Avrupa’nın Sembolik Filistin Politikası: Suni Tanıma

Büyükelçi Erdem Ozan, Avrupa’nın Filistin’i tanıma kararının sembolik boyutunu ve bu adımın Avrupa’nın kendi siyasi gerçeklikleriyle ilişkisini Fokus+ için kaleme aldı.
Erdem_Ozan (1).jpg
250926ZK_Web_-_Avrupa%E2%80%99n%C4%B1n_Sembolik_Filistin_Politikas%C4%B1-_Suni_Tan%C4%B1ma-Erdem_Ozan.jpg

26.09.2025 - 14:11  |  Son Güncellenme: 26.09.2025 - 14:22

Avrupa hükümetlerinin Filistin’i nihayet tanıması, uzun zamandır gecikmiş bir adaletin ağırlığını ve izlerini taşıyor. Bu adım, en iyimser bakış açısıyla, Filistinlilerin haklarının teyidi, diplomasinin yeniden uluslararası hukuk zeminine taşınması ve siyasetin meşruiyeti merkez alarak yeniden şekillendirilebileceğini göstermesi bakımından kayda değer. Filistin’in devlet olma hakkını teslim etmesi açısından da önemli.  

Ancak yakından takip ettiğimiz ve tanımayla sonuçlanan süreç, meselenin Filistin’den ziyade Avrupa’nın siyasi gerçeklikleriyle bağlantılı olduğunu açığa çıkartıyor. 

Avrupa hükümetleri Filistin Devleti’ni tanıyor. Ancak tanıdıkları devletin gerçekte varlığı tartışmaya açık. Sınırları muğlak, gücü elinde barındıran bütüncül bir liderlikten yoksun ve toprakları üzerinde otoritesi zayıf. Gazze kuşatma altında. Batı Şeria yerleşimler ve kontrol noktalarıyla parçalanmış durumda. Doğu Kudüs ilhak edilmiş. Filistin Yönetimi siyasi olarak zafiyet içerisinde ve sınırlı bir araziye hapsolmuş durumda. Hamas izole edilmiş ve askeri hedef haline getirilmiş. İşleyen bir devlet aygıtından bahsetmek güç. Bu bağlamda tanıma, diplomatik ve stratejik bir hamleden çok sembolik bir kurguyu andırıyor. 

Aslında bu jest Filistin’le ilgili değil. Avrupa’yla ilgili. On yıllar boyunca İsrail’in cezasızlığını silah satışları, istihbarat işbirliği ve siyasi koruma yoluyla destekleyen Avrupa hükümetleri, şimdi kendilerini yeniden konumlandırmaya çalışıyor. Tanıma, İsrail’in mevcut şiddet politikalarıyla aralarına bir etik mesafe koyma gayesinin bir ürünü. Bu sayede endişe beyan etmelerine imkan yaratılıyor; ancak hesap verilebilirlik ilkesinin kendileri için işletilmesinden kaçınmaya da zemin hazırlıyor. Süregelen bir savaştaki suç ortaklığı sulandırılmış oluyor. 

Zamanlama tesadüf değil. Gazze’de savaş şiddetlenirken, sivil ölümler artarken ve uluslararası kamuoyunun tepkisi yoğunlaşırken, Avrupa başkentleri ahlaki bir duruş sergileme baskısı altında. Tanıma, esasen düşük maliyetli ve yüksek görünürlüklü bir tepki işlevi görüyor. Bu ülkelerin cari politikalarında köklü bir değişiklik gerektirmiyor. İsrail’le yüzleşmeyi zorunlu kılmıyor. Avrupa’nın Gazze ve Filistinlilerin hakları bağlamındaki rolleriyle muhasebesi zorunluluğundan kaçınılıyor. Bir diğer ifadeyle sembolizm stratejinin yerini alıyor. 

Bu tanıma, İsrail tarafında herhangi bir ön koşul olmaksızın gerçekleşiyor. Topraklardan çekilme talebi yok. Yerleşimlerin genişlemesinin durdurulması yönünde bir ısrar yok. Ateşkes, hesap verebilirlik ya da müzakere şartı yok. Filistinlilere stratejik avantaj kazandırmıyor. Dolayısıyla bunun barış yolunda atılmış bir adım olduğu savı bana göre inandırıcılıktan uzak. 

