İran-İsrail Savaşı Gölgesinde Suriye: Tarihi Düşmanla Zorunlu Yakınlaşma

Büyükelçi Erdem Ozan, İran-İsrail çatışmasının Suriye'nin yeniden inşa sürecine etkilerini ve bölgedeki olasılıkları Fokus+ için kaleme aldı.
Erdem_Ozan (1).jpg
20MANS_WEB_-_İran-İsrail_Savaşı_Gölgesinde_Suriye_Tarihi_Düşmanla_Zorunlu_Yakınlaşma_-_Erdem_Ozan.jpg

20.06.2025 - 15:49  |  Son Güncellenme:20.06.2025 - 16:39

Ortadoğu, yeni bir kriz eşliğinde kritik bir dönemeçten geçiyor. İran ile İsrail arasındaki doğrudan savaş, sadece bu iki ülkeyi değil, bölgedeki tüm dengeleri temelden sarsıyor. Tırmanma ve yayılma eğilimi gösteren bu çatışma ekseni, jeopolitik fay hatlarını tetikliyor; eski ittifakları zorluyor, yeni dinamiklere, ortaklıklara ve hatta ittifaklara zemin hazırlıyor.  

Çatışmanın taraflarına ilave olarak, gözlerin yeniden çevrildiği ülkelerden biri de hiç şüphesiz iç savaşın yıkımından çıkmaya çalışan, istikrar ve güvenlik arayışındaki Suriye.  

2011 sonrası tahribatın izlerini uzun süre taşıyacak bir ülke olarak Suriye, bugün yalnızca ulusal birliğini ve devletin temellerini değil, siyasi yönünü de yeniden tanımlama aşamasında. Ahmed Şara liderliğinde kurulan geçiş yönetimi, içeride otoriteyi pekiştirmeye, dışarıda ise diplomatik manevra alanını genişletmeye çalışıyor.  

Ancak İran-İsrail savaşı bu çabaları akamete uğratma potansiyeline sahip. Şam’ın önünde artık teorik olmaktan çıkmış, hayati bir soru var: İsrail’le normalleşme, istikrar ve güvenliğin hakim olduğu yeni bir gelecek sunabilir mi, yoksa toplumsal ve siyasi bir kopuşun başlangıcı mı olur?  

Düşmanlıktan zoraki ortaklığa  

Golan Tepeleri

Suriye’nin İsrail ile ilişkileri tarihsel planda normalleşmenin yapı taşlarını oluşturacak düzeye hiçbir zaman ulaşmadı. 1948’den bu yana süregelen husumet, 1967’de Golan Tepeleri’nin işgaliyle kurumsallaştı. Suriye, bu kaybı sadece toprak değil, aynı zamanda ulusal gurur meselesi olarak gördü. Takip eden yıllarda İran’la kurulan ideolojik ve siyasi/askeri ittifak, bu düşmanlığı daha da derinleştirdi. Hizbullah ve diğer vekil güçler üzerinden İsrail ile sürdürülen mücadele, Suriye’yi doğrudan bir savaş sahasına dönüştürmeden bu çatışmanın bir parçası haline getirdi.  

Ancak bu jeopolitik konumlanma, bugün artık işlevsiz hale gelmiş durumda. 2011 sonrası süreçte Suriye, İsrail karşıtı söylemi sürdürdü fakat gerçekçi ve fiiliyata geçirilebilecek bir çatışma imkanı ve kabiliyetinden yoksun kaldı. Esed rejimi ayakta kalma mücadelesi verirken, İsrail özellikle İran’a ve vekil güçlerine ait askeri noktaları hedef aldı ve Şam buna somut bir tepki veremedi. Söylem ile eylem arasındaki sıkışmışlık hissiyatının yarattığı bu çelişki, bugün Şara döneminde daha belirgin hale geliyor.  

Şara yönetimi ve zorunlu gerçekçilik  

Ahmed Şara liderliğindeki geçiş hükümeti, savaşın tahrip ettiği Suriye’yi yeniden inşa yolunda zorlu bir sınav veriyor. Ancak siyasi birlik, sosyal uyum, ekonomik kalkınma ve siyasi/hukuki meşruiyet gibi temel ihtiyaçlar halen tam anlamıyla karşılanabilmiş değil. Mevcut kazanımlar da kırılgan niteliğini muhafaza ediyor. 

İran-İsrail savaşı, bu kırılganlığı daha da derinleştiriyor. Özellikle İsrail’in, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana bölgeye yönelik agresif siyaset ve uygulamaları, Suriye’nin yeniden inşasında ve kendini bölgesel bir aktör olarak yeniden konumlandırma çabaları bakımından ciddi bir sınama teşkil ediyor.  

