Güç ile Ahlak Arasında: BMGK 2025’in Ortaya Koyduğu Paradoks

Dr. Gökhan Ereli, BMGK 2025 tartışmalarını, güç kapasitesi ile normatif meşruiyet arasındaki yapısal gerilimin güncel bir yansıması olarak Fokus+ için kaleme aldı.
Gökhan Ereli
250929ZK_Web_-_G%C3%BC%C3%A7_ile_Ahlak_Aras%C4%B1nda-_BMGK_2025%E2%80%99in_Ortaya_Koydu%C4%9Fu_Paradoks-Dr._G%C3%B6khan_Ereli.jpg

29.09.2025 - 16:01  |  Son Güncellenme: 29.09.2025 - 16:06

Birleşmiş Milletler (BM) 2025 Genel Kurulu, İsrail’in fütursuz saldırılarının gölgesinde toplandı. İsrail yalnızca Gazze’de topyekün bir yıkım stratejisi izlemekle kalmadı, Batı Şeria’daki ilhak planlarını da derinleştirdi. İsrail, Lübnan, Suriye, Yemen ve İran’a yönelik operasyonlarını genişletti ve nihayetinde 9 Eylül’de Katar’a hava saldırısı düzenleyerek artık ABD müttefiki başkentleri hedef alacak kadar kontrolden çıktığını gösterdi. Bu tablo, İsrail’i askeri gücüne güvenerek bölgesel dengeleri hiçe sayan bir aktör konumuna sürükledi. Ancak uluslararası toplum hem Gazze’deki soykırıma varan uygulamaları hem Batı Şeria’daki yerleşim politikalarını hem de bölgesel genişleme politikasını açık bir biçimde kınayarak İsrail’in meşruiyetini sorgulamaya başladı. İşte bu koşullar, BM Genel Kurulu’nu bir diplomatik buluşmanın ötesine taşıyarak güç ile ahlak arasındaki ikilemin en görünür testlerinden biri haline getirdi.

BM 2025 Genel Kurulu, İsrail-Filistin çatışmasının askeri boyutundan ziyade normatif ve diplomatik düzlemde doğurduğu kırılmayı gözler önüne serdi. Eylül ayında kabul edilen New York Deklarasyonu, iki devletli çözümü yeniden teyit etmekle kalmamış aynı zamanda uluslararası toplumun büyük çoğunluğunun İsrail’in mevcut politikalarını uluslararası barış ve güvenliğe tehdit olarak gördüğünü resmileştirmişti.  

142 ülkenin destek verdiği bu deklarasyona yalnızca on devletin karşı çıkması, küresel norm üretiminde ortaya çıkan geniş uzlaşıyı da göstermekteydi. 26 Eylül 2025’te Binyamin Netanyahu’nun BM Genel Kurulu kürsüsünden yaptığı ve bir Filistin devletinin imkansızlığına işaret eden konuşması sırasında çok sayıda heyetin salonu terk etmesi; askeri kapasiteye dayalı politikaların diplomatik meşruiyet krizini çözmekten uzak olduğunu sembolik bir biçimde ortaya koymuştur. Böylelikle 2025 Genel Kurul açılışı, çağdaş uluslararası siyasetin en temel çelişkisini görünür kıldı: Maddi üstünlük (material superiority) ile ahlaki üstünlük (moral superiority) arasındaki gerilim ve bu gerilimin uzun vadede hangi taraf lehine sonuçlanacağı sorunsalıdır.

Maddi üstünlük

Maddi üstünlük kavramı, modern Uluslararası İlişkiler teorisinde merkezi bir yere sahiptir. Askeri kapasite, ekonomik kaynaklar, teknolojik üstünlük ve uluslararası kurumsal korumalar gücü tanımlayan ölçütlerden bazılarıdır. Bu bağlamda ABD ve İsrail ekseni, askeri ve teknik kapasite itibarıyla mutlak bir üstünlüğe sahiptir. Washington’un Tel Aviv’e uluslararası kurum ve kuruluşlarda sağladığı veto imkanı, milyarlarca dolarlık askeri yardım paketleri, ileri teknolojiye dayalı füze savunma sistemleri, uydu istihbaratı ve caydırıcı nükleer kapasite, İsrail’in savaş alanında tartışmasız bir hakimiyet tesis etmesini mümkün kılmıştı.  

Bu kapasite, sahada yerleşim politikalarının sürdürülmesine, Gazze’ye yönelik hava, kara ve deniz kuşatmasının devamına, Batı Şeria’daki statükonun gittikçe İsrail lehine pekiştirilmesine imkan tanımaktadır. Ne var ki BMGK 2025 açılışı, bu maddi üstünlüğün otomatik olarak meşruiyet üretmediğini, aksine uluslararası alanda derinleşen bir izolasyon riskini beraberinde getirdiğini göstermektedir. Maddi üstünlük, belirli bir jeopolitik süreklilik sağlasa da normatif düzlemde ciddi bir erozyona yol açmakta, askeri “başarıyı” diplomatik zaafa dönüştürmektedir.

