Gazze’nin Rüzgarları Batılı Yönetimleri Sarsıyor

Yazar Gökhan Özcan, Gazze’de yaşanan gelişmelerin Batılı ülkelerde halk ile yönetimler arasındaki derinleşen ayrışmayı nasıl görünür kıldığını Fokus+ için kaleme aldı.
Gökhan Özcan
Gazze’nin-Rüzgarları-Batılı-Yönetimleri-Sarsıyor

06.10.2025 - 12:58  |  Son Güncellenme: 06.10.2025 - 14:08

Gazze’de yaşananlar Batılı ülkelerde halkla yönetimler arasındaki mesafeyi giderek daha fazla açıyor. Batılı yönetimlerin İsrail’in ‘kendini savunma hakkı’ tezine dayalı açıklamaları artık hiç kimseyi ikna etmiyor. 

Çok uluslu katılımla yola çıkan Sumud gemileri bu gerçeği daha da bariz biçimde su yüzüne çıkardı. Hemen her ülkede sokağın sesi İsrail’i sözde dahi telin ve mahkum edemeyen Batılı yönetimlerin sesini bastırır hale geldi. İsrail’in soykırım politikası ve vahşi uygulamaları, medyadaki bütün perdeleme operasyonlarına ve karşı propagandalara rağmen artık dünyanın her köşesinde ayan beyan görülüyor ve lanetleniyor.

İsrail’in Gazze’deki hedefini “sistematik bir temizlik” olarak niteleyen ve bölgedeki stratejisini “modern bir devletin rasyonel politikalarından çok fanatik bir ideolojiye” dayandığını ifade eden Noam Chomsky, aslında Batılı ülkelerde giderek yaygınlaşan ve sahip çıkılan bir kanaati seslendirmiş oluyor. 7 Ekim öncesinde böyle bir kanaatin bu kadar çok insanın zihninde karşılık bulması düşünülemezdi bile. Bu tarumar edilen Gazze’nin ve mazlum Gazze halkının tarihe geçen en çarpıcı başarısı ve kesin zaferidir. Bu aynı zamanda Batılı sivil zihniyetin gelecek adına umut veren dönüşümünün çarpıcı hikayesidir.

Henüz karar mekanizmalarındaki İsrail etkisi kırılabilmiş değil belki ama aynı lobilerin on yıllar boyunca Batılı zihinlerde oluşturduğu yanlı bakış açıları çok büyük ölçüde değişmiş durumda. Güneş artık balçıkla sıvanamıyor. Üzülerek ifade etmeliyiz ki İslam coğrafyasındaki şehirlerin pek çoğundan daha canlı bir Gazze savunması var Batıdaki şehirlerin sokaklarında şu anda. Bu vaziyet, isteyerek ya da istemeden İsrail’in yaptıklarına göz yuman Batılı yönetimleri giderek daha fazla zorlayacak, bunun çarpıcı işaretleri görünmeye başladı bile.

Gazze’yi ve çevresini yakıp yıkan, binlerce insanı çoluk çocuk demeden katleden, geri kalanları açlığa, susuzluğa, yardımsızlığa mahkum ederek dünyadan yalıtan İsrail saldırganlığı, Batılı ülkelerde halkla yönetimlerin arasını her geçen gün biraz daha açıyor. Sokakların sesi, İsrail’i ve Netanyahu yönetiminin soykırımcılığını en gür şekilde haykırırken; yönetimler lafı geveleyip nereye kadar İsrail’in ‘kendini savunma hakkı’ndan dem vurabilecekler? Aksi milyonlarca kere ispatlanmış saçma sapan argümanlarla politik varlıklarını ne kadar daha ayakta tutabilecekler? Doğrusu merak konusu! Çünkü bilhassa yeni Batılı genç nesiller artık bu yalanlara karınlarının tok olduğunu her zeminde bizzat bu politikacıların yüzüne haykırıyorlar. 

Malum ki, politik hareketler, partiler ve liderler, sokağın sesine, düşüncesine, tepkisine sağırlaştıklarında çok geçmeden kendilerini tarihin çöplüğünde buluverirler. Bunu bilmiyor değiller, sıkıntıları yüzlerinden okunuyor ama meşhur lobiler, menfaat hesapları, varlıklarını borçlu oldukları güç odakları ve kahrolası diplomasi stratejileri seslerini sokağın sesiyle uyumla hale getirmelerine engel oluyor. Bunun bir sürdürülebilirliği yok ama! Oy isteyecekleri kitlelerin sonraki seçimlerde bu halleriyle onlara geçit vermeyeceği aşikar. Sokağın ayak sesleri, entrikanın hiç eksik olmadığı Batılı politika koridorlarında çoktan duyulmaya başlandı bile.

İsrail şımarıklığının ve gözü dönmüşlüğünün en büyük destekçisi ve temel dayanağının ABD yönetimleri olduğunu biliyoruz. Yeni haber şu; yönetimlerin bu şaibeli çizgisi, Amerikan halkı tarafından her geçen gün daha fazla sorgulanıyor. Özellikle üniversitelerde gerçekleştirilen yaygın ve gözü pek protestolar, Gazze’yi savunan ve İsrail-Amerika iş birliğinin karanlık mahiyetini ortaya koyan bir hareket olarak Amerikan yönetimini zorluyor. 

Genel anlamda da Amerikan halkının İsrail’e ve yanlı ABD dış politikasına bakışı artan bir hızla negatif yönde değişiyor. Ülkede ekonomik ve yapısal pek çok sıkıntı varken, Amerikan vatandaşlarından toplanan vergilerin uzak coğrafyalardaki güç oyunlarına sermaye kılınması noktasındaki tepkiler dikkat çekecek biçimde güçleniyor. Bu muhalif dalgalar, orta vadede Siyonist lobilerin etkinliğini geriletirken, İsrail’le iç içe geçmiş geleneksel Amerikan dış politika anlayışının zorunlu olarak yeni baştan düşünülmesini zorunlu kılabilir. 

