İsrail’in Filistin Soykırımı Uluslararası Kurumlarca Tescilleniyor

Dr. Mehmet Rakipoğlu, İsrail’in Filistinlilere karşı sürdürdüğü soykırımı dünyaya duyuran uluslararası kurumları Fokus+ için kaleme aldı.
Mehmet Rakipoğlu
İsrail’in Filistin Soykırımı Uluslararası Kurumlarca Tescilleniyor
30 Aralık 2024

Kurulduğu tarihten itibaren terörü, etnik temizliği, soykırımı ve işgali kurumsal olarak benimsemiş bir oluşum olarak tezahür eden İsrail’in 7 Ekim 2023’ten beri Gazze’de sürdürdüğü saldırılar, birçok insan hakları örgütü tarafından soykırım olarak tanımlanmaktadır. Amnesty International, Medecins Sans Frontieres, Human Rights Watch (HRW) ve İsrail merkezli insan hakları kuruluşu B’Tselem gibi saygın uluslararası kuruluşların yayımladığı raporlar, İsrail’in Filistinlilere karşı icra ettiği eylemlerin soykırım niyetiyle tatbik edildiğini, İsrail ordusunun diğer kurumlarıyla entegre biçimde yürüttüğü saldırıların uluslararası hukukun çiğnenmesi anlamına geldiğini ortaya koymaktadır.  

Amnesty International ve soykırım bulguları  

Amnesty International, İsrail’in soykırımlarını meydana çıkaran birçok rapor yayımlanmıştır.  Kurumun 2022 ve 2024 yılında yayımladığı raporlar, İsrail’in sistematik suçlarının apartheid ve uluslararası hukuk bağlamında soykırım suçları kapsamında değerlendirilebileceğini ortaya koymaktadır. Bu iki rapor, yüzlerce mülakat, uydu görüntüleri ve dijital delillerle desteklenmiş detaylı analizler sunmaktadır. 280 sayfalık apartheid raporu ve soykırım raporu, uluslararası hukukun tanıdığı koruma altındaki grupların (örneğin Filistinli siviller) sistematik biçimde yok edilmeye çalışıldığını ortaya koymaktadır. Bu anlamda raporlar, İsrail’in Soykırım Sözleşmesi’ne aykırı biçimde kasıtlı olarak Gazze’deki Filistinlileri yok etmeye niyetli olduğunu ortaya koymaktadır. İsrail’in soykırım eylemleri arasında Gazzelileri öldürme, vücutta ciddi fiziki veya zihinsel hasar bırakma, psikolojik kaoslar oluşturacak boyutta faaliyet yürütmeyi sıralamıştır. İsrailli birçok yetkilinin Gazzelileri insanımsı varlıklar (subhuman) olarak tanımlayıp, buna göre aksiyon alması da İsrail’in insan hakları ve onuruna saygı göstermediğine bir kanıt olarak sunulmuştur.

Raporlarda, İsrail'in Filistinlilere yönelik politikalarının öldürme, fiziksel ve ruhsal zarar verme, yaşam koşullarını kasıtla kötüleştirme gibi fiilleri içerdiğini ve Soykırım Sözleşmesi'ne aykırı olduğunu belirtilmiştir. Ayrıca, 7 Ekim sonrası Gazze'ye yönelik ‘askeri’ operasyonların, Filistinlilerin ve Filistin’in maddi ve fiziksel olarak yok edilmesini hedeflediği ifade edilmiştir. Raporda, İsrail yetkililerinin soykırım eylemlerini haklı göstermeye yönelik açıklamalarının bu suçların işlenmesini teşvik ettiği vurgulanmıştır.  

Af Örgütü’nün raporları, 1948 Soykırım Sözleşmesi'nin II. Maddesi kapsamında “specific intent/özel bir kasıt/hedef” unsuruna odaklanmaktadır. Soykırımı diğer uluslararası suçlardan ayıran bu kritik eşik, İsrail’in eylemlerinin yalnızca askeri değil, aynı zamanda Filistin halkını kısmen ya da tamamen yok etmeye yönelik bir niyet taşıdığını ortaya koymaktadır. Raporlarda İsrail'in bu niyetinin nasıl gerçekleştirdiği hem doğrudan kanıtlarla hem de dolaylı göstergelerle detaylandırılmaktadır. Doğrudan kanıtlar bağlamında İsrailli hükümet ve askeri yetkililerin yaptığı 100’ü aşkın açıklama, bu niyetin açık bir şekilde ifade edildiğini göstermektedir. Birçok yetkilinin açıklamaları incelendiğinde, soykırım çağrısı yapıldığı ya da açıklamaların soykırımı haklı çıkarma amacı taşıdığı görülmektedir. İsrail’in Gazze’deki sistematik saldırılarına, insani yardımın engellenmesine, geniş çaplı zorla yerinden etmeye ve altyapının yok edilmesine dayanan bir model ise soykırım niyetini dolaylı olarak desteklemektedir.  