Ahlaki üstünlük

Ahlaki üstünlük ise doğrudan sahadaki askeri güç dengesini değiştirmese de uluslararası siyasetin normatif ve diplomatik boyutunda stratejik bir işlev üstlenmektedir. Arap-İslam dünyasının ve geniş Küresel Güney’in ortak tutumu, 2025 yılında ahlaki üstünlüğün meşru bir diplomatik zemin kazandığını açıkça göstermiştir. Filistin’in bir devlet olarak tanınmasına yönelik dalga yalnızca Arap ülkeleriyle sınırlı kalmamış; İngiltere, Kanada, Avustralya, Fransa, Portekiz gibi batılı devletler de resmi tanıma kararları alarak normatif blokun genişlemesine katkı sağlamışlardır. Bu tür gelişmeler, uluslararası ilişkilerde ahlaki üstünlüğün sembolik olmaktan çıkarak somut diplomatik sonuçlar doğurduğunun da kanıtıdır.  

Bogota Konferansı’nda gündeme gelen ticaret ambargoları, silah satış kısıtlamaları ve yaptırım çağrıları, ahlaki üstünlüğün yalnızca retorik bir pozisyon olduğunu göstermiştir. Bu çerçevede Türkiye’nin de İsrail’e karşı aldığı somut tedbirler, Arap-İslam dünyasının ahlaki üstünlüğü somut politik eyleme transfer edebileceğini göstermektedir. Böylelikle ahlaki üstünlük, uluslararası norm üretiminde ve meşruiyet rekabetinde giderek daha merkezi bir konuma yerleşmektedir. Ahlaki üstünlüğün pratik düzlemdeki yansımaları BMGK oylamaları ile sınırlı kalmamış aynı zamanda devlet liderlerinin yaptığı açıklamalarla da somutlaşmıştır.  

Ahlaki üstünlüğün pratik düzlemdeki yansımaları, 2025’te yalnızca Arap ve İslam dünyasından değil, Batı’dan da destek buldu. Genel Kurul’da yapılan konuşmalarda İsrail’in amansız saldırılarının bir yere varmayacağı ve askeri kapasitenin meşruiyet üretmediği yönündeki değerlendirmeler öne çıktı. Netanyahu’nun kürsüye çıktığında çok sayıda ülke temsilcisinin salonu terk etmesi, İsrail’in askeri üstünlüğünün diplomatik düzeyde karşılıksız kaldığını ve uluslararası toplumda derin bir tepkiyle karşılandığını gösterdi.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron

Bu tepkiler, yalnızca bölgesel düzeyde değil, Batı dünyasının içinde de görünür oldu. İngiltere, Kanada, Avustralya ve Fransa gibi ülkelerin Filistin’i tanıma yönünde adım atmaları, ahlaki üstünlüğün artık yalnızca Arap-İslam ekseninde değil, uluslararası sistemin merkezinde de paylaşıldığını ortaya koydu. Böylelikle ahlaki üstünlük, normatif bir söylem olmaktan çıkarak farklı coğrafyalardan devletlerin ortak tepkileri ve diplomatik kararlarıyla kurumsallaşmaya başlayan küresel bir güç alanına dönüştü.

Paradoks

Buradaki paradoks ise maddi ve ahlaki üstünlüklerin birbirine dönüşebilir olmamasında yatmaktadır. Askeri üstünlüğe sahip aktörler, bu kapasiteyi diplomatik meşruiyete dönüştürmekte zorlanmakta; ahlaki üstünlüğe sahip olan aktörler ise bu üstünlüğü askeri ya da ekonomik üstünlüğe çevirmekte eksik kalmaktadır. Söz konusu çelişki, tarihin farklı dönemlerinde gözlemlenmiş bir olgudur. Apertheid rejimi, Güney Afrika’da askeri açıdan bölgesel bir hakimiyet tesis etmiş fakat ahlaki üstünlüğünü kaybettiği anda uluslararası toplumun baskısıyla çökmek durumunda kalmıştır. Benzer biçimde Cezayir Bağımsızlık Savaşı da benzer bir süreci ortaya koymuştur: Askeri olarak üstün olan Fransızlar, ahlaki üstünlüğü kaybettikçe uluslararası alanda meşruiyetini yitirmiş ve sonunda çekilmek zorunda kalmıştır. Bu minvalde İsrail-Filistin meselesi tarihsel örneklerle benzerlik göstermekte; maddi üstünlüğün kısa vadeli, ahlaki üstünlüğün ise uzun vadeli bir stratejik sermaye olduğunu göstermektedir. BMGK 2025’in açılışı, bu sebepten bu sermayenin daha fazla kurumsallaştığını ve diplomatik düzleme taşındığını göstermektedir.

2025 BMGK süreci, güç ile ahlak arasındaki kadim ikilemin güncel bir sahnesini sunmuştur. İsrail ve ABD, askeri kapasiteleri ile sahada halen belirleyici olmaya devam etseler de uluslararası meşruiyet alanında giderek yalnızlaşmakta, maddi üstünlüklerini normatif üstünlüğe tahvil edememektedirler. Buna karşılık Arap-İslam dünyası ve geniş küresel çoğunluk, ahlaki üstünlüğü askeri üstünlüğe dönüştüremese de uluslararası norm üretimi, diplomatik baskı ve tanıma süreçleri üzerinden maddi üstünlüğün sınırları zorlanmaya başlanmıştır. Önümüzdeki dönemde çatışmanın kaderi yalnızca sahadaki askeri hamlelerle değil aynı zamanda hangi tarafın uzun vadede normatif meşruiyet üretebileceğiyle belirlenecektir. Dolayısıyla 2025 yılı, uluslararası siyasette gücün tek başına hegemonya kuramayacağını; ahlaki üstünlüğün ise doğrudan maddi sonuç doğurmasa bile tarihin yönünü belirleyecek bir kuvvet haline gelebileceğini göstermektedir.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.