Geçmişten Bugüne Suriye’de Ne Oldu?

Prof. Dr. Cengiz Tomar, Esed rejiminin devrilmesinin ardından Suriye’nin önündeki fırsatları Fokus+ için kaleme aldı.
Cengiz Tomar
Geçmişten Bugüne Suriye’de Ne Oldu
27 Aralık 2024

1963'ten beri Baas (Diriliş) Partisi’nin, 1970’ten itibaren ise Hafız Esed’in demir yumruğuyla yönetilen Suriye, 1990’lı yıllarda önemli bir politika değişikliğine gitmiştir. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve baş destekçisi Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte Hafız Esed, komşu ülkelerle ve ABD ile ilişkileri geliştirmiş, hatta ABD’nin Kuveyt’i Irak işgalinden kurtarmak üzere kurduğu koalisyona sembolik de olsa katılmıştır. 1991’de Madrid Konferansı’na katılarak İsrail ile barış görüşmelerine bile başlamıştı. Ancak bu görüşmeler 1996’da Netanyahu’nun iktidara gelmesiyle bozuldu. 1999’da Ehud Barak döneminde görüşmeler tekrar başladıysa da bu süreç Hafız Esed’in 2000 Haziranında ölümüyle akim kaldı. 90’lı yıllarda Suriye’de ekonominin çökmüş olması bir miktar liberal politikalar uygulanmasına sebep olmuşsa da devletin yapısı nedeniyle başarılı olamadı.  

Hafız Esed’in veliahdı, karizmatik ağabeyi Basil Esed’in 1994’te bir trafik kazasında hayatını kaybetmesinin ardından İngiltere’de bir müddet tahsil görmüş olan göz doktoru Beşşar Esed, yaşı tutmadığından kendisi için anayasa değiştirilerek, ailenin zayıf halkası olmasına rağmen başkan seçildi. Aslında baba Esed döneminde uzun yıllar savunma bakanlığı yapan Mustafa Tlas ve güvenlik ekibi tarafından “idare edilebilir” olduğu için devlet başkanı seçilmişti.  

Şam Baharı ve kutsal kişi kültünün sonu  

Başlarda babasının politikalarını eleştirme cesareti gösteren Beşşar Esed, Londra’da eğitim görmüş bir uluslararası bankacı olan Sünni Esma Ahras (Esed) ile evlenerek Sünni çoğunlukla da sıhriyet (akrabalık) bağı kurdu. Bilgisayar ve pop müziğine meraklı Beşşar Esed ve yurtdışından gelmiş bulunan eşi, “modern görünümleriyle” Batı basınının da desteğiyle bölgede bir Şam Baharı rüzgârı estirdi. 2000’li yılların başında Türkiye’nin demokrasi, gelişmiş ekonomi, eğitim, turizm ve dizi sektörü gibi yumuşak güç unsurlarının etkisi de Suriye’de bir yumuşama olacağı yönünde büyük bir beklentiye sebep oldu. 

Türkiye-Suriye ilişkileri de üst düzeydeydi. Nitekim atanan bakanlar da bu çizgide reform yapmak üzere atanmış teknokratlardı. Bu ilk dönemde siyasi suçlular için af çıkarıldı, yurtdışında sürgünde olanların ülkeye dönebileceği açıklandı. Özel medya kuruluşlarının açılmasına izin verildi. Suriye’de o dönemde yaygın olduğu şekliyle “Allah, Vatan, Esed” mottosuyla özetleyebileceğimiz Hafız Esed’in kişiliği etrafında inşa edilen “mukaddes kişi kültü” erimeye başladı. Bu süreç uluslararası basında “Şam Baharı” olarak adlandırılmaktaydı. Ancak on yıllardır Baas ve baba Esed dönemindeki sistemden istifade eden ve bürokrasiye hâkim olan ancien regime’in (köhne düzen) “eski tüfekleri” duruma el koyarak bu girişimleri kısa sürede akamete uğrattılar.  

Şam Baharı’ndan Arap Baharı’na  

2010 yılı sonunda Suriye; Tunus, Mısır ve Yemen’de başlayan ve adına “Arap Baharı” denilen halk hareketleri patladığında diğer ülkelere göre daha istikrarlı görünüyordu. Hatta Suriye’de Arap Baharı’nın başladığı Mart 2011’de dahi ironik bir biçimde Fransız Voque dergisi Esma Esed için “Çölün Gülü” başlığıyla yazılar çıkarmaya devam ediyordu. Ama Mart 2011 ortalarında Suriye’nin güneyinde Der’a’da gençlerin duvarlara rejim karşıtı yazılar yazmalarına güvenlik güçlerinin sert müdahalesiyle başlayan protestolar kısa sürede bütün ülkeye yayıldı.  

Beşşar Esed Türkiye’nin en üst düzeyde yaptığı uyarıları da dikkate almadı. Zira hadiseyi kavrayamamıştı ve bunun dış güçlerin oyunu olduğunu zannediyor ve birkaç hafta içerisinde bu protestoların biteceğine inanıyordu. Aynı yıl muhalif Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve Suriye Ulusal Konseyi (SUK) kuruldu. Ama ikisi de dağınık ve çok parçalıydı. Olay kısa zamanda bir tarafta ABD ve Avrupalı müttefikleri ile Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’dan oluşan Esed karşıtlarına karşılık, rejime destek veren Rusya, İran, Hizbullah mücadelesine evrildi.  

