İki Yıldır Süren Savaş İsrail Toplumunu Çökertiyor mu?

Araştırmacı Ahmed El-Cendi, Gazze’ye yönelik saldırıların İsrail toplumunda neden olduğu psikolojik, sosyal ve siyasi çöküşü Fokus+ için kaleme aldı.
Ahmed El-Cendi
251007MT%C3%87_Web_-_%C4%B0ki_Y%C4%B1ld%C4%B1r_S%C3%BCren_Sava%C5%9F_%C4%B0srail_Toplumunu_%C3%87%C3%B6kertiyor_mu_-Ahmed_El-Cendi.jpg

07.10.2025 - 17:47  |  Son Güncellenme: 07.10.2025 - 17:57

İsrail, tarihinde hiç bu kadar uzun süren bir savaş yaşamamıştı. İsrail toplumu da “Mescid-i Aksa Savaşı” kadar olumsuz etkilendiği bir savaşa tanık olmadı.  

Bu savaş, 1973 Ekim Savaşı da dahil olmak üzere geçmişteki tüm çatışmalardan farklı biçimde, İsrail’in derinliklerinde ve işgal altındaki topraklarda, kuzeyden güneye yayılan bir cephede gerçekleşti.  

Savaş halen sürüyor ve ABD Başkanı Donald Trump'ın planına rağmen yakın zamanda sona ermesi beklenmiyor.   

Ancak sürenin uzaması, İsrail toplumu üzerinde kalıcı psikolojik ve sosyal sonuçlar bırakıyor.   

Bu durum, “Siyonist varlık” olarak ifade edilen İsrail’in tarihinde bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor.  

İsrail’in askeri doktrini, her zaman hızlı ve kısa süreli savaşlara dayanmıştı. İran’a karşı 12 gün süren "Yükselen Aslan Operasyonu" olduğu gibi, İsrail itibarını zedelemeden uluslararası destek sağlayabildiğini gösterdi.  

Belki de bu yüzden, bu anlayışın mimarı David Ben-Gurion, İsrail ordusunun stratejik savaş ilkelerine ilişkin vizyonunu oluştururken, zamanı en önemli faktör olarak belirlemişti.  

Eski İsrail Başbakanı David Ben-Gurion

Ben-Gurion, sadece sınırlı ekonomisi ve insan kaynakları nedeniyle değil, özellikle de kazanacağı uluslararası itibar nedeniyle, İsrail’in kısa savaşlar yapması gerektiğine inanıyordu.  

Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü’nün geçtiğimiz ağustos ayında yayımladığı rapora göre, zaman faktörünü göz ardı ederek ve savaş doktrinini ihlal ederek bu savaşı yürütmek İsrail’in uluslararası itibarını zedeliyor.  

Filistin hakkındaki anlatısını kaybetmesine neden oluyor, dünya çapında kendisini ve vatandaşlarını boykot edilme tehdidiyle karşı karşıya bırakıyor.  

İsrail toplumunun bu savaştan en olumsuz şekilde etkilendiği ve daha önce hiç bu kadar yoğun şekilde karşılaşmadığı sorunlarla karşı karşıya kaldığı da şüphesiz.  

Örneğin, son iki yıl içinde yüz binlerce yedek askerin uzun süreli ve tekrarlanan görevlere çağrılması, birçoğunun işlerinden ayrılmasına neden oldu. Askerler ve aileler uzun ayrılıklara ve psikolojik baskıya maruz kaldı.   

Zorunlu askerlik süresinin 30 aydan 36 aya çıkarılması ise tepkiyle karşılandı.  

Ayrıca büyük şehirler aylarca bombalandı, milyonlarca kişi sığınaklara gitmek zorunda kaldı.  

Öte yandan, rehinelerin yakınlarının düzenlediği protestolar, hükümetin baskısıyla sık sık bastırıldı. Bezalel Smotrich ve Itamar Ben-Gvir gibi aşırı sağcı bakanlar, bu aileleri “İsrail’in en tehlikeli düşmanı” olarak nitelendirdi.   

Çünkü söz konusu aileler, çocuklarının hayatını devletin çıkarlarının önünde tutuyor, Netanyahu’nun devleti diktatörce yönetmesini ve Ultra-Ortodoks Haredi’lerin askere alınmamasını eleştiriyor.  

Tüm bunlar, herkesin şu anda hissettiği derin bir kutuplaşmaya yol açtı ve bu durum, toplum için doğal olarak olumsuz sonuçlar doğuruyor.  

İsrail muhalefeti ise hükümeti “İsrail toplumunun en büyük tehdidi” olarak görmeye başladı.  

Toplumsal yansımalar 

Bu bağlamda, rehinlerden biri olan Matan Zangauker’in annesi Einav Zangauker, Gazze’de süren savaş hakkında, “Bu artık Hamas’a karşı değil, İsrail toplumuna karşı bir savaş” ifadelerini kullandı.  

İsrail’in şimdiye kadar yaşamış olduğu en uzun savaşın yol açtığı sosyal sorunlar, geçici ve kalıcı sorunlar olarak ikiye ayrılabilir.  

