Joseph Pelzman’ın Gazze raporu son derece önemlidir. Temmuz ayında hazırlanan bu raporda Gazze’nin yeniden inşasından ve burada kurulacak 5–10 yıllık bir sürede yap-işlet-devret modelinden bahsedilmiştir. Kısacası bu “yeniden inşa” söylemi aslında bir ekonomik sömürgeleştirme yöntemidir.
Yapay zeka videosu: Herkesin hatırlayacağı üzere Netanyahu’nun Trump’ın ikinci başkanlığı dönemindeki ziyareti sonrasında, yapay zeka ile hazırlanmış bir video yayınlandı. Bu video üzerinden “Gazze’yi Riviera’ya dönüştürme” vizyonu kamuoyuna yansıtılmıştı. Bu propaganda içeriği, İsrail’in Gazze’ye dair uzun vadeli planlarının yalnızca askeri değil, aynı zamanda kaynak kontrolüne dayalı ekonomik mühendislik olduğunu gözler önüne sererken aynı zamanda demografik mühendislik ve siyasi tasfiye içerdiği anlaşılmaktadır.
Sürgün politikası: “Gazzelileri üçüncü ülkelere sürme” planı aslında 1948 yılında İsrail’in kuruluşundan bu yana devam eden bir durum olmakla birlikte yukarıda yer alan 3 başlık bunun 21. yüzyıldaki halini karşımıza çıkarmaktadır. Hatta “Nakba”nın (büyük felaket) 21. yüzyıl versiyonudur. Gazze’de yaşayan Filistinlilerin Mısır’ın Sina bölgesine, Ürdün’e, hatta Afrika ve Asya’daki ülkelere yerleştirilmesi önerileri gündeme gelmiştir ki bu plan, Gazze’nin boşaltılmasını ve İsrail’in bölgeyi kendi çıkarlarına göre yeniden dizayn etmesini öngörmektedir.
Vadedilmiş kaynaklar
Amela Keserovic Polic, Gazze’nin hidrokarbon gücüne dair bir yazı kaleme almıştı. Levant Havzası, İsrail, Gazze, Lübnan, Suriye ve Kıbrıs kıyılarını kapsayan geniş bir açık deniz enerji sahasıdır. Bu havzanın toplamda yaklaşık 122 trilyon metreküp doğal gaz potansiyeline sahip olduğu tahmin edilmektedir. Bu devasa rezerv, bölgedeki enerji politikalarını ve jeopolitik gerilimleri doğrudan şekillendirmektedir. Burada Gazze konusu son derece kilit bir konumdadır.

Çünkü British Gas, 1999 yılında Gazze Denizindeki doğal gaz rezervlerinin 31,1 milyar metreküp (BCM) olduğunu doğrulamıştı. Hatta bir kıyas yapma adına Gazze’nin deniz yetki alanında yer alan Gaza Marine sahası, hacim bakımından Tamar (300 BCM) ve Leviathan (600 BCM) gibi dev sahalara kıyasla daha küçük görünse de, yaklaşık 31,13 milyar metreküp (BCM) doğal gazı barındırmaktadır. Bu ise Filistin’in ekonomik bağımsızlığı ve enerji güvenliği için kritik bir öneme sahiptir.
İsrail’in yaklaşımı burada sadece enerji kaynaklarını tekelleştirmekle sınırlı değildir. Aynı zamanda Filistin’in devlet olarak tanınmasını engellemek, toprak bütünlüğünü zayıflatmak ve ekonomik kalkınma sürecini baltalamak üzerine kuruludur. Gazze açıklarındaki Gaza Marine sahasının yıllardır işletilememesi bunun en somut örneğidir. Nitekim Michael Barron, Filistin’in henüz işletilmemiş doğalgaz rezervleri üzerine yazdığı yeni kitabında, bu sahanın mevcut fiyatlarla 4 milyar dolar (3 milyar £) gelir üretebileceğini ve Filistin yönetiminin 15 yıl boyunca yılda 100 milyon dolar almasının makul olduğunu öne sürmüştür.
Dolayısıyla Gazze işgali ve uygulanan “insansızlaştırma mühendisliği”, 1948 gerçeklerinden çok farklı temellere dayanmaktadır. Burada aklımıza gelmesi gereken kritik soru şudur: Acaba bu rezervlerin henüz kanıtlanmamış kısımlarında hangi değerli madenler ya da stratejik elementler bulunmaktadır? Çünkü günümüzde enerji savaşlarının yanında nadir toprak elementleri, lityum, kobalt ve diğer stratejik mineraller de küresel rekabetin merkezine yerleşmiştir.
Ancak şunu da eklemek gerekir ki, İsrail’in politikalarını ABD etkisinden bağımsız okumak mümkün değildir. Ortaya koyduğumuz dört aşama da aslında bugüne gelinen sürecin parçalarıdır. Trump’ın enerji kaynaklarına odaklı politikaları ve Gazze örneği, bu bağlamda değerlendirilmelidir. Kısacası, Gazze bugün itibarıyla yalnızca teritoryal kontrolün değil; aynı zamanda insanların yerinden edilmesi ve ekonomik kaynakların tekelleştirilmesi üzerinden yürütülen derin bir mühendisliğin sahası haline gelmiştir. Böylece Gazze, “vadedilmiş topraklar” söyleminin ötesine geçerek, İsrail’in gözünde “vadedilmiş kaynakların” merkez üssüne dönüştürülmüştür.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.