Ülkenin yarısı mülteci veya göçmen durumuna dönüştü. Tabii çatışma şiddetlendikçe Ahrarü’ş-Şam, Nusra ve DEAŞ gibi radikal örgütler devreye girdi. Rejimin tükenmekte olduğu 2015 yılında ABD mütereddit tavrını devam ettirirken Rusya, Lazkiye’deki üslerinden “Suriye Hava Kuvvetleri”ne niyabeten rejim lehine duruma el koydu. Bu oyun değiştirici müdahale diplomasi sürecini tekrar başlattı (Cenevre-Astana).  

DEAŞ zayıflarken rejim güçleniyor, Türkiye, hudutlarını korumak maksadıyla Suriye’nin kuzeyinde tampon bölgeler oluşturuyordu. Doğu Suriye’de ise ABD’nin desteklediği PYD-SDG Fırat’ın doğusunu tamamen ele geçiriyordu. Tabii bir de İdlib’te aralarında radikal örgütlerin de olduğu dört milyona yakın bir nüfus teraküm etti.  

Suriye’de birkaç yıldır süren bu konsolidasyon hiç kimsenin tahmin etmediği bir şekilde 12 gün içerisinde en azından Batı Suriye’deki manzarayı tamamen değiştirdi. Rejimin devrilmesinin ardından şu anki haritada Batı ve Doğu Suriye oluştu. Muhaliflerin uluslararası topluma vermiş olduğu görüntü oldukça ılımlı ve olumlu. Ama yeni toplumsal mutabakatın oluşmasında Suriye’yi oldukça zor, sıkıntılı ve provokasyona açık bir süreç bekliyor. Tabii bir de Suriye’nin önemli kaynaklarını barındıran Doğu Suriye meselesi var...  

Suriye’de değişen manzara ve Türkiye  

Hâlihazırda Suriye’de en büyük kayba İran’ın uğradığı anlaşılıyor. Zira on yıllardır ilmek ilmek ördüğü, Irak üzerinden Suriye kanalıyla kurduğu, Lübnan’a uzanan nüfuz ve irtibat hattı inkitaya uğradı. Şimdilik Rusya da sıcak denizlerdeki son limanı Suriye’yi kaybetmiş görünüyor. Üslerin durumu ise belirsizliğini koruyor. Zira Rusya muhaliflerle bu konudaki görüşmeleri devam ettiriyor. Tabii an itibarıyla İsrail fırsatı ganimet bilip stratejik Golan ve Kuneytıra’da önemli kazanımlar elde etti. ABD’nin ve desteklediği YPG/SDG’nin durumu ise Trump’ın 20 Ocak’tan itibaren iktidar koltuğuna oturmasıyla belli olacak. Ancak Trump’tan gelen ilk sinyaller YPG/SDG açısından olumsuz.  

Şüphesiz Suriye’deki savaşın olumsuz sonuçlarına uzun yıllardır maruz kalan Türkiye, umutsuzluğun olduğu bir ortamda, hiç beklenmedik bir şekilde en avantajlı ülke konumuna yükseliyor. Şayet her şey yolunda gider ve Suriye’de halk iradesine dayalı bir hükûmet kurulursa güvenlik, ekonomi ve dış siyaset açısından önemli bir partner olabilir. Zira 900 kilometreden fazla ortak bir sınırımız olan Suriye, özellikle PKK vasıtasıyla uzun yıllar Türkiye’nin başını ağrıttı. Dolayısıyla terörle mücadele ve sınır güvenliği en önemli ve acil iş birliği konularından. Tabii Türkiye’nin kuzeydeki Karadeniz’deki büyük komşusu Rusya hem de Ukrayna’da başı dertteyken önemli bir müttefiki Suriye’yi kaybetmesi sebebiyle Türkiye’ye daha çok ihtiyaç duyabilir. Türkiye’nin bölgesel rakibi İran’la ilişkilerinde de gelişme kaydedilebileceği gibi Türkiye’nin Lübnan üzerindeki tesiri de artabilir. Suriye’de işleyen bir sistemin kurulması Irak’taki istikrara da etki eder. Dolayısıyla bölgesel iş birlikleri görebiliriz.  

Gerek Türkiye’nin Karabağ’ın özgürleştirilmesinde kayıtsız şartsız Azerbaycan’ın yanında durması, gerekse Rusya’nın Ukrayna’yı işgali Türkistan coğrafyasında büyük bir yankı bulmuş ve Türk Devletleri Teşkilatı’nın kısa sürede gelişmesiyle Türkiye’nin hem Türkistan coğrafyasında hem de Kafkasya’da etkinliği artmıştı. Şayet İran’da Zengezur Koridoru vasıtasıyla bu Yeni İpek Yolu projesine katılırsa bölge ülkeleri açısından yeni iş birliği imkânları ortaya çıkabilir. Tabii bir de Suriye’nin açılması ve bir düzen kurulması ile Doğu-Batı hattının yanı sıra güney-kuzey hattında da yeni uluslararası projeler ve hatlar geliştirmek mümkün.    

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.