Soykırımın temel unsurları bağlamında raporlarda, İsrail’in Gazze’de işlediği üç temel soykırım unsurunu vurgulamaktadır. Birincisi kitlesel/toplu cezalandırmalar/öldürmelerdir. İsrail'in sivil altyapıyı hedef alarak gerçekleştirdiği hava saldırıları, binlerce sivilin ölümüne yol açmıştır. Özellikle 2024’teki Cibaliye, Refah gibi sivillerin olduğu bölgelerdeki kamplara, çadırlara, okullara ve hastanelere düzenlenen saldırılar sonucu birçok ailenin üç nesli (dede, anne-baba, çocuklar) dolayısıyla tüm bir sülale yok edilmiştir. İkinci olarak İsrail, Gazze’de normal yaşamı yok etmeye yönelik koşulları dayatmaktadır. Bu anlamda Gazze’ye uygulanan (hava-kara-deniz) tam abluka, insani yardımın engellenmesi, altyapının yıkımı ve zorla yerinden etme politikaları, Filistinlilerin hayatta kalma ihtimalini imkansızlaştırmaktadır. 2 milyonu aşkın Filistinli, sürekli yer değiştirerek insanlık dışı koşullarda yaşamaya zorlanmıştır. Ayrıca İsrail, güvenli ilan ettiği bölgelere de uyarı göndermeden sıklıkla saldırılar düzenlemektedir. Üçüncü olarak İsrail Gazze’deki Filistinlilere yönelik kasıtlı bir şeklide fiziksel ve zihinsel zararın vermektedir. Bu anlamda Filistinlilerin psikolojik travma, işkence ve iletişimsiz tutukluluk gibi uygulamalarla sistematik biçimde ezildiği belgelenmiştir.  

Kurumun apartheid raporu ise, İsrail’in soykırım suçlarını daha geniş bir bağlama yerleştirerek, Filistin halkının sadece Gazze’de değil, başta Batı Şeria olmak üzere işgal altındaki tüm bölgelerde ve İsrail sınırları içinde de özellikle 48 Araplarının, siyahi Yahudilerin ve Siyonizm’e katkı sunmayan eleştirel tavra sahip Yahudilerin negatif ayrımcılığa maruz kaldığını ortaya koymaktadır. Raporda, İsrail’in apartheid sisteminin rastlantısal değil, bir Yahudi devleti inşa etme ve sürdürme amacının bir sonucu olduğu ifade edilmektedir. Bu bağlamda, 2018’de çıkarılan Yahudi Ulus-Devlet Yasası, İsrail’in ayrımcı politikalarının kurumsal temelini pekiştirmiştir.  

Human Rights Watch’un raporları ve İsrail soykırımı

Human Rights Watch, 2024 yılında yayımladığı kapsamlı raporunda, İsrail’in Gazze’de Filistinlilere yönelik uygulamalarını “soykırım” ve “insanlığa karşı işlenen suçlar” olarak tanımlamıştır. Bu bulgular, özellikle Gazze’de yaşam koşullarının kasıtlı olarak yok edilmesine odaklanarak, İsrail’in uluslararası hukuku ihlal ettiğini ve bu ihlallerin soykırım suçunun temel unsurlarını taşıdığını göstermektedir. HRW raporunda, İsrail’in Gazze’de su erişimini sistematik biçimde engellediği ve bu durumun binlerce Filistinlinin ölümüne yol açtığı belirtilmektedir.  

Rapor, İsrail’in Ekim 2023’ten itibaren Gazze’de temiz su kaynaklarını keserek ve kritik su altyapılarını hedef alarak bölgedeki insani durumu daha da kötüleştirdiğini belgelemektedir. BM’nin tanımladığı “acil durumlarda asgari su miktarına” dahi ulaşılamadığı ve bu durumun susuzluk ve su kaynaklı hastalıkların yayılmasına neden olduğu vurgulanmaktadır. Örneğin, 2024 yılı temmuz ayında bir su rezervuarının İsrail tarafından imha edilmesi, bölgedeki altyapı yıkımının boyutlarını ortaya koymaktadır.  

