Akıl Hocaları ve Nasıl Yaşayacağını Bilemeyen İnsanlar
İlkokul müfredatında Hayat Bilgisi diye bir dersin bulunması bana hep şiirsel bir şeymiş gibi gelir. Dersin konu başlıklarının aşırı didaktik ve doğallıktan uzak olduğunu bildiğim halde zihnim bu iki kelimenin içine romantik bir şeyler sıkıştırmaya çalışır. Okullarda olsun olmasın, o yaşlar, çocukların, yani küçük insanların hayat konusunda yoğun şekilde bilgilendiği, kendi tecrübelerinden yaşamaya dair birçok şey öğrendiği yaşlardır.
Günümüzde hayat bilgisi dersleri, okul dışı mecralarda o sevimlilikten ve romantizmden çok uzak bir şekilde hayatın bütününe yayılarak devam ettiriliyor. Bize nasıl yaşayacağımızı söyleyen, yaşamak adına neleri yanlış yaptığımızı, hatalı hallerimizi hangi doğrularla değiştirmemiz gerektiğini hatırlatan akıl hocaları hiç eksik olmuyor hayatımızdan.
Her alanda tartışmaya açık olmayan bazı standartlar var artık. Bu standartların toplamından hasıl olan sonuca da “hayat kalitesi” deniyor. Milyonlarca insana günün neredeyse her saati medyatik araçlar vasıtasıyla bir bombardıman halinde bu standartlar hatırlatılıyor, hayatlarının kalitesizliklerinden kurtulmaları için telkinlerde bulunuluyor.
Soframıza kaç tabak koyacağımızdan neyi neyle beraber hangi yöntemle pişirip yiyeceğimize, karnıyarığın içine ne koyacağımızdan hangi ekmeği seçeceğimize kadar midemize giden yol üzerinde mümessillikler açmış durumdalar. Eski usul sofralar demode, yanlış, sağlık dışı, cahilane bulunuyor. Doğrusunu elbette sadece ve sadece onlar biliyor.
Yazın nereye gideceğimize, nerede kalacağımıza, nereleri gezeceğimize, hangi etkinliklere katılacağımıza, ne yiyip ne içeceğimize, hediye olarak ne alacağımıza da onlar karar veriyor. Bunları yapmazsak tatil kalitemiz düşüyor, sıradanlığa, banalliğe, trend dışılığa mahkum oluyoruz.
Ne yaparsak kendimizi günden güne öldürüyoruz, vücudumuza hangi kötülükleri yapıyoruz, hangi vitaminle ya da mineralle iyi geçinemiyoruz, hepsini biliyorlar. Sağlıksız insanlar olmak için ne çok şey yaptığımızı onlar sayesinde anlıyoruz. Dediklerini yapmaya çalışıyoruz ama tam olarak beceremiyoruz. Çünkü hayatlarımızı kliniklerde geçirmiyoruz, işin aslı onların söylediği doğrularla yaşamaya paramız da yetmiyor pek!
Olmazsa olmaz!
Kişisel gelişimimizin aksayan kısımlarını toparlamak için de her an burnumuzun dibindeler. Biz ne kadar bilinçsiz insanlarız, bu akıl hocalarını dinledikçe kendimizden, bilinçsizliğimizden, akılsızlığımızdan nefret ediyoruz. Onlar kişilerin nasıl gelişeceğini herkesten iyi biliyor, reçeteleri de hazır... Yeter ki biz gelişmeye sonuna kadar açalım kendimizi.
Neye nasıl inanacağımızdan, hangi duayla cennete kapağı atacağımıza, kuantum evrenle ilişki kurmaktan astrolojik geleceğimizi belirlemeye, ontolojik problemlerimizin giderilmesinden panik atağımızın geri püskürtülmesine kadar her şeyin hazır, pratik, set halinde çözümleri var artık. Tabii bu çareleri onlarsız hayata geçiremeyeceğimiz akıl hocaları... Kendi başına ve ücretsiz şekilde ne kendini geliştirebiliyor artık insan ne varoluşsal problemlerine çözüm arayabiliyor.
