Gazze’de Ateşkes: Belirsizliklerle Kuşatılmış Umut

Gazeteci Ertuğrul Cingil, Mısır’da imzalanan Gazze ateşkes anlaşmasının bölgedeki belirsizliklerle kuşatılmış umut dolu etkilerini Fokus+ için kaleme aldı.
Ertugrul-cingil
251010MT%C3%87_Yazar_Postu_-_Gazze%E2%80%99de_Ate%C5%9Fkes_Belirsizliklerle_Ku%C5%9Fat%C4%B1lm%C4%B1%C5%9F_Umut-Ertu%C4%9Frul_Cingil.jpg

10.10.2025 - 17:42  |  Son Güncellenme: 10.10.2025 - 18:56

Mısır’da imzalanan Gazze ateşkes anlaşması, İsrail’in 2 yıldır sürdürdüğü soykırımının oluşturduğu ağırlaşan karanlık tabloda temkinli bir umut ışığı oldu. ABD Başkanı Donald Trump’ın 20 maddelik belirsizliklerle dolu barış planına, Hamas’ın Türkiye başta olmak üzere Katar ve Mısır gibi ülkelerin çabalarıyla diplomatik akılla cevap vermesi, müzakerenin kapılarını açtı. Müzakere sonucunda imzalanan anlaşmanın ilk aşaması içinde yer alan saldırıların durması ve insani yardımların yeniden Gazze’ye girecek olması, bölgede ağır insani koşullar altındaki milyonlarca Filistinli için yaşamsal bir nefes anlamına geliyor. Çünkü çoğunluğu çocuk ve kadınlardan oluşan 67 binin üzerinde Filistinlinin hayatını kaybettiği, 150’si çocuk 500’e yakın insanın açlıktan öldüğü, 15 bine yakın kişinin yetersiz beslenmeye bağlı ciddi sıkıntılarla karşılaştığı ağır bir tabloda bu karaların hayata geçirilmesi acil önem taşıyor. Anlaşma kapsamında 600 tıra kadar çıkabilecek insani yardım, yaraların sarılması için büyük önem taşıyor.

İsrail’in ateşkesin ardından anlaşılan hatta çekilmesi ve geri tekrar girmeyecek olması önemli; ancak bunca katliama sebep olmuş, Gazze’yi enkaza çevirmiş soykırımcı yönetimin hala Gazze’nin yüzde 53’ünü kontrolünde tutması da tartışmalı bir durum. İlk etapta uygulanacak maddelerin en önemlilerinden biri ise esir takası. Hamas’ın elindeki hayatta olan ve olmayan rehinelerin karşılığında, 250’si müebbet ceza almış 1700 Filistinli tutukluyu en geç salı gününe kadar bırakması da oldukça önemli bir adım olacak. Sürecin başından beri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Trump’la kurduğu güçlü ilişkiler ve Hamas üzerindeki yapıcı etkileri, Dışişleri Bakanlığının çalışmaları ile müzakerelere bizzat katılan MİT Müsteşarı İbrahim Kalın’ın çabaları, barış planına önemli katkılar sağladı. Zaten ABD Başkanı Trump da Erdoğan’a teşekkür ederek Türkiye’nin yapıcı rolüne defalarca vurgu yaptı.  

Filistin’in çıkarları için başından beri sergilediği diplomatik gayretler, insani diplomasi anlayışı ve arabuluculuk kapasitesiyle sürecin en güvenilir aktörlerinden biri olarak Türkiye’yi öne çıkarıyor. Gazze’de görev gücüyle de yer alacak olan Türkiye’nin hem bölgesel istikrar hem de Filistin halkının meşru talepleri doğrultusunda etkin bir rol üstlenmesi, bu sürecin geleceği açısından önemli olacak.  

Mayınlarla dolu ikinci aşama kırılganlığı artırabilir

Anlaşmanın ilk aşamasındaki bazı maddeler, Filistinliler için temkinli bir umudun gölgesinde belirsizlikleri de taşıyor. Çünkü Hamas’ın İsrail’e karşı elindeki son kozu olarak değerlendirilen rehineleri vermesinin ardından, İsrail’in daha önceki ateşkes süreçlerinde olduğu gibi yeni sabotajlara girmeyeceğinin güçlü bir garantisi yok. Ayrıca İsrail hükümeti içindeki “Ateşkesi desteklemeyeceğiz, rehineler döndükten sonra Hamas yok edilmeli.” diyen Maliye Bakanı Bezalel Smotrich başta olmak üzere aşırı sağcı bakanların ateşkese karşı tutumları bu endişeleri artırıyor. Nitekim İsrail kabine toplantısında Smotrich başta olmak üzere aşısı sağcı 5 bakanın ateşkes planına karşı oy kullanması da bu kaygıları güçlendiren bir durum olarak ortadadır.

