Gizem Tezgahlarında Ne Satılıyor?


Medyada hemen her gün en az birkaç tane gizemli habere rastlanıyor. Yani kötü ruhlara, esrarengiz olaylara, bilinmeyenlere ve gerçek ötesine dair spekülasyonlara alışığız artık. Aslında günlük hayatımızda pek böyle şeylerle karşılaşmıyoruz ama nedense medyada ve özellikle de sosyal medyada abartılı bir bollukta karşımıza çıkıyor, çıkarılıyor bu türden haberler. Uzaylılar, ölüm ötesi tecrübeler, esrarengiz yangınlar, garip gökyüzü şekilleri, gözü kanlı Mesih heykelleri, derinlerden duyulan sesler, sırrı çözülemeyen cinayetler, tedirgin edici meşhur kehanetler ve açıklanamaz başka bir sürü olay… Sanki bizim dünyalarımız çok sıkıcıymış da, dünyanın bizim içinde olmadığımız yerlerinde hayat çok daha esrarengiz şekilde yaşanıyormuş gibi. Kendimiz hiç şahit olmuyoruz ama bir yerlerde sürekli böyle tekinsiz durumlar yaşandığını okuyor, duyuyor, seyrediyoruz. Gerçekten böyle şeyler oluyor mu; yoksa bu konudaki iç boşluklarımız ve zafiyetimiz hesaplanarak birileri bize gizem mi satıyor?
Dünyanın ve hayatın gözümüzle görmediğimiz bir yaratıcısının olduğuna inanan insanlar için gerçeğin sadece gözle görülen şeylerle sınırlandırılamayacağı aşikâr. Benim de içinde olduğum ve çoğunlukta olduğuna inandığım pek çok insan, gözleriyle görmedikleri alemlerin, dünyanın ötesindeki sonsuz bir hayatın ve beş duyuyla algılanamayan çok daha büyük bir gerçekliğin olduğuna inanıyor. Dolayısıyla bizim gibi insanlar, dünyanın herhangi bir yerinde cereyan ettiği söylenen hiçbir hadiseye kafadan ‘olmamıştır’ yaftası vurmuyor. Yaradan’ın ‘ol’ dediği her şey olabilir, buna iman ediyoruz. Kendi gerçeklik sınırlarımızla kavrayamadığımız esrarengiz olgu ve olaylara fiziksel imkânsızlık penceresinden bakmıyoruz.

İnançlar her devirde suistimale açık
Öte yandan böyle açıklanamaz görünen olayların çoğu zaman hepimizin rahatlıkla anlayabileceği basit sebepleri olabiliyor. Mesela yıllar önce okuduğum bir haberde özellikle Latin Amerika’da yaygın olan gözünden kan akan Mesih heykellerinin basit bir turist çekme tuzağı olarak tezgahlandığını okumuş ve buna hiç şaşırmamıştım. Çünkü turizmin temel dinamiklerinden biri de inançlar. Daha doğrusu inanmaya fazlasıyla gönüllü kalabalıklar. İnançlar hemen her devirde ama özellikle de yaşadığımız devirde suistimale hep açık. Tıpkı insan zihninin merak sardığı diğer şeyler gibi.
İnsan, canlılar aleminin en meraklısı, bunu biliyoruz. En azından bugüne kadar daha meraklı bir canlı türüne rastlamadık. Bugünün dünyasında insanların bu merakları pek çok çarkı döndürüyor. İnsanoğlu meraklarının peşinden giderek atomu buldu, sonra onu parçaladı, bu bilgiyle hem enerji üretti hem de atom bombası… Yani meraklarımız kendi başına iyi ya da kötü değil. Meraklarının peşine düşen insan aslında hangi tarafa doğru yürüyeceğini de kendi seçiyor. Tabii seçme kabiliyeti güdülenmemişse!
Modern dönemde maneviyat arayışı devam ediyor
Bugün pek çok dramatik örnekten de biliyoruz ki seçme konusunda sandığımız kadar özgür ve berrak değiliz. Birçok konuda sinsice zihinlerimize kodlanan saiklerle hareket ediyoruz. Her başlayan şey kararlarını bizim vermediğimiz süreçlerin sonunda o kodları zihinlerimize sokanların menfaat hesabına yazılıyor. Her şey, kötülük bile nihayetinde bir ticaret mantığıyla yapılıyor.