Siyonist varlığın yaşadığı, savaşın ilk aylarında bir krize neden olan ve ardından yavaş yavaş ortadan kaybolmaya başlayan geçici sorunlar şöyle özetlenebilir:  

İlk olarak yüzbinlerce kişi, bombardıman nedeniyle evlerini terk ederek, devlet tarafından kurulan kamplara, otellere veya geçici barınaklara sığındı.   

Bu kriz, Gazze Şeridi’nin güneyindeki ve işgal altındaki Filistin’in kuzeyindeki yerleşim bölgelerinde yaşayan İsraillileri, devam eden askeri operasyonlar ve direniş güçlerinin yoğun bombardımanları nedeniyle doğrudan etkiledi.  

Ancak, kuzeyde Hizbullah ile çatışmaların sona ermesi ve direniş güçlerinin Gazze Şeridi’nden roket fırlatma kabiliyetinin azalmasıyla bu kriz önemli ölçüde azaldı.  

Diğer yandan, Eylül ayında Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü tarafından yapılan anketler, geçici nitelikte olan ve sahadaki duruma, savaşın etkilerinin azalmasına veya yayılmasına ya da çeşitli cephelerin sakinleşmesine bağlı olarak azalabilecek veya artabilecek genel sosyal sorunları ortaya koydu.  

Söz konusu anketlere göre İsraillilerin yüzde 65’i sosyal durumdan endişe duyduğunu dile getirdi.  

Katılımcıların yüzde 42’si bu durumdan “çok endişeli”, yüzde 23’ü ise “biraz endişeli” olduğunu belirtti.  

Ankete göre toplumsal dayanışma duygusunda da ciddi bir düşüş olduğu görüldü. Halkın yalnızca yüzde 22’si “birlik hissinin arttığını” söyledi.  

Halkın yüzde 58’i ise İsrail’de meydana gelebilecek “sosyal tehditlerden endişe duyduğunu” ifade etti. Ağustos ayında bu oran yüzde 48 olarak kaydedilmişti.  

İsrail’in maruz kalacağı dış güvenlik tehditlerinden giderek daha fazla endişe duyanların oranı da yüzde 30 olarak bildirildi.  

Savaş aynı zamanda güvenlik algısı da zayıflattı. Katılımcıların yalnızca yüzde 29’u kendini “güvende” hissettiğini söyledi.  

Buna karşılık orta düzeyde güvenlik hissedenlerin oranı yüzde 43, düşük veya çok düşük güvenlik hissedenlerin oranı ise yüzde 27 oldu.  

Savaşın doğurduğu bir diğer derin etki, İsrail demokrasisinin geleceğine dair kuşkular oldu.  

Hükümetin protestolara karşı uyguladığı sert önlemler, protestocuların sürüklenip saldırıya uğraması, yargı reformunda ısrarı ve koalisyon içi muhaliflere baskısı, demokratik normların aşındığına dair kaygıları artırdı.  

Nitekim Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü’nün ağustos ayında yayımladığı anketine göre, İsrailli Yahudilerin yüzde 64’ü demokrasinin geleceğinden ciddi endişe duyduğunu ifade etti.  

Benzer şekilde, Yahudilerin yüzde 58’i İsrail toplumunun krizden kurtulma kabiliyeti konusunda karamsar iken, sadece yüzde 32,5’i bu konuda iyimser olduğunu belirtti.  

Bir diğer önemli sorun ise, devletin kuruluşundan bu yana hiç olmadığı kadar vatandaşlarını korumakta başarısız olması nedeniyle, devlet ile vatandaşları arasındaki sosyal sözleşmenin bozulması ve iki taraf arasındaki yazılı olmayan anlaşmanın aşınmasıdır.  

Hükümet ve ordu tarafından temsil edilen devletin temel sorumluluğu, vatandaşlarını korumak ve onların güvenliğini sağlamak olmasına rağmen, İsrail yönetimi, rehinelerin serbest bırakılması konusunda isteksiz davrandı.  

Hatta bazı değerlendirmelere göre, “Hannibal Protokolü” kapsamında bu kişileri kurtarmak yerine ortadan kaldırmayı tercih etmiş olabileceği iddia edildi.   

Örneğin 1973 Savaşı’nda, İsrail savaşın bitmesinden birkaç hafta sonra, 15 Kasım 1973’te rehinleri geri almayı başarmıştı.   

Ancak bu kez bazı rehineler, iki yılı aşkın süredir benzeri görülmemiş derecede ağır koşullarda tutulmaya devam ediyor.  

Öte taraftan, İsrail ordusunun savaşta ağır kayıplar vermesi de toplumsal psikoloji üzerinde ciddi baskılar yarattı.  

Bu baskı, olaylara doğrudan maruz kalmamış kişilerde bile uyku bozuklukları ve sürekli gerginlik şeklinde kendini gösteriyor ve intihar vakalarında artışa neden oluyor.  