Dolayısıyla anlaşmayı büyük bir zafer olarak sunarak “barış mimarı” söylemini güçlendirmek ve Nobel Barış Ödülü’ne bir adım daha yaklaşmak isteyen Trump’ın İsrail üzerindeki gücü ve etkisi süreç içinde test edilecek. Ama Trump, önce zafer gösterisi yapmak için Mısır’a gideceğini açıkladı. Aslında tüm risklere ve tartışmalara rağmen planın ilk aşaması olumlu bir hava oluşturdu. Anlaşmanın henüz teknik müzakereleri başlamamış olan ikinci ve sonraki aşamalarında ise umudun yerini belirsizlikler, şüpheler ve tuzaklar alıyor. Özellikle Gazze’nin yönetimi için Trump’ın planında öngörülen modelin nasıl işleyeceği soru işaretleriyle dolu.

Hamas’ın ve Filistin Yönetimi’nin dışlandığı, “apolitik teknokratlardan oluşacak” komite ile Trump’ın başında olacağı, Tony Blair gibi tartışmalı bir ismin yer alacağı barış kuruluyla ilgili belirsizlikler de Gazze’deki kırılganlıkları artırma potansiyeli taşıyor. Ayrıca yine Hamas’ın silah bırakması, Gazze’de polis gücü ve uluslararası istikrar gücünün görev yapması gibi başlıklar, sürecin yönünü bulanıklaştırıyor. Bu soru işaretleri sadece teknik bir koordinasyon zorluğu değil; aynı zamanda Gazze’nin siyasi özyönetimini budayan, dışarıdan biçimlendirilen bir vesayet mimarisinin kurulması riskini barındırıyor.

Planda önerilen model, kalıcı barıştan çok, Filistin’in siyasi iradesini uluslararası mekanizmalar içine hapsedecek yeni bir kontrol düzeni oluşturma riski taşıyor. İki devletli çözümün yer almadığı planda, İsrail’in tamamıyla Gazze’den çekilmesi takvimiyle ilgili de güvencelere bağlanmış net bir takvim yer almıyor. Zayıf kontrol mekanizmaları içeren bağımsız gözlemci gücüyle ilgili net tanımlamalar yer almayan planda soykırımcı İsrail’in bu süreci stratejik bir mola olarak kullanıp tekrar saldırmayacağının güvenceleri de yer almıyor. Ayrıca Gazze’nin dışında, İsrail’in Batı Şeria’da sürdürdüğü ilhakları durdurmasıyla ilgili de hiçbir madde bulunmuyor.

Gölge aktörlerin soykırım enkazını yatırım fırsatına dönüştürme hesabı

Planın Gazze’nin yeniden inşası ve yatırımlarla ilgili tartışmalı maddelerinde, Trump’ın daha önce gündeme getirdiği “Riviera” ve “Great Trust” isimli iki karanlık planın izleri görülüyor. Zaten planın mimarlarından Trump’ın damadı Jared Kushner’in hem Beyaz Saray’daki açıklamada hem de Mısır’da başrolde olması, Tony Blair’in ve Netanyahu’nun sağ kolu İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer gibi karanlık vizyonun arkasındaki güçlü aktörlerin sahnede yer alması bunun en büyük göstergesi. Zira ilk döneminde Trump’ın damadı ve danışmanı olarak Jared Kushner, başta İbrahim Anlaşmaları ve Kudüs’ün başkent ilan edilmesi olmak üzere İsrail’in bölgesel çıkarları için kendini adamış ve Washington’un gücünü Tel Aviv’in çıkarlarına tahvil eden bir figürdü.

Netanyahu ile geçmişten gelen güçlü bağlara sahip olan Kushner, Trump’ın ilk döneminde kazandığı nüfuzu görev sonrası milyar dolarlık yatırımlara dönüştürdü. Körfez sermayesinden aldığı dev fonlar, Trump ve Netanyahu arasındaki güçlü köprü rolü, Kushner’i artık sadece politik değil, finansal bir aktör haline de getirdi. Aynı şekilde Netanyahu’ya en yakın isim olan, Miami doğumlu ve 1997 yılında İsrail’e göç etmiş olan Dermer de politik kariyerine paralel şekilde yürüttüğü finansal faaliyetler kapsamında Exigent Capital Group firmasının ortakları arasında yer alıyor. Yani bir taraftan İsrail savaş kabinesinde Gazze’deki yıkımı büyütmek için elinden geleni yapan Netanyahu’nun en kilit ismi, diğer yandan soykırım üzerinden tarihin en kirli imar projelerinden birinde rol almaya hazırlanıyor.