Buna mukabil, Filistin tarafında ön koşullar hala geçerli. Nadiren dile getiriliyor ama yapısal olarak tanıma kararının özünde mevcutlar. Filistinlilerin liderliklerini birleştirmeleri, iç bölünmeleri gidermeleri ve kurumsal hazırlıklarını göstermeleri bekleniyor. Şiddeti reddetmeleri, müzakerelere bağlılık göstermeleri ve İsrail’in güvenlik doktrinini meşru kabul etmeleri gerekiyor. Devlet olarak muamele görmeleri için fiilen bir devlet gibi davranmaları isteniyor. Meşruiyet yükü tamamen işgal altındakilere yükleniyor. 

Bu asimetri de tesadüfi değil. Koşullu tanımanın daha derin bir mantığını yansıtıyor. İsrail, süregelen ilhaklara, askeri operasyonlara ve Filistin egemenliğini reddetmesine rağmen koşulsuz tanınıyor. Filistin ise yalnızca egemen güce meydan okumadığı sürece tanınıyor. Tanıma sembolik, ama koşullar gerçek. 

Sembolik tanıma ve gerçeklikten kopuş

Avrupa hala iki devletli çözüm söylemini sürdürüyor. Ancak bu çerçeve sahadaki gerçeklerle sistematik biçimde parçalanmış durumda. Yerleşimlerin genişlemesi, hukuki ilhak ve toprakların bölünmesi, coğrafi bütünlüğü olan bir Filistin devleti olasılığını ortadan kaldırdı. Bu eğilimleri tersine çevirecek siyasi irade yok. Harita değişiyor ve aşınıyor. İki devletli çözüm yalnızca retorik bir araç olarak varlığını sürdürüyor. 

Avrupalı yetkililer bunu pekala biliyor. Oslo çerçevesinin çöktüğünü, müzakerelerin on yılı aşkın süredir durduğunu biliyorlar. İsrail hükümetinin toprak vermeye ya da Filistin egemenliğini tanımaya niyeti olmadığını da biliyorlar. Yine de iki devletli söylemi benimsemeye devam ediyorlar. Gerçekliği yansıttığı için değil, mevcut politikaların ve kayıtsızlığın üzerini örttüğü için. Bu sayede başarısızlığın sonuçlarıyla yüzleşmek mecburiyetinde kalmıyorlar. 

Tanıma bu nedenle başka bir işlev de görüyor. Strateji eksikliğini gizliyor. Avrupa’nın çatışmayı azaltma planı yok. Savaş sonrası yönetime dair bir vizyonu zaten yok. Hesap verebilirlik için bir mekanizması yok. Tanıma bu boşlukları dolduruyor.  

Avrupa ülkeleri bakımından aynı zamanda Gazze savaşında oynanan role ilişkin algıyı değiştirme çabası da söz konusu. Filistin’i tanıyarak, Avrupa hükümetleri “İsrail destekçisi” anlatısını “barış yapıcı” şeklinde ikame etmek arayışında. Ancak günümüz bilgi ve iletişim çağında bunu gerçekleştirmek kolay değil. Avrupa İsrail’i silahlandırdı; ablukayı finanse etti; savaş suçlarını görmezden geldi. Tanıma bu tarihi silemez; olsa olsa yeni bir çerçeveye oturtabilir. 

Daha derin olan sorun ise yapısal nitelikte. Avrupa’nın İsrail-Filistin dış politikası uzun süredir çelişkilerle tanımlanıyor. Bir yandan uluslararası hukuk, insan hakları ve müzakere ihtiyacı savunulurken, diğer taraftan İsrail’le derin ekonomik, askeri ve siyasi bağlar sürdürülüyor. Bu bağlar, İsrail’i cesaretlendirdi ve yerleşimlerin genişlemesini, Filistin yönetiminin aşınmasını ve işgalin normalleşmesini mümkün kıldı. 

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron

Tanıma tabiatıyla bu çelişkiyi gidermiyor, daha da belirginleştiriyor. Avrupa hükümetlerinin adalet dilini konuşmasına olanak tanıyor ama onu baltalayan eylemleri sürdürmelerine de engel teşkil etmiyor. Güç dengesini değiştirmeden ilerlenebileceği yanılsaması doğuruyor. Filistinlilere diplomatik bir simge sunuyor ama somut destek sağlamıyor. 

