Mısır'da Güvenlik Değişimleri ve Yeni Dış Politika Arayışı


Mısır’ın dış politikası, Joe Biden’ın ABD’de başkanlık görevini üstlenmesinden bu yana bölgesel yönetim biçiminde değişikliklere uğradı.
Mısır, Katar ve Suudi Arabistan arasındaki Körfez uzlaşısına paralel olarak politikalarını gözden geçirdi ve Türkiye, Katar ile ilişkilerini geliştirme yönünde adımlar attı.
Bu adım, Libya’nın başkenti Trablus’ta uygulanan kuşatmanın Türkiye’nin müdahalesiyle kırılmasının ardından, Libya konusu ve güvenlik sorunlarını yönetmek için bir iletişim kanalı açmak için gerekliydi.
Mısır medyası ve bazı yetkililerden gelen sert söylemlere rağmen, Kahire’deki bazı devlet kurumları bu politika ve söylemlere katılmadı ve karar vericileri yeni politikalar oluşturmaya zorladı.
Bu eğilimler, Mısır ordusunun, cephedeki sakinliğe ve barış durumuna rağmen, İsrail’i başlıca düşman olarak gören askeri doktriniyle açıklanabilir.
Orduda savunmacı bir doktrin yerleşmiş durumda ve bu da ordunun sınırlar dışında büyük askeri operasyonlara tek başına girişmesini engelliyor.
Diğer yandan Sudan’da güvenlik tehditlerinin artması ve Ömer el-Beşir’in devrilmesi sonucu istikrarın bozulmasıyla birlikte, Mısır devleti ve karar vericileri dış gündemi yeniden gözden geçirmeye ve devleti bölgesel çatışmalara itmemek için ordunun askeri doktrinine uygun olarak başka seçenekler benimsemeye zorlandı.
Bu durum, en önemlisi Libya konusu olmak üzere son iki yılda Mısır ve Türkiye arasında bir dizi konuda yakınlaşmaya neden oldu.
Mısır devletine yönelik doğrudan tehditlerin artması, bir yandan devlet kurumları arasındaki vizyon farklılığıyla, diğer yandan da ülkenin son 10 yıldır izlediği siyasi performans ve gündemle ilişkilidir.
Bu tutarsızlık, devletin son dönemde Mısır ulusal güvenliğine ilişkin konularda artan bölgesel risklere karşı aldığı, rejimin yönelimleri, dış ittifakları ve siyasal performansıyla her zaman örtüşmeyen siyasal ve stratejik kararlarda açıkça görülmeye başlandı.
Devlet kurumları ile siyasal sistem arasındaki çelişki, Mısır devletinin pek çok hayati ve önemli konusunda karşımıza çıkıyor.
Güvenlik ve ekonomi konusunda tehditlerin artması, devlet kurumlarını, siyasi sistemin gündemini ayarlaması yönünde baskı yapmaya itiyor.
Bu durum devlet ile siyasi sistem arasında bir çatışma olarak değil, daha ziyade kurumların ulusal güvenlik tehdidi olarak nitelendirilen, varoluşsal tehditlerle yüzleşmek için kendi kendilerini motive etmeleri olarak yorumlanmalıdır.
Bu durum Cumhurbaşkanlığı ile Askeri Konsey, Savunma Bakanlığı, Genel İstihbarat Servisi ve Askeri İstihbarat tarafından temsil edilen egemen kurumlar arasındaki ilişkilerin dinamikleri ile açıklanabilir.
Belki de kısa bir süre içerisinde Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve Genel İstihbarat Servisi Müdürü’nün değişmesi, Mısır için hayati ve güvenlik konularının yönetiminde bir kriz yaşandığının göstergesidir.
Sedat ve Abdülnasır dönemlerinden bu yana alışılmadık bir şekilde, Askeri Konsey dışından emekli bir generalin Savunma Bakanı olarak atanması, Cumhurbaşkanlığı ile Savunma Bakanlığı arasında bir krize işaret ediyor.
Aynı zamanda, Genel İstihbarat Servisi Müdürlüğü'ne Hasan Reşad’ın getirilmesi ve Askeri İstihbarat Teşkilatı’ndan Abbas Kamil’in müdür olarak atanması, teşkilatın kadrolar üzerindeki yönetimini yeniden ele aldığını gösteriyor.
