7 Ekim İran’da Hangi Dinamikleri Değiştirdi?

08.10.2025 - 16:06 | Son Güncellenme: 08.10.2025 - 16:13
Hamas 7 Ekim’de İsrail’i hedef alan operasyonunu gerçekleştirdiğinde, gözlerin çevrildiği ülkelerden biri de İran oldu. Bunun nedenleri arasında İran’ın Hamas’la arasındaki ilişki, İsrail’le arasındaki husumet ve operasyonların başladığı dönemde ABD ile yürüttüğü nükleer müzakerelerin henüz bir yere varmaması bulunuyordu. Nitekim saldırının hemen ardından İsrail Başbakanı Netanyahu, operasyonun arkasındaki güç olduğunu savunduğu Tahran’ı: “Tüm bunlar İran’ın oluşturduğu şer ekseninin bir parçası. Bu eksen, Gazze’de Hamas’ı, Lübnan'da Hizbullah’ı, Yemen’de Husileri ve Ortadoğu’da ve ötesinde diğer terör vekillerini silahlandırarak, eğiterek ve finanse ederek çalışıyor… Dünyanın dört bir yanındaki medeni ulusların bu mücadeleyi desteklemesini umuyor ve dua ediyorum. Zira İsrail’in mücadelesi sizin mücadelenizdir. Hamas ve İran'ın şer ekseni kazanırsa, bir sonraki hedefleri siz olacaksınız.” diyerek hedef gösterdi.
İran Devrim Lideri Ali Hameney ise Hamas’ın operasyonundan birkaç gün sonra şu ifadeleri kullanarak ülkesinin hedef haline getirilmesinin önüne geçmeyi amaçladı: “Siyonist rejimin destekçileri ve gaspçı rejimin bazı üyeleri son 2-3 gündür saçmalıyorlar. Örneğin, bu operasyonun arkasında İran’ın olduğunu söylüyorlar. Yanılıyorlar. Elbette Filistin'i destekliyoruz, mücadelelerini destekliyoruz. Ancak Filistinlilerin yaptıklarının arkasında Filistinli olmayanların olduğunu söyleyenler Filistin milletini tanımıyorlar.”
7 Ekim’i takip eden aylarda da üst düzey İranlı yetkililerden benzer açıklamalar geldi. Son olarak Dışişleri eski bakanlarından ve açıklamayı yaptığı tarihte Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın stratejik işlerden sorumlu yardımcısı olan Cevad Zarif, Haziran 2025’te, operasyondan önceden haberdar olmadıklarını hatta bu olay nedeniyle 9 Ekim’de nükleer müzakereler için ABD ile ayarlanmış olan toplantının da iptal edildiğini açıkladı.
Ancak süreçteki müdahalesinin boyutundan bağımsız, 7 Ekim’den sonra Orta Doğu’da meydana gelen gelişmelerden en fazla etkilenen ülkelerden biri İran oldu. Tahran’ın “direniş ekseni” adını verdiği yapının uğradığı zarar, İran üzerinde dolaylı bir etki doğurdu. Haziran 2025’teki İsrail saldırısının ardından yaşanan çatışmalar ise İran’ı doğrudan etkiledi. Bununla birlikte, ülke içindeki diplomatik darboğaz ve bu sürecin tetiklediği iç tartışmalar da söz konusu etkileri derinleştirmiştir. Takip eden bölümlerde 7 Ekim’in İran’a etkileri bu başlıklar etrafında ele alınacaktır.
Direniş ekseni çöktü mü?

İran, 1979’den itibaren güvenlik mimarisinin önemli bir parçası olarak Orta Doğu’da önemli bölümü Şii olan yapılarla organik ilişkiler geliştirdi. Bu, yaptırımlar nedeniyle konvansiyonel askeri kapasitesini geliştirmekte zorlanan İran’a güvenlik riskleri karşısında belirli ölçüde caydırıcılık sağladı. Ayrıca Amerika ve İsrail karşıtlığı etrafında inşa edilen bu yapı, Filistin davasının Camp David anlaşmaları nedeniyle bir tür kriz içine girdiği ve Arap milliyetçiliğinin çöküşte olduğu bir zeminde İran’a nüfuz alanını genişletmek için zemin hazırladı.