Buna paralel olarak, tanımanın şiddeti durduracağına dair herhangi bir kanıt veya emare bulunmamakta. Filistin liderliğinin safları sıklaştırması güç. İsrail’in, tanıma kararlarının ardından müzakere tercihine yöneleceğine dair bir işaret görünmüyor. Tanınma sayesinde uluslararası hukukun tesis edilmesi, Gazze’nin yeniden inşası, sivillerin korunması ve adaletin sağlanması bu aşamada gerçekçi beklentiler olmaktan hayli uzak. 

Tanıma kararlarının halihazırda gördükleri en önemli işlev, Avrupa hükümetlerine politikalarına ve pozisyonlarına ciddi değişiklik getirmeden ahlaki üstünlük iddiasında bulunma olanağı tanımak. Barışı tesis etmenin gereklerini yerine getirmeden barış hakkında bir söylem geliştirmelerine imkan vermek.  

Bu durumun etkileri Filistin ihtilafıyla sınırlı kalmıyor. Avrupa dış politikasında tutarlılık, güvenilirlik ve sonuç üretme imkan ve kabiliyetlerini kapsayan daha geniş bir krize işaret ediyor. Avrupa’nın artan oranda sembolik jestlere bel bağlayarak jeopolitik karmaşıklığı yönetmeye çalıştığına tanık oluyoruz. Açıklamalar ile yetinip, zor kararları ertelemek gibi bir anlayışın giderek yerleştiğini görüyoruz. Diplomasi yapılıyormuş gibi bir algı yaratılsa da bu fiiliyatta uygulanmıyor. 

Bu yaklaşımın Avrupa’ya maliyeti bölgesel ve uluslararası meselelerde çözüm ortağı vasfının uzun vadede kaybolmasıdır. Sembolik diplomasi iç kamuoyunu tatmin edebilir ve manşetlere konu olabilir. Ama sonuçları şekillendiremez. Filistin örneğinde, başarısızlığı daha da derinleştirme riski taşır. Artık var olmayan bir çözümü teyit ederek, sonuç üretmeyen bir çerçeveyi meşrulaştırır. 

Bu açmazdan kurtulmanın yolu tutarlılık ve ilkelere bağlılıktan geçiyor. Avrupa, iki devletli çözümün artık geçerli olmadığını kabul etmeli. Kendi politikalarının sonuçlarıyla yüzleşmeli. Hesap verebilirlik, sivillerin korunması ve siyasi temsil için yeni kavramlar ve mekanizmalar geliştirmeli. Tanımanın ötesine geçip, evvelemirde kendi kurumlarının, diplomasisinin ve güvenilirliğin yeniden inşasına odaklanmalı. 

Bu yol tabiatıyla birçok zorluğu içinde barındırıyor. Öncelikle İsrail’le yüzleşmeyi, Filistinlileri güçlendirmeyi ve ittifakları mercek altına almayı gerektirecek. Ama sembolizmin ötesine geçen tek yol da budur. Diplomasiye yeniden anlam kazandırmaya Filistinlileri acıma nesnesi değil, siyasi özne olarak görmekle başlanmalıdır. Bu aşamaya kadar, tanıma Avrupa’nın ahlaki rahatsızlığını teyit eden ama stratejik taahhüt sunmayan, başarısızlığı kabul eden ama çözmeyen bir beyandan ibaret kalacaktır. 

Tanıma tartışmaları bağlamında, sembolik düzeyde bile olsa Avrupa hükümetlerinin kendi kamuoylarının gücüne kayıtsız kalamayacağı ortaya çıktı. Avrupa sokakları, Filistinlilerin maruz kaldığı mezalim karşısında hükümetlerinden çok daha önce tepki verdi. Londra’dan Madrid’e, Berlin’den Dublin’e kadar şehirlerde adalet talep eden kalabalıkların bu ahlaki duruşu, salt bir protestonun ötesine geçerek toplumsal vicdanın yansıması şeklinde vuku buldu. 

Gerçek değeri belki de en fazla hayatını kaybedenler hak ediyor. Onların hatırası, siyaseti sembolizmin ötesine taşımaya mecbur etmeli. Bu onur, çelişkili hükümet politikalarıyla gölgelenmemeli, bir jestle sınırlanmamalı. 

Bu nedenle umuyorum ki tanıma, bir son değil bir başlangıç olur. Sembolik adaleti gerçek egemenliğe, matemi özgürlük vaadine dönüştüren bir başlangıç. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.