Tüm bu değişiklikler, söz konusu kurumların geçtiğimiz 10 yılda izlediklerinden farklı politikalara yöneldiklerini vurguluyor.
Dış politika değişimlerinin göstergeleri
Mısır, tüm sınırlarında yaşanan çatışmalar ve savaşlar nedeniyle güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya kaldı.
Komşusu Libya, batı Trablus’ta Abdülhamid Dibeybe’nin başkanlığındaki uluslararası tanınmış hükümet ile doğuda emekli General Halife Hafter liderliğindeki güçler olmak üzere iktidar için savaşan iki tarafa bölündü.
Bu durum, Mısır’ın batı sınırlarını bölgesel ve yerel müdahaleler nedeniyle istikrarsız hale getirdi.
Diğer yandan, Mısır’ın güneyindeki Sudan’da, Abdulfettah Burhan liderliğindeki Sudan ordusu ile Muhammed Hamdan Daklu (Hamideti) liderliğindeki Hızlı Destek Kuvvetleri arasında şiddetli bir savaş yaşanıyor.
Ayrıca Etiyopya tek taraflı olarak, barajın işletilmesi ve su yönetimi konusunda bir anlaşma sağlanmadan, Nahda Barajı’nın (Rönesans) inşa ve dolum aşamalarının tamamlandığını duyurdu.
Bu da Mısır’ın su güvenliği konusunda Etiyopya’nın kontrolü ve vesayeti altına girmesi anlamına geliyor.
Ülkenin kuzeyinde ise İsrail’in barış anlaşmasını ihlal ettiği, Refah Sınır Kapısı’na saldırdığı ve Philadelphia Koridoru’nu işgal ettiği Gazze savaşı yaşandı.
Mısır’ı çevreleyen bu ateşten çember, ülkedeki kurumları, Abdulfettah Es Sisi’nin cumhurbaşkanlığını üstlenmesinden bu yana geçen 10 yıl boyunca izledikleri politikaların başarısızlığıyla yüzleşmek zorunda bıraktı.
Bu konuları takip ettiğimizde, Mısır rejiminin geçmişe kıyasla özellikle Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile girdiği siyasi ittifaklardan uzaklaşarak, bağımsız olma eğilimini görüyoruz.
Mısır’ın Sudan’daki rolü
Sudan ordusu ile Hamideti liderliğindeki Hızlı Destek Kuvvetleri arasındaki çatışma tırmanırken, Mısır, BAE’den önemli ölçüde destek alan Hızlı Destek Kuvvetleri’nin aleyhine olacak şekilde, Sudan ordusuna sınırlı da olsa destek sağlamaya başladı.
Bu eğilim, Mısır’ın Sudan’daki geleneksel nüfuzunu yeniden tesis etme ve ülkeyi militan örgütlerin kontrolü ele geçireceği bir istikrarsızlık durumuna dönüştürecek bir gündemin dayatılmasına izin vermeme çabasına işaret ediyor.
Sudan İslam Hareketi’nin ülkede büyük nüfuzu olmasına rağmen, Mısır’ın devlet kurumları Sudan ordusunu destekleme eğiliminde.
Bu da Sisi’nin, Filistinli direniş hareketlerinin Sudan’dan aldığı desteği durdurmak için bölgesel müttefiklerinin isteklerine ve uluslararası baskıya yanıt olarak izlediği politikalardan göreceli bir sapmayı yansıtıyor.
Somali’deki hareketler ve Etiyopya üzerindeki etkileri
Bir başka gelişmede Mısır, Somali ile bağlarını güçlendirmek için adımlar atarak Etiyopya’ya açık bir siyasi tehdit gönderdi.
Bu adım, özellikle tekrarlanan diplomatik çabaların Mısır lehine somut bir ilerleme sağlayamamasının ardından, Kahire’nin Nahda Barajı konusunda Addis Ababa’ya baskı yapma girişimleri kapsamında atıldı.