Şara yönetimi, İsrail ile doğrudan çatışmaktan doğal olarak kaçınıyor. Diplomatik kanallar üzerinden verilen olumlu mesajlar hem Batı’ya hem Tel Aviv’e yönelik bir tutum değişikliği sinyali olarak yorumlanıyor. Suriye’nin İbrahim Anlaşmalarına olası katılımına kadar varan bazı örtülü açıklamalar ve bu minvalde yürütülen diplomatik temaslar, Şara’nın dış politikada yeni bir rota çizeceğinin emareleri olarak değerlendiriliyor. Ancak bu rota hayli engebeli ve içeride tehlikeli kırılmalara yol açabilir.  

İç cephede denge arayışı: Sosyal uyum, kimlik ve meşruiyet  

Suriye toplumu, on yılı aşkın süren iç savaşın ardından hem fiziksel hem sosyolojik anlamda yorgun ve dağınık durumda. Etnik, mezhebi ve siyasi fay hatları derinleşmiş, ulusal kimlikten ziyade yerel aidiyetlerin güçlendiği bir resim ile karşı karşıyayız. Bu parçalı yapı içerisinde İsrail’le olası normalleşme, dikkatli bir şekilde yönetilmediği takdirde, kolaylıkla Şara yönetiminin siyasi zeminini ve otoritesini aşındırabilecek bir unsur haline gelebilir. Özellikle Filistin meselesinin hâlâ bölge halklarının vicdanında müstesna bir yer tuttuğu düşünüldüğünde, Tel Aviv’le kontrolsüz bir yakınlaşmanın Suriye halkı ve İslam dünyası nezdinde meşruiyet kaybına dönüşmesi ihtimal dışı değildir. 

Şara yönetimiyle uzlaşmaya ayak sürüyen PKK güdümlü Suriye Demokratik Güçleri, ABD himayesi üzerinden kendi mevcudiyetini özerk bir aktör olarak kurgulamaya gayret ediyor. Bu grup, Tel Aviv’le yakınlaşmayı kendi pozisyonunu zayıflatacak bir gelişme olarak yorumlayabilir. Dürziler, Aleviler ve Sünni aşiretler ise kendi tarihsel hafızaları ve dini/siyasi kimlikleri çerçevesinde bu gelişmeye direnç gösterebilir. Şara’nın kırılgan meşruiyetini tehdit edebilecek iç fay hatlar olarak karşımıza çıkan bu unsurlara İran-İsrail savaşına dair senaryoların yansımalarını da ilave etmek gerekecek.  

Bölgesel ve küresel perspektif: Suriye kendisini nerede konumlandıracak?  

Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara

Şara yönetiminin dış politikası, bugüne kadar büyük ölçüde dış aktörlerle ilişkilerde kazanılacak meşruiyeti hareket noktası olarak alan bir politika izledi. ABD, Avrupa Birliği ve Körfez ülkeleri, İran ile bağlarını koparmış, Rusya ile mesafeli bir Suriye’ye siyasi ve ekonomik yardım sunmaya hazır olacaklarının işaretlerini verdi. Ancak bu destek, önümüzdeki dönemde İsrail’le ilişkilerin düzeltilmesi şartına daha fazla bağlanabilir. Nitekim, ABD yaptırımlarının kaldırılmasına yönelik müzakerelerde bunun işaretlerini gözlemledik. Dolayısıyla normalleşme süreci, sadece bir tercih değil, Suriye hükümetinin hayatta kalma stratejisine bürünebilir.  

Diğer yandan, İsrail için de Şam’la kurulacak aleni ya da zımni bir iş birliği, bölgesel nüfuzun tahkimi açısından değerli olabilir. Ancak İsrail’in 7 Ekim sonrası daha saldırganlaşan güvenlik siyaseti, toplum nezdinde bu yakınlaşmanın daha çok bir teslimiyet görüntüsü vermesine neden olabilir. Bu durum, Suriye’deki iç dengeleri daha da karmaşıklaştıracak potansiyel taşıyor.  

Direniş retoriğinden gerçekçilik siyasetine geçiş  

Suriye’nin artık eski retorikler ve siyasi kalıplarla yoluna devam etmesini beklememek gerekiyor. Bölgesel savaşlar, ekonomik çöküntü, toplumsal bölünmeler ve uluslararası baskılar, Şara yönetimine yeni bir dış politika çizgisi dayatıyor. İsrail’le ilişkilerde denge arayışı, uluslararası meşruiyet kazanımı ve yaptırımların kaldırılması kadar, iç çatışmaların bertaraf edilmesinin de bir aracı olabilir.  

Ancak bu denge, yalnızca dış faktörlere değil, Suriye toplumunca İsrail bağlamında atılacak adımların benimsenmesine ve desteklenmesine de bağlı. İsrail’le yakınlaşma; doğru zeminde, doğru tempoyla ve doğru söylemle yürütülmediği takdirde, ülkenin yeniden inşa süreci daha başlamadan çökebilir.  

Bugün Suriye için asıl mesele yeni bir denge inşa edebilmektir. Bu denge sağlıklı bir zemine oturtulamazsa, ülke yeni çatışmaların sahnesi haline gelebilir. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.