1982’de Hizbullah’ın kuruluşuna aktif destek vererek bu yapının en önemli parçalarından birini ortaya çıkaran İran, takip eden yıllarda Gazze’de İslami Cihat, Irak’ta daha sonra Haşdişabi’nin içine dahil olacak bazı örgütler ve bir dereceye kadar Hamas ve Yemen’deki Husiler ile kurduğu ilişkiler üzerinden bu yapıyı daha muhkem hale getirdi. 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin ve Saddam Hüseyin’in devrilmesinin ardından İran, desteklediği gruplarla ilişkilerini güçlendirerek bu ülkedeki nüfuzunu arttırdı. Arap Baharı sürecinde ise bu kez Suriye’de Hafız Esed rejimini destekleyerek bölgedeki etki alanını daha da genişletti.
7 Ekim’in ardından İsrail’in Gazze, Lübnan ve Suriye’deki saldırıları İran’ın bölgedeki güvenlik mimarisine iki yönden önemli zararlar verdi. İlk olarak, söz konusu yapıların aldığı büyük zarar İran’ın caydırıcılık gücünü erozyona uğrattı. İsrail saldırılarıyla hem liderlik hem de kapasite anlamında büyük hasar alan bu yapılar –özellikle Hizbullah– İran’ın caydırıcılık kapasitesini sorgulanır hale getirdi. Nitekim İsrail, bu aşamadan sonra İran’ı doğrudan hedef almaya başladı.
İran’ın bu süreçte gördüğü zararın bir diğer yönü de söz konusu yapıların İran’a bakışında yaşanan değişim oldu. İran’ın direniş ekseniyle kurduğu ilişkinin öncelikli amacının İran’ın güvenliğini sağlamak olduğu bilinse de söz konusu yapılar içerisinde İran’ın pragmatist politikaları ve destek sağlama kapasitesi önemli bir tartışma konusu oldu. Bu durum, söz konusu yapıların tutumunu köklü biçimde değiştirerek zaten var olan otonom hareket etme eğilimlerini daha da güçlendirdi. Gelinen noktada direniş ekseni denilen yapının çözüldüğünü ya da İran ile bu yapı arasındaki ilişkinin sonlandığını söylemek mümkün olmasa da İran’ın bu yapının varlığını ve kendisinin yapıyla olan ilişkisini korumak için yeni bir düzlem oluşturması gerektiği aşikardır. Ancak tam da bunların tartışıldığı bir ortamda İran’ın doğrudan kendisinin hedef haline gelmesi öncelik listesinin değişmesine neden olmuştur.
İran çatışma istiyor mu?
7 Ekim’den sonra İran’ın yaşadığı en büyük kırılma, İsrail’in 13 Haziran 2025’te doğrudan İran’ı hedef alan geniş çaplı saldırılar düzenlemesidir. İsrail’in 1 Nisan 2024’te İran’ın Şam’da bulunan konsolosluk binasını hedef alması iki ülke arasında sınırlı bir çatışma yaşatmış ancak İran bu aşamada temkinli bir misilleme yapmakla yetinmişti. İran, haziran ayındaki çatışmada daha sert bir karşılık verse de İsrail’in İran’da neden olduğu hasar çok daha büyük oldu. 22 Haziran’da ABD’nin İran nükleer tesislerini hedef alarak çatışmaya dahil olması ise İran cenahındaki tedirginliği artırdı. Öyle ki İran’ın 24 Haziran’da ateşkesi süratle kabul etmesinde bu tedirginlik önemli rol oynadı.