Irak’taki kirli sicili ve Orta Doğu’daki “sömürge valisi” imajıyla “Barış Konseyi”nde yer alması öngörülen Tony Blair de diplomatik kimliğinin yanı sıra danışmanlık, proje yönetimi ve komisyon gelirleri gibi finansal yönü ağır basan bir isim. Kurduğu Tony Blair Institute for Global Change (TBI) üzerinden çeşitli devlet, kurum ve bağışçılardan destekler sağlayan Blair, “Great Trust” planında projelerin finansal fizibilite analizlerini ve kar odaklı yatırımcı modellerini yöneten bir aktör konumunda yer aldı. Bu karanlık isimlerin rol aldığı “barış” planının ana stratejisinin, İsrail’in soykırımı nedeniyle kaybolan hayatlar ve enkaza dönmüş şehir üzerinden büyük finansal rant elde etmek olduğu görülüyor.

Planın geleceği İsrail ve ABD seçimlerini etkileyebilir

Planın geleceği, 2026’da hem İsrail’de hem de ABD’de yapılacak seçimler açısından da belirleyici olacak. Netanyahu için ateşkes ve rehine takası, toplumsal protestoları hafifletip kısa vadeli siyasi kazanç sağlayabilir. Ancak koalisyonun aşırı sağ kanadının planı sabote etme olasılığı da yüksek. Bu tür girişimler; bütçe blokajı, güvenlik gerekçeli ertelemeler veya “güvenlik” söylemiyle uluslararası taahhütleri askıya alma şeklinde tezahür edebilir. Benzer şekilde, Trump’ın “barış mimarı” söylemini güçlendirmek için öne çıkardığı bu plan, ABD ara seçimlerinde hem dış politika hem de iç siyasi denge açısından test edilecek.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Donald Trump

Planın başarısı Trump’a “zafer” olarak yazılabilir; başarısızlığı ise hem kongre dengelerini hem de küresel güvenilirliğini sarsabilir. Sonuçta bu plan, İsrail ve ABD liderlerinin iktidar hesaplarını da etkileme potansiyeli taşıyor. Ve bu aşamada gerçek barışın yalnızca silahların susmasıyla değil, adaletin konuşmasıyla mümkün olabileceğini hatırlatmak gerekiyor.

Soykırımın kapanmayan hesabı yükselen adalet çağrısı  

Mısır’da imzalanan bu ateşkes, kağıt üzerinde bir barış belgesi olsa da enkaza dönmüş Gazze’deki soykırım gerçekliği tüm ağırlığıyla hala yerinde duruyor. Planın nasıl uygulanacağını, verilen sözlerin ne kadarının tutulacağını ancak zaman gösterecek. Ama bir gerçek var ki, İsrail’in işlediği soykırım, geride bıraktığı yıkım ve toprağa karışan çocuk bedenleri, açlık ve kıtlık görüntüleri asla unutulmayacak. İsrail’in soykırımı, tarihe yalnızca bir katliam olarak değil, insanlığın vicdanının en karanlık sayfası olarak yazılacak. Gazze’nin yıkılmış, ölüm kokan sokaklarından yankılanan çaresizlik çığlıkları, iskelete dönmüş çocukların yürek burkan görüntüleri, dünyanın hafızasında kara bir leke olarak uzun yıllar kalacak. Dünyada yalnızlaşan, vicdanlı halklar tarafından protesto edilen İsrail, bu utançla yüzleşmeden ne barışı ne de güvenliği tam anlamıyla bulabilecek. Gerçek ve kalıcı barış, yalnızca silahların susmasıyla değil, adaletin konuşmasıyla mümkün olacak.

Uluslararası mahkemeler, BM başta olmak üzere uluslararası kuruluşlar ve insan hakları kurumları bu kirli soykırımın hesabını sorma iradesini gösterebilirse, o zaman yalnızca Filistin için değil, insanlık vicdanı ve onuru için de adalet yerini bulmuş olacak. Önümüzdeki süreç, kırılganlıklarla ve belirsizliklerle örülü bir yolculuk olacak. Mayınlarla dolu bu yol, belki kalıcı bir barışa, belki de yeni saldırılara çıkabilir. Ama her iki ihtimalin gölgesinde bile Gazze halkının direnci, adaletin arayışı ve vicdanın sesi var olmaya devam edecek.

Filistin, belirsizlikle umut arasındaki o ince çizgide, İsrail’in tüm tuzaklarına rağmen kendi geleceğine doğru kararlılıkla ilerleyecek.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.