HaMakoom sitesinin Eylül ortasında yayımladığı rapora göre, Yisrael Beiteinu partisinden Knesset üyesi Sharon Nir, mevcut savaşta yaralı sayısının 20 bini aştığını söyledi.  

Nir, bunların yüzde 56’sı, yani 10 bin 700 yaralının psikolojik sorunlar yaşadığını da ekledi.  

Uzmanlara göre, İsrail toplumunda gözlenen psikolojik sarsıntı, Vietnam Savaşı sonrası ABD’de yaşanan travmatik tabloyla karşılaştırılabilecek düzeye ulaştı.  

Son veriler, özellikle 18 ila 30 yaş arası gençlerde intihar riski bildirimlerinin tahmini olarak yüzde 184 oranında arttığını ortaya koyuyor.   

Ulusal Travma Mağdurları (NITL) adlı örgüt, her gün intihar etmeyi düşünen kişilerden yardım çağrıları aldığını bildiriyor.  

Bu durumu ağırlaştıran bir diğer unsur ise, ruh sağlığı hizmetlerindeki yetersizlik oldu.  

Savaş öncesinde terapist/travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) hastaları arasındaki oran 500’DE 1 iken, savaşın yoğun döneminde bu oran 750’DE 1’ye kadar geriledi.     

Bu da binlerce kişinin tedaviye erişemeden sessizce acı çektiği anlamına geliyor. Uzmanlar ayrıca, tedavi görmeden savaşın etkilerini yaşayan kişilerin sayısının bilinmediğine dikkat çekiyor.  

Sağlık Bakanlığı raporuna göre, intihar oranları ise erkeklerde daha yüksek, ancak kadınlar arasında kaygı ve depresyon vakaları daha yaygın.  

İsrail ordusu personeli, özellikle yedek askerler, savaşın en ağır psikolojik yükünü taşıyor.  

Ordu Personel Dairesi verilerine göre, yalnızca temmuz ayında yedi asker intihar etti.  

2025’in ilk yedi ayında 16 asker yaşamına son verdi, bu rakam, 2024 yılının tamamındaki 21 intihar vakasına neredeyse yaklaşmış durumda.  

Askeri personel arasında ortalama intihar sayısı artmaya devam ediyor.  

Örnek vermek gerekirse 2022’de asker başına düşen ortalama intihar oranı 1,17 iken, bu oran 2023’te 1,42’ye, 2024’te 1,75’e, 2025 yılında ise 2,29’a yükseldi.  

Bu verilerin, düzenli hizmetteki askerler arasında yaşanan intihar girişimlerini içermediğine ve ordunun, savaşın başlamasından bu yana ruh sağlığı sorunları nedeniyle görevden ayrılan asker sayısını açıklamayı reddettiğine dikkat edilmeli.  

İsrail toplumunda bir başka endişe verici durum ise, savaşın ilk yılında yaşanan stres, kayıp ve bombardıman atmosferi nedeniyle, İsrail’deki okul çağındaki çocukların yüzde 26’sının ilk kez uyuşturucu kullanmaya başlaması oldu.  

Buna ek olarak, gençler ile toplumun farklı kesimleri arasındaki sosyal uyum ciddi şekilde zarar gördü.  

İsrael Hayom gazetesinin öğretim yılı başında yayımladığı verilere göre, ilkokuldan liseye kadar öğrencilerin yüzde 23’ü, toplumun bazı gruplarının “İsrail toplumunun bir parçası olmayı hak etmediğini” düşünüyor.  

İsrail Hayom gazetesi tarafından İsrail'de bu öğretim yılının başında yayınlanan verilere göre, ilkokuldan liseye kadar okul öğrencilerinin %23'ü diğer grupların İsrail toplumunun bir parçası olmayı hak etmediğine inanmaktadır. 

Bu gruplar arasında Haredi (ultra-Ortodoks Yahudiler), seküler Yahudiler, sol görüşlüler ve Arap vatandaşlar yer alıyor.  

Daha çarpıcı olan ise, bu ayrışma eğiliminin eğitim seviyesi yükseldikçe artması.  

İlkokul öğrencilerinde yüzde 20 olan oran, ortaokulda yüzde 24’e, lisede ise yüzde 26’ya çıkıyor.  

Buradaki sosyal uyum sorunu ile daha önce bahsettiğimiz sorun arasındaki fark, genç nesillerde bu sorun birikerek geleceğe zarar verirken, diğer durumlarda değişkenlere bağlı olarak azalabilmesidir.  

Yukarıda aktarılan veriler, savaşın İsrail toplumunda yarattığı psikolojik ve sosyal travmanın yalnızca bir kısmını yansıtıyor.  

Henüz ele alınmamış olan diğer etkiler -İsrail’in caydırıcılığını kaybetmesi, tersine göç, diaspora Yahudilerinin yaşadığı tepkiler, küresel kamuoyunda artan Siyonizm karşıtı öfke ve İsrail’in anlatısının güç kaybetmesi- tabloyu daha da ağırlaştırıyor.  

Bu etkiler başka bir makalede ele alınabilir.  

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.