Sayfa yolu
Halksız Bir Toprak: Ümmü Gülsüm’ün Filistin Konserleri


03.07.2025 - 12:05 | Son Güncellenme:03.07.2025 - 12:10
Siyonizm’in başlıca ön koşulu, Filistin kimliğinin yok sayılmasıydı. Yani Siyonist liderlerin kendilerine belirledikleri tek hedef Filistin topraklarını ele geçirerek, burada bir devlet kurmaktan ibaret değildi. Kadim bir mirasa sahip Filistin şehirlerini, yaşayan bir halkı ve kök salmış bir kültürü de tamamen görünmez kılmaktı. Çünkü bir toprak ancak boş gösterilirse, dönülmesi gereken bir vatana dönüştürülebilirdi.
Fiziken dönüş sağlanabilmesi için zihinlere böyle kodlanması gerekirdi. O nedenle “topraksız bir halk için halksız bir toprak” söylemi, çok erken dönemlerden itibaren sayısız kere tekrarlanmıştı. Örneğin İngiliz Lord Shaftesbury, 1839 senesinde The Times gazetesinde, Avrupa’daki Protestan hükümdarlara hitaben “Devlet ve Yahudilerin Yeniden Doğuşu” başlıklı tam sayfa bir ilan yayımlamıştı. Ve ilanda Filistin’den bu şekilde bahsediyordu. Amerikalı yazar Mark Twain ise, 1867 senesinde Filistin’e yaptığı seyahat esnasında şu satırları kaleme almıştı:
“Burada, sadece yırtıcı kuşlar ve sinsi tilkiler var.”
Siyonistler bu söylemi istikrarlı bir şekilde sürdürmeye ve yaygınlaştırmaya devam ederken, gerçek ise tamamen başkaydı elbette. Filistin’e başlayan yoğun göç dalgası, Filistinli Araplarla aralarında büyük bir yüzleşmeye sebep olacak ancak bu iddialarından vazgeçmeyecek; yani yalan söylemeye devam edeceklerdi. Oysa sayısız kanıtın yanı sıra, tek bir şey bile bu iddialarını çürütmeye yetiyordu. O da Mısırlı ünlü sanatçı Ümmü Gülsüm’ün Filistin konserleri…
Filistin’in şehirleri Ümmü Gülsüm için ayakta

Ümmü Gülsüm, Filistin’de bir dizi konser vermek için yola çıktığında, tarihler 29 Ağustos 1931 senesini gösteriyordu. Filistin'i ilk kez 1928 senesinde ziyaret etmiş ve Kudüs'teki Aden Tiyatrosu'nda büyük bir izleyici kitlesine şarkı söylemişti. Ancak bu kez birden fazla şehre gitmeyi planlamıştı. Yanında kardeşi Halid Efendi, bestekar ve udi Muhammed el-Kasabgi, kanun sanatçısı Muhammed el-Akkad ve keman sanatçısı Kerim Helmi’nin de bulunduğu kalabalık bir ekip vardı.
Mısır’dan uğurlanışı oldukça görkemli olmuştu ve Ümmü Gülsüm de, İngiliz mandası altındaki Filistin’e gideceği için öyle büyük bir duygu yoğunluğu içerisindeydi ki, yolculuğu başladığında gözyaşlarını tutamamıştı. Bir gün süren seyahatin ardından Yafa Limanı’na vardıklarında ise, daha da duygulanacaktı zira portakal bahçeleriyle ünlü, kadim Filistin şehri Yafa’nın ileri gelenlerinin neredeyse tamamı, onu karşılamak için limana gelmişlerdi. Hatta onuruna bir kutlama da tertip edilmişti.
Gemi, daha sonra yolculuğuna devam etmiş ve Hayfa Limanı’na yanaşmıştı. Aynı kalabalık burada da mevcuttu. Hayfa Belediye Başkanı Hasan Şükrü Bey’in büyük misafirperveliğinde, şehirde iki konser vermiş ve bu konserlerin etkisi günler boyunca devam etmişti. Ardından Yafa’ya dönerek, iki konser de burada vermiş ve bu konser maratonunu, Kudüs’te vereceği iki konserle sonlandırmıştı. 12 Ekim 1931 günü Kahire’ye döndüğünde, unutulmaz anılarla doluydu.
Gösterilen ilgi öylesine büyüktü ki, dönemin en meşhur gazetelerinden birisi olan El-Karmel, bir Filistinli vatandaşın Ümmü Gülsüm konserine katılabilmek için evine aldığı birkaç çuval unu sattığını yazmıştı. Binlerce Filistinli konser alanlarını doldurmuş, hatta anlatıldığına göre bazılarının şahit oldukları yoğun ilgiden dolayı nutku tutulmuştu. Binlerce köylü de yollara dökülmüş, Ümmü Gülsüm’ün gelişinden iki gün önce konser alanının önünde beklemeye başlamışlardı. İngiliz mandasıyla birlikte başlayan ağır yoksullaşma ve ekonomik kriz umurlarında bile değildi.
