Sayfa yolu
Yeni İsrail ve Yeni Orta Doğu: Uzlaşı Değil, Tahakküm Arayışı


04.07.2025 - 17:13 | Son Güncellenme:04.07.2025 - 17:23
Son İsrail-İran savaşı ve ardından gelen ABD’nin doğrudan müdahalesi, bölgedeki güç dengelerini kökten değiştiren yeni bir dönemin kapılarını araladı.
7 Ekim sonrasında İran’ın Suriye ve Lübnan’daki etkisinin gözle görülür şekilde zayıflaması, özellikle Beşar Esed rejiminin çökmesiyle birlikte, İsrail kendisini artık “küçük bir devlet” değil, bölgesel bir süper güç olarak tanımlamaya başladı. Ve bu yeni rolü, yalnızca söylemde değil, uygulamada da baskın şekilde kendini gösteriyor.
İsrail’in yeni güvenlik doktrini tehdit oluşmadan vur

7 Ekim sonrasında İsrail’in siyasi ve askeri liderliğinde oluşan yeni stratejik algı açık: Tehditlerin oluşmasını beklemek yerine, potansiyel tehditleri önceden ortadan kaldırmak. Bu yaklaşım, İsrail Başbakanlık Ofisi’nin açıklamalarında da açıkça yer aldı. Ancak bu doktrin, yalnızca savunma refleksiyle sınırlı değil; bölgeyi askeri operasyonlara açık bir sahaya dönüştürme niyetini de içinde barındırıyor.
İsrail’in Suriye’deki Suriye’ye ait bazı askeri hedeflere yönelik düzenli saldırıları, bu yaklaşımın somut yansımaları oldu. Hedef alınan bu noktalar çoğunlukla rejim güçlerine ait altyapılar veya mevzilerdir. Bu yeni doktrin, İsrail’e "önleyici saldırı" adı altında bölgesel ya da küresel ölçekte operasyon yapma serbestliği tanıyor ve bu durum, sadece Suriye için değil, Ürdün, Mısır gibi diğer Arap ülkeleri için de ciddi bir tehdit anlamına geliyor.
İsrail’in hedeflediği “Yeni Orta Doğu”, karşılıklı anlaşmalar ya da bölgesel iş birlikleriyle değil, askeri baskı yoluyla şekillenen bir yapı. Bu modelde İsrail, bölge genelinde "Batı Şeria benzeri" bir operasyonel özgürlük alanı oluşturmayı hedefliyor. Başka bir deyişle, her ülkede dilediği zaman, dilediği şekilde askeri operasyon düzenleyebileceği bir sistem kurmak istiyor.
Bu askeri serbestlik, İsrail için bir hak olarak değil, zorla dayatılan bir üstünlük olarak görülüyor. Tel Aviv, bu hareket alanını bölgesel mutabakatlardan değil, sahip olduğu askeri güçten elde etmek istiyor. Bu durum, bölge ülkelerinin egemenliğini doğrudan tehdit eden bir yapı sunuyor.
İsrail’in bu yayılmacı stratejisine karşı duran az sayıda ülkeden biri ise Türkiye. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki Türkiye, İsrail karşıtı söylemi sürdüren ve Filistin davasını açıkça savunan tek ülke konumunda. Bu nedenle İsrail, Türkiye’yi sadece diplomatik değil, stratejik düzeyde de hedef almaya başladı.
İsrail’in yeni stratejisi
Ankara’nın Filistin’e verdiği siyasi destek, Tel Aviv yönetimi tarafından doğrudan bir tehdit olarak algılanıyor. Çünkü bölgede İsrail’i caydırabilecek askeri ve siyasi güce sahip tek ülke Türkiye. Bu gerçeklik, İsrail'in Türkiye'ye yönelik agresif tutumunu da açıklıyor: Sürekli diplomatik saldırılar, medya üzerinden yıpratma kampanyaları ve uluslararası platformlarda Türkiye'yi itibarsızlaştırma çabaları.
İsrail’in yeni stratejisi, müzakereyi değil, dayatmayı esas alıyor. “Yeni Orta Doğu” fikri, Tel Aviv’in mutlak askeri üstünlüğüne dayalı bir tahakküm düzeni kurma arzusunu yansıtıyor. Bu düzende, Arap ülkeleri iş birliği ortağı değil; itaat etmeleri gereken alt aktörler olarak görülüyor.
ABD'nin bu politikalara sağladığı sınırsız destek ise, İsrail’in bölgede pervasızca hareket etmesine olanak tanıyor. Bugün birçok Arap başkenti, ya sessiz kalarak ya da normalleşme süreçleriyle İsrail’in bu yayılmacı stratejisine dolaylı destek veriyor. Dahası, bazı yönetimler direniş güçlerini hedef alarak, Tel Aviv’in lehine pozisyon almayı tercih ediyor.
Bugün karşı karşıya olduğumuz İsrail, artık yalnızca sınır güvenliğiyle ilgilenen bir devlet değil. Kendisini bölgesel bir düzen kurucusu olarak gören, askeri üstünlüğünü siyasi tahakküme dönüştürmek isteyen bir aktör. Bu yeni İsrail, yalnızca İran için değil, Türkiye, Ürdün, Mısır ve diğer tüm bölge ülkeleri için yapısal bir tehdit oluşturuyor.
Bu bağlamda, bölge halkları ve siyasi liderlikler, Tel Aviv’in yeni stratejisini doğru okumalı ve bu tahakküm planına karşı ortak bir duruş geliştirmelidir. Aksi takdirde, İsrail’in şekillendirmek istediği “Yeni Orta Doğu”, sadece haritaların değil, halkların da iradesinin yeniden çizildiği bir coğrafya olacaktır.