İsrail-İran Çatışması: Nükleer Strateji ve Ekonomik Etkiler

Doç. Dr. Zeynep Burcu Uğur, İsrail’in İran’a yönelik saldırılarının bölgedeki ekonomik ve jeopolitik etkilerini, İran’ın nükleer programının stratejik önemini ve savaşın olası sonuçlarını Fokus+ için kaleme aldı.
Zeynep Burcu Uğur
İsrail-İran_Çatışması_Nükleer_Strateji_ve_Ekonomik_Etkiler-Zeynep_Burcu_Uğur.jpg

20.06.2025 - 13:22  |  Son Güncellenme:20.06.2025 - 13:29

İran, ABD ile nükleer enerji konusundaki sınırları müzakere ederken süpriz bir İsrail saldırısında önemli kayıplar verdi.  

Bu saldılarda bir taraftan İran’ın nükleer yetkinlikleri elimine etmek istenirken bir taraftan da İsrailli yetkililerin ve özellikle Netanyahu’nun konuşmalarından İran yönetimini düşürmeye çalıştıkları çok net anlaşılıyor.

Neden İran’ın bir nükleer enerji program var?

İlk olarak nükleer enerji neden önemli ona bir göz atalım. Nükleer enerji, ekonomik açıdan her ülkeye birçok stratejik avantaj sunar. Özellikle fosil yakıta bağımlı ülkeler için enerji ithalatını azaltarak cari açığın düşmesine katkı sağlar. İlk yatırım maliyeti yüksek olsa da, uzun ömürlü nükleer santraller düşük işletme maliyetleriyle 40-60 yıl boyunca istikrarlı ve öngörülebilir enerji üretimi sunar. Bu durum, rüzgâr ve güneş gibi dalgalı kaynaklara kıyasla sanayi ve altyapı planlaması açısından büyük bir avantajdır. 

Ucuz ve bol enerji, sanayi üretim maliyetlerini azaltarak ihracatçılara rekabet gücü kazandırır. Ayrıca, nükleer enerji sektörü; fizik, mühendislik, güvenlik gibi alanlarda yüksek nitelikli istihdam oluşturur ve teknoloji transferiyle yerli bilimsel kapasitenin gelişmesini teşvik eder. Karbon salımı yapmayan yapısı sayesinde iklim hedeflerine ulaşmada da etkili bir araç olan nükleer enerji, aynı zamanda enerji arz güvenliğini artırarak ülkelerin dışa bağımlılığını ve jeopolitik risklerini azaltır.

İran’ın halihazırda büyük petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olmasından dolayı, enerji maliyetlerini düşürmek için nükleer enerji üretmesi argümanı geçersiz. Ancak, ekonomisinin büyük ölçüde petrol ve doğal gaz gelirine dayanmasından dolayı İran’ın, petrole olan bağımlılığını azaltmaya veya enerji arz güvenliğini sağlamak için çeşitlendirmeye çalışması gayet makul bir adım.  

Böylece, daha fazla petrol ile gazını ihraç edebilir. Genç ve hızla artan nüfusla birlikte özellikle yaz aylarında artan yüksek elektrik talebine karşılık, nükleer santraller istikrarlı ve uzun vadeli bir çözüm sunar. Bunun yanında, uranyum zenginleştirme ve reaktör teknolojisi gibi alanlarda edinilen bilgi birikimi, İran’ın yalnızca enerji üretiminde değil, aynı zamanda teknolojik ve bilimsel kapasitesinin gelişmesinde önemli rol oynar. Fakat bütüncül olarak bakıldığında İran nükleer programını ekonomik gerekçelerden çok, nükleer enerji kapasitesini ülkenin güvenliği açısından stratejik bir yatırım olarak değerlendirmektedir.  

Irak ile 10 yıl savaşmış bir ülke olarak İran’ın her ülke gibi caydırıcılığını artırmak istemesi gayet doğaldır.  Bütün dünyanın bildiği bir sır olan İsrail’in nükleer silahları gerçeği ile, İran’ın İsrail ile de uzun süredir devam eden vekalet savaşlarını birleştirdiğinizde İran’ın nükleer teknolojiye sahip olma isteği de gayet anlamlı görünmekte.  

İran’a uygulanan ambargo

Nükleer Tesis (İran)

Bu nükleer program ile ilgili İran ekonomisi önemli bedeller ödedi. Batılı ülkeler, özellikle ABD, İran’ın nükleer enerji çalışmalarını nükleer silah üretimiyle bağlantılı olabileceği şüphesiyle sınırlamak istemektedir. Bu nedenle İran’a karşı yıllar içinde, Avrupa Birliği ve ABD tarafından çok sayıda ekonomik ve ticari yaptırım uygulanmıştır. 