İngiltere’de yapılan araştırmalarda halkın yüzde 62’si İsrail’e karşı Filistin’in yanında yer alıyor ve bu oran Filistin lehine giderek artıyor. Başbakan Keir Starmer, İsrail’e silah satışını bir parça sınırlamakla birlikte, bunu halkın talepleri doğrultusunda tam bir ambargoya dönüştüremiyor.

İsrail’in artık pek kimsenin inandırıcı bulmadığı ‘terörle mücadele’ savunmasını da politik söyleminde halen muhafaza ediyor. Oysa daha geçen temmuz ayında binlerce kişi ‘Draw a Red Lin efor Gaza!-Gazze İçin Kızıl Çizgi Çek!’ haykırışlarıyla Downing Street’e yürümüş ve hükümetin İsrail’in Gazze’deki işgal operasyonunu ve açlık tecridini protesto etmişti. Starmer hükümeti ve İngiliz politik unsurları ‘aşırıcı’ diye niteledikleri bu protestolarla ne kadar yollarına devam edebilirler, orası tartışmaya açık. Açık, çünkü daha şimdiden özellikle belediye meclislerinde İşçi Partisi’nin öncülük ettiği istifalar başladı.

İtalya’da hikaye daha da çarpıcı biçimde yaşanıyor. İtalya’da halkın yüzde 65’i İsrail’e silah satışının yasaklanmasını istiyor. Buna direnen ve en son Sumud hareketini ‘sorumsuz’ bulduğunu açıklayan Başbakan Meloni sokakları dolduran muhalif sesler tarafından doğrudan Siyonistlik ile suçlanıyor. Cenova liman işçilerinin geçen ay başlattığı liman grevi genel grevlere dönüşerek İtalya’nın birçok şehrine yayıldı. 300 bin kişi bu grevler kapsamında Roma’da yürüyüş yaparak hükümeti eleştirdi ve İsrail’i lanetledi. Sumuf ile ilgili gelişmelerden sonra bu protesto dalgası İtalyan hükümetini ve Meloni’nin koltuğunu sallamaya devam ediyor. İtalyan Başbakanı’nın daha şimdiden en az yüzde 10 oy kaybına uğradığı söyleniyor.

İsrail’in Sumud konusundaki gayrı diplomatik tavrı ve uluslararası hukuku ihlal eden saldırganlığı dünyanın birçok şehrinde olduğu gibi Paris ve Berlin’de de geniş katılımlı eylem ve yürüyüşlerle protesto edildi. Binlerce kişi protestolarını ABD ve İsrail elçiliklerini kuşatarak muhataplarına bizzat iletti. Brüksel’de 100 binden fazla kişinin katıldığı ‘Kızıl Çizgi’ yürüyüşü yapıldı. Buna karşılık başta Alman ve Fransız hükümetleri olmak üzere yönetimler sokakların bu duyarlı karşı çıkışlarına cevap olacak bir tavır ortaya koyamadı, tarihin doğru tarafına geçecek erdemi gösteremedi. Aksine özellikle Almanya’da protestolar sert müdahalelerle bastırılmaya çalışılıyor, yaygın gözaltılar, tutuklamalar oluyor. Sokaktaki insanlarla yönetim arasında ipler gerildikçe geriliyor.

Batılı birçok entelektüele göre bu yaşananlar Batı dünyası için tarihi bir dönüm noktasına işaret ediyor. Bugün tarihin doğru tarafında duramayanlar belli ki yarın vicdanlarda mahkum edilecek. Siyasi bedeller ödenecek, istifalar gelecek ve lobilere, menfaat hesaplarına, karanlık stratejilere mesafeli duramayan siyasi kadrolar bu yaptıkları yanlışlarla ayıplı olarak tarihe geçecekler. Ülke yönetimleri er ya da geç İsrail’in bu savunulamaz saldırganlığı ve vahşi Siyonist planlarıyla aralarına mesafe koyacaklar. Çünkü bunu yapmazlarsa sokakların hissiyatı hepsini bugün ya da yarın devre dışı bırakacak. 

Gazze meselesi güncel bir mesele; ancak etkileri belli ki bütün coğrafyalarda on yıllar boyunca devam edecek. En temel zihniyet dönüşümünün Batı’da yaşanacağı da ortada. Hatta yaşanmaya başladı bile. Batılı zihin haritasında popüler siyasi söylemlerin ötesine taşan çok temel bir paradigma değişimi yaşanıyor. Batılılar Gazze’den sonra her şeyi yeni baştan düşünmeye başladı. 

Geçen yüzyıl boyunca oluşturulan tabular yıkılıyor. Maskeler düşüyor, algı oyunlarını yapanların biriktirdikleri yalanlar artık kimseyi ikna etmiyor. Sumud gemilerinde olduğu gibi farklı ülke, milliyet, inanç ve kültürlerden gelen insanların dünya meselelerini ve insani gündemi kendi aralarında özgürce konuşabildikleri, yönetimlerin engellemelerinden ve medyatik manipülasyonlardan uzak biçimde bir diyalog zemini oluşturabilecekleri anlaşılıyor. Bunlardan şimdi değilse de orta vadede elbette politika ve politikacılar da etkilenecek, bu kaçınılmaz görünüyor.

Bundan sonrası ne olacak, bilmek zor; ancak ömrü olanlar belli ki geçen yüzyıldaki gibi yalanların gerçekleri rahatlıkla perdeleyebildikleri bir dünyada yaşamayacaklar.   

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.