Bu hamleler, gecikmiş olsa da ve şu ana kadar sınırlı bir etki yaratmış gibi görünse de, Mısır devletinin Etiyopya’ya karşı, Sisi’nin önceki yıllarda benimsediği yaklaşımdan farklı olarak daha iddialı bir politika izleme arzusunu yansıtıyor.
Bu adımlar aynı zamanda Mısır’ın, Süveyş Kanalı’na ve Babu’l Mendeb Boğazı’ndaki seyrüsefere tehdit oluşturmaması için Etiyopya’nın Kızıldeniz’de deniz kuvvetleri bulundurmasını reddetmesini de vurguluyor.
Beyaz Saray ziyaretinden kaçınmak
Bu bağlamda okunabilecek son önemli göstergelerden biri de, Sisi’nin aldığı davetlere rağmen Beyaz Saray’ı ziyaret etmeyi reddetmesidir.
Bu ziyaretten kaçınmanın, Trump’ın uygulamak istediği Filistinlileri tehcir konusunda, ABD’nin Mısır’a yönelik politikasına karşı devlet kurumlarının pozisyonuna ilişkin iç hesaplamaların bir yansıması olabileceği düşünülüyor.
Ayrıca söz konusu ziyaretin reddedilme nedeninin, belki de Sisi’nin ABD baskısına maruz kalma korkusundan kaynaklanıyor olabileceği de akıllara geliyor.
Mısır’daki kurumlar Trump’ın planına, ülke içerisindeki potansiyelinin olumsuz etkisi nedeniyle sıcak bakmıyor.
Mısır siyasetindeki tüm bu değişiklikler sadece taktiksel hamleler olmayıp, devletin artık rejimin politikalarını, özellikle de ülkenin stratejik çıkarlarıyla çatıştığında, sorgusuz sualsiz benimseyemeyeceği yeni bir durumu yansıtıyor.
Bu değişimler sadece dış politikayla sınırlı kalmadı, ekonomik politikaların başarısızlığa uğraması sonrasında iç siyasete de yansıdı.
Bu bağlamda hükümet, son dönemde Ulusal Parti’ye bağlı iş insanlarına ve Genel İstihbarat Teşkilatı’yla ilişkisi olanlara yönelmeye başladı.
Bu, başbakanın son görüşmesinde de açıkça ortaya çıktığı gibi, ekonomi politikalarında yaşanan başarısızlığın zımnen kabulü ve ekonomik politikaların belirlenmesinde iş insanlarının ortak yönetim biçimi olarak yer aldığı daha açık bir yönetime geçiştir.
Sonuç olarak Mısır devletinin, iç ve dış konuları yönetme biçimini yeniden gözden geçirmeye zorlayan büyük zorluklarla karşı karşıya olduğu açıktır.
Sisi, rejiminin bütünlüğünü korumaya çalışırken, devlet kurumları cumhurbaşkanlığının politikalarını rasyonelleştirmeyi amaçlayan farklı bir yol izliyor gibi görünüyor.
Burada rasyonelleştirmeden kastımız, Mısır’ın Katar ve Türkiye’nin yanı sıra son dönemde Suriye’deki yeni yönetimle ilişkilerinde yaşanan dönüşümlerdir.
Sisi ve rejimi farklı vizyonlara ve zıt politikalara sahip olsa da, her ikisi de, Suudi Arabistan ve Katar arasındaki Körfez uzlaşması ve Körfez ülkeleri ile Türkiye arasındaki yakınlaşmadan sonra meydana gelen bölgesel değişimlere paralel olarak değişime uğradılar.
Mısır’ın bölgesel değişimlerle başa çıkma politikaları, diğer ülkeler Mısır’dan bağımsız olarak statükonun şekillendirilmesinde aktif rol oynarken, statükoya teslim olup ona göre hareket etmek olarak tanımlanabilir.
Bu da Mısır’ın artan meydan okumalar karşısında reaktif ve savunmacı bir tutum sergilemesine neden oldu ve bu durum devlet kurumları tarafından reddedildi.
Diğer yandan bölgesel ve uluslararası baskıların artmaya devam etmesi, rejim ve devlet kurumları arasındaki ilişkinin seyrini olumsuz etkileyebilir ve bu da gelecekteki iç karışıklıklar veya dış tırmanışların habercisi olabilir.