Ümmü Gülsüm, 1933 senesinin yaz aylarında, konser vermek için Yafa, Hayfa ve Kudüs’e tekrar gelecekti. Konserlerindeki kalabalık yine muazzamdı. Nablus, Gazze, Akka gibi şehirlerden insanlar da salonlara akın etmiş, büyük bir tezahürat ve sevgi gösterisinde bulunmuşlardı. Hafızalarda yer eden en önemli sahnelerden birisi ise Ümmü Gülsüm’ün, o esnada henüz küçük bir çocuk olan Filistinli büyük bestekar ve keman virtüözü Ruhi al-Khammash’a bir şarkı söyletmesi ve sonra eğilerek onun başını öpmesiydi.
Nekbe’yle birlikte yüzbinlerce Filistinli gibi vatanından sürülerek Irak’ta yaşamaya başlayacak büyük müzisyen Ruhi al-Khammash, hayatının ilk önemli ödülünü Ümmü Gülsüm’den almış oluyordu böylece.
Aradan iki sene geçtikten sonra tekrar Filistin’e gelen Ümmü Gülsüm, bu kez konserlerini yaklaşmakta olan Büyük Filistin İsyanı’nın gölgesinde vermişti. Ancak 1935 senesinde Kudüs, Hayfa ve Yafa’da gerçekleşen bu konserlerdeki coşku, belki de öncesinden de büyüktü. Ümmü Gülsüm’ün eşsiz sesi, Filistin halkının yüksek müzik zevkiyle birleştiğinde, ortaya yine unutulmaz manzaralar çıkmıştı.
“Doğu’nun Yıldızı” yakıştırması ilk kez Hayfa’da yapılıyor
Bütün bu konserler serisinin en unutulmaz anlarından birisi de hiç şüphesiz seyirciler arasında yer alan Filistinli bir kadının sahneye doğru koşarak “Ümmü Gülsüm, sen Doğu’nun yıldızısın” diye bağırması olmuştu. Filistinli tarihçi ve yazar Hussam Ebu El-Nasr’ın aktardığına göre, bu olay Hayfa Orient Cafe’de, 1931 senesinde gerçekleşen konser sırasında yaşanmıştı. Hayfa, İngiliz sömürgeciliğinin ve Siyonist göçünün en yoğun hissedildiği yerlerin başında geliyordu. Aynı zamanda, kültürel anlamda Filistin’in en gelişmiş şehirlerinden birisiydi.
Şehirde, Filistinli gençlerin oluşturduğu tiyatro toplulukları, şairler tarafından gerçekleştirilen şiir buluşmaları, klasik Arap müziği icra eden grupların kurulması gibi kültürel faaliyetlerin yanı sıra, sinema ve konser salonları da mevcuttu. Ayrıca İzzeddin el Kassam da Hayfa’daydı ve bir yandan, onun başına çektiği büyük bir İslami irşad faaliyeti de sürüyordu. Yani Hayfa gerek İngiliz mandasına gerekse Siyonist göçüne karşı patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Ve gazeteler, konser esnasında büyük bir coşku içerisinde haykıran kadının sözlerini haber yapınca, hayatı boyunca Ümmü Gülsüm’le özdeşleşen bu lakap, böylece ortaya çıkmış oluyordu artık. Asıl dikkat çekici olan ise, bu seslenişin yalnızca Ümmü Gülsüm’e duyulan hayranlıktan ibaret olmamasıydı. Bu, tarihin böylesi kritik bir döneminde Arap kimliğinden ve kültüründen duyulan gururun da bir dışa vurumuydu aynı zamanda.
Henüz İsrail yokken, burada müzik vardı
Sadece Ümmü Gülsüm konserlerine dair ayrıntılara bakmak bile, Siyonizm’in kurucu miti olan “halksız bir toprak” yalanını çürütmeye yetiyor. Ayrıca zarafetten yoksun, vahşi Bedeviler olarak tasvir ettikleri Filistin halkının yüksek müzik anlayışını da gözler önüne seriyor. Bu büyük müzik ve sanat mirası, yalnızca konser salonlarıyla sınırlı da değil elbette. Dabke gibi geleneksel folklor oyunlarının da köklü bir geçmişi var. Arap dünyasının küçük Kahiresi olarak görülen Yafa, canlı bir müzik ve eğlence hayatına sahipti. Hayfa’daki tiyatrolar, sık sık Arap dünyasının farklı yerlerinden, özellikle de Mısır’dan gelen müzisyenlerin konserlerine ev sahipliği yapıyordu. Nablus, Filistin halk müziğinin en önemli merkezlerinden birisiydi. Kudüs, muazzam bir dini müzik geleneğine sahipti. Hayfa ise, Nuh İbrahim gibi büyük direniş marşlarının şairlerinin şehriydi.
Ve hayatı boyunca Filistin davasının yılmaz bir savunucusu olan Ümmü Gülsüm’ü ise, yalnızca Filistin halkının tarihsel hafızasının bir parçası değil, Siyonizm’in en güçlü mitlerinden birisini çürüten bir ses olarak da görebiliriz bugün pekala…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.