Modern dünyanın seküler zihniyeti, önce insanın iç dünyasıyla, maneviyatıyla bağlarını çözdü. Her şey insan aklının erdiği, mantığının sınırladığı bir kısıtlı gerçekliğe indirgendi. Oysa insan aklından, mantığından, etinden kemiğinden ibaret değildi; bir de ruhu vardı. Bir ruhu vardı ve insanı insan yapan da aslında o ruhtu. Fıtratı da bu ruh kaynağına bağlıydı. Bu ruhsal derinliğini kaybeden insanın ezber üzere yarı robotik bir hayata geçmesi kaçınılmazdı. Bugün bu mekanik yaşama pratiklerinin hemen herkeste az ya da çok etkilerini görüyoruz. Ancak insanın içinde maneviyattan boşaltılan yerlere konabilen modern müsekkinlerin, haz formüllerinin tamamının bir son kullanma tarihi var; hepsi yapıları gereği çabucak eskiyor, demode oluyor ve tatmin etmez hale geliyor. İnsanlar çaresizce içlerindeki boşluğu dolduracak daha esaslı şeyler aramaya devam ediyor. İşte bu savunmasız nokta, zamanın gizem satıcılarına pazarlarını kurabilecekleri geniş bir alan hazırlıyor.
Manevi derinliklerini yitirmiş, mana köklerinden kopmuş kalabalıkların zayıf noktaları bu. Bu zayıflıkları tespit edebiliyorsanız insanları istediğiniz gibi sömürebiliyor, duygularıyla oynayabiliyor, peşinizde sürükleyebiliyorsunuz. Her şeyin kirli ticaretlere malzeme kılınabildiği bir dünyada insanın fıtri ama aslından uzaklaştırılarak kontrolsüz hale getirilmiş iç merakları elbette birçoklarının iştahını açıyor. Gizem satıcıları tezgahlarını adeta her köşede açıp ticaretlerine bakıyor.
Sadece yeni gizem senaryoları yazılmıyor, eskilerin zararlı zararsız gizem söylenceleri, üstlerine bir hayli istismar eklenerek insanlık pazarına sürülüyor. Hem de kültürler üstü kılıklara sokularak… Bunların pek çoğu dinin alanından kendilerine parsa toplama niyetinde. Deist, ateist, satanist akımlar kendi aksesuarlarını üretmeye başladı bile. Dinler de birbirine katıştırılıyor ki kafalar iyice karışsın. Modadır, trenddir, eğlencedir denerek süslü çam ağaçları normalleştiriliyor mesela, Noel Baba kılığındaki yevmiye çalışanları AVM’lerde ürün pazarlıyor. Cadılar Bayramı’nda ortalığı cadı maskeleri, oyulmuş balkabakları kaplıyor. Yaşadığım şehirde bulunan bir AVM’nin yerin iki kat altındaki bir mağazasında çocuklar günün her saati büyü kitapları, sihirli değnekler, Harry Potter kreasyonlarıyla hemhal. Marvel’in her biri süper güç taytlı ya da zırhlı kahramanlarına girmiyorum bile.
Merak etmek bir çözüm mü?
Gizemli şeylere karşı insanların tabiatları gereği kayıtsız kalamadığını ifade etmiştik. Bu fıtratımızda var. Bizi var edeni ve onun vahyettiği hakikati de aslında bu merakımızla arayıp buluyoruz. Kendi bedenimizden, kendi müşahhas çevremizden, kendi görünür yaşantımızdan daha fazlasını, daha ötesini merak edebilmeliyiz ki bütün bunları yaratan ve bunlarla kıyaslanamayacak bir ilahi güç bulunduğu kanaatine varabilelim. Bizi inançlı kılan bu merakla başladığımız iç yolculuklar değil mi? Bunlar sancılı fakat ufuk açan, yol açan, zihin açan yolculuklardır. Makul kanaatlere vardığımızda dünyanın küçük gizemlerinin aslında yaradanın bizim sınırlı algımıza sığmayacak büyüklüğüne dair küçük işaretler taşıdığını fark ederiz.
Bugün gizem tezgahlarındaysa insan yapısı gizemler satmaya çalışıyorlar insanlara. Pek çok şeyden, özellikle de inanç sistemlerinden ilham alıyorlar. Ancak pazara sürdükleri mallar o inançların metafiziğine hizmet etmiyor; onları sadece sömürüyor, hatta türedi halleriyle o inançların yerine geçiyor. O kadar geçiyor ki, mistik/metafizik olana ilişkin herhangi bir söz, dile getirilen herhangi bir olgu ve olay, aslından koparılarak o pazarın ürünü haline getiriliyor. Sözgelimi meleklerden bahsedilse, onlarca filmden hatırımızda kalan o kanatlı figürler geliyor ister istemez gözlerimizin önüne. Tabii tezgâhta bunun bibloları, tasvirleri, kolyeleri falan hazır, etiketi de üstünde.
Asıl hedef şu ki, özellikle bu zihinsel istilaya hazırlıksız yakalanan, kadim bilgiye dair bir birikimi olmayan ve medya güdümlerine en çok maruz kalan genç kuşaklara gerçek maneviyatın konu başlıklarını anlatabilmek; zihinlerini türedi imajinasyon kirlenmesinden kurtararak onları hakiki maneviyat bilgisiyle donatabilmek.
Zihinleri bütün bu gizem cüruflarından arındırmadan kalpleri dosdoğru bir sonsuzluk fikrine alıştırmak ne kadar mümkün olabilir?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.