İran, 7 Ekim’den sonra İsrail’le arasındaki hiçbir gerilim safhasında çatışmadan yana bir tutum takınmamıştı. Bunda, İran’ın İsrail ile çatışmanın ABD’yi de karşısına almak anlamına geleceğini bilmesi etkili oldu. Ancak son kertede İran, istihbarı ve savunma açıklarını – özellikle hava savunmasındaki zaaflarını – ortaya çıkaran bir çatışmanın çıkmasına engel olamadı. İsrail’in peşinen yanına ABD’yi almadan kendisiyle doğrudan bir çatılmayı göze alamayacağı varsayımından hareket eden İran’ın ortaya çıkan yeni denklemi yönetmekte hala zorlandığı görülmektedir.
İran her ne kadar haziran ayındaki çatışmalardaki füze atışlarıyla İsrail’de önemli hasarlara neden olsa da maruz kaldığı güvenlik riskleri çok daha büyük olduğu için potansiyel ikinci bir çatışmayı engellemeye çalışmaktadır. Ancak ABD Başkanı Trump’ın Gazze ateşkes planı sonrası Netanyahu’nun tekrar İran’ı gündeme getirmeye başladığı görülmektedir. İran’ın yeni bir çatışmayı engellemek için kararlı diplomatik adımlar atarak ABD ile arasındaki gerilimi yönetilebilir seviyeye çekmesi gerekmektedir. Ancak İran, bu noktada hem Trump yönetiminin maksimalist beklentileri hem de ülke içinde alınması gereken kritik kararlara ilişkin önemli ihtilaflar nedeniyle gerekli manevrayı yapamıyor.
İran dönüm noktasında mı?
Esasen Trump’ın ikinci dönemi İran için oldukça iyi başlamış ve iki ülke 12 Nisan’da başladıkları görüşmelerde 13 Haziran’a kadar beş turu geride bırakmıştı. Trump İran’la anlaşma konusunda kararlı dursa da hem 7 Ekim sonrası çatışma ortamının ve İsrail saldırganlığının sürüyor olması hem de İran’ın ABD’ye taviz vermemek için müzakerelerde ağırdan alması sürecin çatışmayla sonlanmasına neden oldu.
Bu arada 28 Ağustos’ta Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya’dan oluşan ve E3 olarak da bilinen Avrupa Troykası, BM Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) ilettikleri resmî yazıyla İran’a karşı tetik mekanizmasını başlattıklarını duyurdu. Bunun üzerinden bir ay geçmesi üzerine, bu üç ülkenin yanı sıra ABD, Çin ve Rusya’nın İran ile 2015 yılında imzaladığı nükleer anlaşmayla askıya alınmış olan BMGK’nin İran yaptırımları geri gelmiş oldu. Bu hamleyle beraber İran’ın nükleer programı da yeniden önemli bir güvenlik riski olarak algılanmaya başladı.
Bu gelişmeler karşısında İran, her ne kadar ikinci bir çatışma riskine karşı hazırlıklarına devam etse de bunu engellemek için müzakere kanallarını açık tutuyor. Dolayısıyla İran’ın dönüm noktasında olduğu söylenebilir. Ülkede Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan ve Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi başta gelmek üzere müzakereden yana tavır alanlar olduğu gibi İsrail’in bir önceki müzakere sürecinin ortasında İran’a saldırmasından hareketle müzakerelere güvenilemeyeceğini savunanlar da mevcut. Son durumda müzakere yanlılarının eli daha güçlü görünmekte ancak önümüzdeki süreçte hem İran’ın izleyeceği yönelim hem de ABD’nin sergileyeceği tutum sürecin seyrini belirleyecek. Sonuç olarak 7 Ekim sonrası sürecin İran’da değiştirdiği en önemli dinamiklerden biri muğlaklık politikasını işlemez hale getirerek İran’ı net bir politika belirlemeye zorlamış olmasıdır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.