Ambargoların kapsamı zamanla değişse de genel olarak İran’ın petrol ve doğal gaz ihracatı, finans sistemi, banka işlemleri, teknoloji ve silah ticareti gibi alanları hedef almıştır. 2015’te imzalanan İran Nükleer Anlaşması (JCPOA), bu yaptırımların büyük kısmını kaldırmışsa da, Donald Trump döneminde ABD’nin 2018’de tek taraflı olarak anlaşmadan çekilmesi ve tekrar ağır yaptırımlar uygulamaya başlamasıyla İran ekonomisi tekrar ciddi baskı altına girmiştir.

Ambargolar İran ekonomisine derin ve çok yönlü zararlar vermiştir. En büyük gelir kaynağı olan petrol ihracatında düşüşler yaşanmış, döviz geliri azalmış ve bütçe açığı büyümüştür. İran bankalarının uluslararası sisteme erişimi engellenmiş, dış yatırımlar kesilmiş ve teknoloji ithalatı büyük oranda durmuştur. 

Bu durum yüksek enflasyon, işsizlik, yerel para biriminin değer kaybı ve ekonomik durgunluk gibi sonuçlara yol açmıştır. Ayrıca, ithalata dayalı pek çok sektör, özellikle ilaç ve yüksek teknoloji alanlarında, üretim sıkıntısı yaşamıştır. Ambargolar sadece ekonomik değil, sosyal açıdan da İran halkının yaşam kalitesini doğrudan etkilemiş ve hükümetin iç politikadaki meşruiyetini de zorlamıştır.

İran’ın -her ne kadar ambargolar altında ezilmiş de olsa- büyük bir medeniyet olduğunu hatırlamalıyız. Birçok insan için yeni bir bilgi olabilir; İran, kadınların eğitime katılımları konusunda 2013 yılında başörtü yasağı kaldırılana kadar Türkiye’nin fersah fersah önündeydi.  

Ani baskının muhtemel ekonomik etkileri

Seçim kampanyası boyunca kendini “barış güvercini” olarak tanıtan Trump’ın, İranlıları tuzağa düşürmek amacıyla müzakereler yapıyormuş gibi görünürken aslında Netanyahu ve Mossad’ın planlarından haberdar olduğunu açıklaması ve İran’ın nükleer programına ilişkin müzakereleri tamamen sabote eden bir saldırıyı kutlaması, bir devlet başkanının tutumu olarak makul görünmüyor.

Halbuki küresel anlamda en büyük güç kabul edilen ve dünyanın en büyük ekonomisine sahip bir ülkenin devlet başkanının çok daha sorumlu davranması beklenirdi. Çünkü bu savaşın ilerlemesi durumunda önemli sonuçları bütün dünya için beraberinde getirmesi ciddi bir ihtimal.

Savaş daima bir arz şoku oluşturur ve her zaman üretimi ve dolayısıyla ekonomiyi olumsuz etkiler -eğer bütün dünyaya silah üretip satmıyorsanız-. Savaşın elbette en çok etkilenecek ekonomileri İsrail ve İran’ın ekonomileridir.  

İran’ın büyük petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip olması nedeniyle, İsrail’le arasındaki savaşın enerji piyasaları üzerindeki etkisi hızla hissedilmeye başlamıştır. Hürmüz Boğazı üzerinden geçen enerji trafiği tehdit altına girerken, petrol ve doğal gaz fiyatları savaşın daha ilk günlerinde yükselmiş, bu durum özellikle İran petrolüne bağımlı Avrupa, Çin ve Hindistan gibi ülkeleri doğrudan etkilemiştir. Enerji fiyatlarındaki artış küresel enflasyonu tetikleyebilir, buna karşı alınacak önemler ise küresel büyümeyi yavaşlatabilir.

İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, bazı yorumcular tarafından "İran’ın Pearl Harbour’u" olarak nitelendirilmiş, İran’ın hızlı toparlanarak İsrail’in Hayfa Limanı gibi stratejik noktalarını vurması savaşın ekonomik zararlarının tek taraflı olmadığını göstermiştir. Bu gelişmeler finansal piyasalarda da yankı bulmuş, yatırımcılar güvenli liman olarak altına yönelmiş, bu da özellikle bölgeye yakın gelişmekte olan ülkelerin borsalarında satış baskısı oluşturmuştur. Öte yandan, İran destekçisi Husiler’in Kızıldeniz’de ticaret yollarını tehdit etmesi, dünya ticaretinde ciddi aksamalar oluşturma riski taşımakta, savaş sigortalarının artmasıyla taşıma maliyetleri yükselerek küresel lojistik maliyetleri üzerinde baskı oluşturmaktadır.

“Komşuda pişer bize de düşer” hesabı, saldırılardan sonra Türkiye’de de güvenlik politikaları ister istemez önceliklendirilecektir. Bu da ekonomi ile yapısal reformların ikinci plana atılmasını doğurabilir. Savaşın kapı komşumuzda oluyor olması gerçekliği karşısında sağlık, eğitim yatırımlarının ve sosyal desteklerin bundan sonra lüks görülmesi kaçınılmaz.  

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.