Avrupa’nın Yeni Dengesi, Akdeniz’in Ekonomik Dönüşü

22.09.2025 - 16:13 | Son Güncellenme: 22.09.2025 - 16:16
Avrupa’nın uzun yıllar boyunca en kırılgan halkası olarak görülen güney ülkeleri bugün bambaşka bir tabloyla gündemde. Yunanistan, İtalya, İspanya ve Portekiz bir dönem borç krizleriyle anılıyor, kamu maliyesini kontrol edemeyen, disiplinli kuzeyin desteğine muhtaç ülkeler olarak görülüyordu. Oysa son birkaç yılda roller tersine döndü.
Fransa tarihinin en büyük bütçe krizlerinden biriyle boğuşuyor, IMF kapısına gitme ihtimali dahi konuşuluyor. Hollanda ve İsveç’te resesyon tehlikesi gündemde. Almanya ise 2019’dan bu yana derin bir ekonomik durgunluktan çıkamıyor. Buna karşılık güneyde, uzun süre küçümseyici klişelerle anılan ülkelerden canlı bir toparlanma öyküsü çıkıyor. İspanya son iki yılda Euro Bölgesi ortalamasını beşe katlayan büyüme rakamlarıyla öne çıkıyor, İtalya beklenenden daha disiplinli mali politikalar yürütüyor, Portekiz ise borç krizinin yaralarını sararak yatırım yapılabilir ülke konumuna yükseliyor.
Yani artık Avrupa Birliği için diğer aktörlere karşı işler değişirken, Avrupa Birliği içinde de ayrı ekonomik açıdan ayrı bir dönüşüm yaşanıyor.
Borç sarmalından kemer sıkma yıllarına
Bu dönüşümün arka planında zorlu bir tarih var. Euro’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte güney ülkeleri düşük faizle borçlanma imkânı buldu. Ancak bu fırsat, kısa sürede ağır bir borç yüküne dönüştü. Portekiz’in borç oranı 1999’da milli gelirin yarısı kadarken 2007’de %70’e çıktı. Yunanistan, yıllar boyunca %100 civarında seyreden borcunu azaltmayı başaramadı.
2008 küresel finans krizi ve ardından gelen Euro Bölgesi borç krizi güneyi ağır şekilde vurdu. Kamu harcamaları arttı, bütçeler açık verdi, borç sürdürülemez hale geldi. Kurtarma paketleri devreye girse de kuzeyin şartları ağırdı. Almanya ve diğer kuzey ülkeleri yardımları sert kemer sıkma programlarına bağladı. Bu koşullar kamu hizmetlerinde kesintilere, işsizliğe ve yıllar süren durgunluğa neden oldu.
Gözden Kaçmasın
O yıllarda Avrupa kamuoyunda “güney müsrif, kuzey disiplinli” anlatısı yaygınlaştı. Ancak son yıllarda bu tablonun tersine döndüğünü ima eden göstergelerin arttığı görülüyor.
Beklenmedik toparlanma
Son beş yılda güney ülkeleri, kuzeyi geride bırakacak büyüme performansına imza attı. 2017’den 2023’e kadar Güney Avrupa ekonomileri Almanya’dan yaklaşık %5 daha hızlı büyüdü. IMF verilerine göre bu eğilim bu yıl ve önümüzdeki yıl da devam edecek.
İspanya, Avrupa’nın kalanına göre daha hızlı büyüyen Akdeniz ülkeleri arasında özellikle öne çıkıyor. 2023’te %2,5 büyüyerek Euro Bölgesi ortalamasını beşe katlayan Madrid yönetimi, enflasyonu görece düşük tutulması, büyümeyi destekleyen politikalar ve turizmdeki canlanma sayesinde parlak bir dönemi yaşıyor. 2025 için %2,6 büyüme beklentisi, ülkenin ivmesini koruyacağına işaret ediyor.

Öte yandan komşu Yunanistan 2023’te %2,3 büyürken, bu yıl için de benzer bir rakam öngörüyor. Portekiz ise 2023’te %1,9 ile hükümet hedefini aşmayı başardı. İtalya pandemi sonrası güçlü bir toparlanma yaşadı, 2025’te bir miktar yavaşlama ihtimali olsa da AB fonları sayesinde istikrarını koruması bekleniyor.