Güzel olmak, görgülü olmak, çatalı bıçağı doğru kullanmak turuncu tişörtün altına doğru pantolonu giymek, ekmeğini doğru ‘kombin’e, ‘trend’e banmak, ‘out’lardan sıyrılıp ‘in’leri bulmak, hiçbir afili ‘challange’ı kaçırmamak için sürekli teyakkuz halinde olmak gurusundan fenomenine hiçbir akıl hocasının sözünü ıskalamamak gerekiyor. Ne için? Bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığımızda kendimizi düşük kalite bir Gregor Samsa olarak bulup dolaşımın tamamen dışında kalmamak için!
Medya, sosyal medya, şehrin her yeri kaplayan billboardları bu akıl hocalıkları ile dolu... Bunlara yüz vermeyenlerin her bir kalitesi yerlerde... Öyle görülüyor yani! Bunun böyle olduğuna dair herhangi bir delil olmadığı halde... Öte yandan kalitesizlik bedava hep akıl hocalarının imalarına göre ama kalitenin bir bedeli var elbet her zaman.
"Sektör" haline gelen akıl hocalığı
Akıl hocalığı diye bir meslek var artık, iyi kazandıran bir meslek... Her alandan akıl hocası çıkabiliyor. Bir şekilde medyaya kapağı attıktan ya da kendi medyasını üretip tanınır, bilinir hale geldikten sonra müşteri gani! Kapıda kuyruklar oluşuyor. Kürler hazırlansın, kitaplar yazılsın, kimyasal ve simyasal setler tamam edilsin, online ders paketleri servise sunulsun ve hepsine okkalı etiketleri vurulsun, bedeller tahsil edilsin. Bütün bunlar yapılsın, bakın nasıl tavan yapıyor en garibanların bile hayat kalitesi!
Para basan bu koca akıl endüstrisinin bir arzı ve bu arza talep yetiştirecek müşterilere ihtiyacı var. Sattıkları şey daha çok akıl ve cilalanmış yan ürünleri... Bunları alacak olanların da yeterince akıllı, sağlıklı, mutlu, gelişmiş, modern, geçerli, havalı, enerjik, şık, genç olmadıklarına inanmaları, daha doğru deyişle inandırılmış olmaları gerekiyor. Kapılarında kuyruklar oluştuğuna, konuştukları her mecra trendy olduğuna göre ticaretlerinde gayet başarılılar.
En başta Hayat Bilgisi demiştik ya... Bütün bu pazarlama operasyonlarının sonuca ulaşması, bizim akıl hocalarını inandırıcı bulmamıza bağlı... Bunun için de hayat konusunda son derece bilgisiz olduğumuza kani olmamız lazım... Peki ama, hayatın içinde yaşayıp duran insanlar yaşadığı şeyler konusunda nasıl bu kadar bilgisiz olabilirler? Olamazlarsa nasıl doğru yaşayacaklarını bilmediklerine nasıl bu kadar kolay inandırılabilirler? Manzara acıklı... Milyonlarca insan bu nevzuhur akıl hocalarının peşine takılmış gidiyor. Bu kalabalıklar, anadan babadan, atadan dededen aldıkları her şeyin yanlış, acilen terkedilmesi ve doğrularıyla değiştirilmesi gereken şeyler olduğuna kafadan kanaat etmiş durumdalar.
Oysa hayat tecrübelerle kendini inşa eden bir şeydir. Her nesil kendi gerçeklikleri içinde tecrübeler yaşar, dener yanılır, yine dener ve nihayet doğruyu bulur. Hayat bilgisi bu tecrübelerin birikmesi ve nesilden nesile taşınması ile oluşur. Bunlar sağlaması yapılmış, bedeli ödenmiş, hazmı gerçekleşmiş çok değerli bilgilerdir. Kadim bir hayatın doğruları, edinimleridir hepsi.
Nevzuhur akıl hocalarının kapısında bekleşirken bu dev mirasa sırt çevirmiş, zenginken yoksula yazılmış oluyoruz aslında. Daha kötüsü, yaşadıklarımızdan fikirler edinmeyi, yani hayattan öğrenmeyi, tecrübelerden dersler çıkarmayı, bunun için de hayatı gözlemeyi ihmal ediyoruz. Kendi hayatının bilincinde olmayan, kendi gerçeklerine yabancılaşan, kendi aklını, tecrübesini, bilincini kafadan mahkum eden herkes akıl tüccarlarının oyuncağı olur tabiatıyla. Hadise tam olarak budur!
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.