Rapor, ayrıca İsrail’in su erişimini engelleme politikasının, “kasıtlı bir yok etme politikası” olduğunu ve bunun insanlığa karşı işlenen “yok etme” suçunu teşkil ettiğini belirtmektedir. HRW, İsrailli yetkililerin kamuoyuna yönelik açıklamalarını da inceleyerek, bu açıklamaların “soykırım yapmaya doğrudan ve açık bir niyeti” olduğunu ortaya koymaktadır.  

B’Tselem ve İsrail’in soykırım suçları

İsrail merkezli bir insan hakları örgütü olarak 1989 yılında kurulan B’Tselem de işgal altındaki Filistin topraklarında Siyonist rejimin insan hakları ihlallerini belgelemektedir. İsrail merkezli olmasına rağmen, örgüt birçok kez İsrail hükümetlerini en ağır şekilde eleştirmiştir. B’Tselem, 2021 yılında yayımladığı raporunda İsrail’i bir “apartheid devleti” olarak tanımlamış ve Filistinlilere yönelik ayrımcı politikaların sistematik bir devlet politikası olduğunu ortaya koymuştur. 2024 yılında yayımladığı Manufacturing Famine başlıklı raporda ise B’Tselem, Gazze’de İsrail’in insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında aç bırakma suçunu işlediğini belgelemiştir. Bu raporda, Gazze’deki açlık krizinin bir tesadüf ya da savaşın doğal bir sonucu olmadığı, İsrail’in bilinçli ve kasıtlı politikalarının bir ürünü olduğu belirtilmiştir. Örgüt, İsrail’in bu politikayı açıkça ilan ettiğini, savaş kabinesi üyelerinin bu durumu alenen savunduğunu ve Gazze’deki açlık ve yoksulluğun uluslararası hukuka göre suç teşkil ettiğini vurgulamaktadır.  

B’Tselem’in 2024 yılı Ekim ayında yayımladığı başka bir rapor, İsrail’in kuzey Gazze’de etnik temizlik yaptığını ve bu bölgedeki Filistinlileri zorla yerinden etmeyi hedeflediğini ortaya koymuştur. Rapora göre, Gazze’nin kuzeyinde yüz binlerce kişi açlık, temiz su eksikliği ve tıbbi yardıma erişim olmaksızın ağır bombardıman altında yaşam mücadelesi vermektedir. Üç hastanenin çöküşün eşiğinde olduğu ve İsrail’in bu süreçte uluslararası odağın Suriye’ye ve muhtelif çatışma alanlarına kaymasından faydalandığı ifade edilmektedir. Ayrıca, İsrail’in “Generaller Planı” olarak bilinen ve kuzey Gazze’yi tamamen boşaltmayı hedefleyen bir stratejiyi hayata geçirdiğine dair İsrailli askerlerin ve medyanın ifşaları da raporda yer almıştır. Bu planın, sivillerin evlerinden zorla çıkarılmasını ve insani krizlerin kasıtlı olarak derinleştirilmesini içerdiği belirtilmiştir.  

İsrail’in Gazze’de işlediği suçlar, uluslararası kurumlar tarafından açıkça belgelenmiş ve soykırım olarak tanımlanmıştır. Amnesty International, Human Rights Watch, B’tselem ve Médecins Sans Frontières (MSF) gibi önde gelen insan hakları kuruluşlarının raporları, İsrail’in Gazze halkını hedef alarak sistematik bir yok etme politikası yürüttüğünü göstermektedir. Özellikle, Amnesty ve HRW raporları, su ve insani yardımın kasıtlı olarak engellenmesi gibi eylemleri, soykırımın temel unsurları olarak tanımlamıştır.  

Bu raporlar ve uluslararası tepkiler, İsrail’in giderek “pariah state” (haydut devlet) olarak görülmesine yol açmaktadır. İsrail’in bu izolasyonu, sadece raporlarla sınırlı kalmayıp, diplomatik düzeyde de etkisini gösteriyor. İrlanda’nın İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesmesi ve İsrail Büyükelçiliği’ni Filistin Müzesi’ne dönüştürme kararı, bu sürecin somut bir örneğidir. Uluslararası toplumun artan farkındalığı ve bu tür diplomatik hamleler, İsrail’in uluslararası sistemde dışlanmasını hızlandırabilir. Özellikle İslam ülkelerinin İsrail’i izole edici adımlar atması beklenebilir. Her geçen gün daha fazla ülke ve kurum, İsrail’i bir insan hakları ihlalcisi ve soykırım suçlusu olarak tanımlamakta, bu da İsrail’i istenmeyen bir aktör haline getirmektedir. Bu durum, İsrail’in uluslararası hukuk ve normlara uyma baskısını artırırken, Filistin davasının uluslararası sistemde daha güçlü bir şekilde savunulmasına olanak tanımaktadır.  

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.