Mali disiplin de dikkat çekiyor. İspanya bütçe açığını %3’ün altına indirmeye hazırlanıyor. İtalya açığını neredeyse yarıya düşürdü. Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Portekiz bütçe fazlası veren ülkeler arasına katıldı.
Buna karşılık Birliğin lokomotifi denilen Fransa’nın açığı %5’i aşıyor, Almanya ise önümüzdeki yıllarda toplam 170 milyar avroluk bir açıkla boğuşmak durumunda.
Güneyin avantajları
Güney Avrupa’nın bu kez öne çıkmasının birkaç nedeni var. Öncelikle yıllar süren acı reçetelerin ardından uygulanan reformlar ve sıkı mali politikalar ülkeleri daha temkinli hale getirdi. Krizin ardından yapılan yapısal değişiklikler, özellikle kamu harcamalarının kontrol altına alınmasını sağladı. Bu noktada bir başka Akdeniz ülkesi olan Türkiye için dersler yatıyor.
Bir diğer faktör, Avrupa Birliği’nin pandemi sonrası açıkladığı 800 milyar avroluk kurtarma fonu oldu. Bu kaynağın en büyük yararlanıcıları İtalya ve İspanya’ydı. Fonlar sadece borç yükünü hafifletmekle kalmadı, aynı zamanda yeni yatırımlar ve altyapı projeleriyle ekonomilere kalıcı katkı sağladı. İtalya’da bu fonların 2026’ya kadar GSYH’ye %3,4 katkı yapması bekleniyor.
Ukrayna savaşından bu yana yaşanan enerji krizinde de güney ülkeleri avantajlı konumdaydı. Rus gazına bağımlılıkları düşük olduğu için 2022’deki şok kuzeyde olduğu kadar ağır hissedilmedi. Almanya’nın sanayisi yüksek enerji maliyetlerinden darbe alırken güney ülkeleri bu süreçte daha dayanıklı kaldı.
Turizmin geri dönüşü ise en güçlü kaldıraç oldu. Pandemi sonrası sınırların açılmasıyla turizm gelirleri hızla yükseldi. İspanya 2023’te 126 milyar avroluk rekor turizm geliri elde etti. Bu yılın ilk yarısında gelirler geçen yılın aynı dönemine göre %7,2 arttı. Yunanistan, İtalya ve Portekiz de benzer şekilde turizmden ciddi katkı alıyor.
Kuzeyin zor yılları
Güney toparlanırken kuzeyde tablo farklı. Almanya, “borç freni” kuralını askıya almasına rağmen vergi gelirlerinin düşük kalması nedeniyle büyük bir açıkla karşı karşıya. Fransa yüksek kamu harcamaları ve %110’u aşan borç oranıyla Avrupa’nın en sorunlu ekonomilerinden biri haline geldi. Hollanda ve İsveç’te ise büyüme ivmesinin kaybolması, resesyon riskini gündeme taşıyor.
Tablo yatırımcıların da dikkatinden kaçmıyor. Son dönemde güney ülkelerinin tahvillerine olan güven artarken, İspanya ve İtalya’nın bazı borçlanma maliyetleri artık Fransa’dan bile düşük seviyede.
Kalıcı mı, geçici mi?
Güney Avrupa’nın son dönemdeki ekonomik başarısı, yıllarca “problem çocuk” olarak görülen, tembellik kültürü şeklinde hor görülen ülkelerin artık farklı bir noktaya geldiğini gösteriyor. Mali disiplin, AB fonları, enerji krizinden görece az etkilenme ve turizmin güçlü katkısı sayesinde bölge yeniden canlanmışa benziyor.
Yine de elbette hâlâ çözülmesi gereken sorunlar var. Borç yükü hâlâ yüksek, ücretler kuzey ülkelerinin gerisinde ve üretkenlik farkı kapanmış değil. Ancak bugünkü tablo, Avrupa’nın kuzey-güney dengesinin uzun yıllardır ilk kez güneyin lehine döndüğünü ortaya koyuyor.
Önümüzdeki yıllarda bu ivmenin korunup korunamayacağı hem Brüksel’in desteğine hem de ulusal hükümetlerin büyümeyi destekleyecek adımları kararlılıkla atabilmesine bağlı olacak.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.





