Trump Yönetiminde Güvenlik Skandalı: SignalGate ile Sarsılan Beyaz Saray

Araştırmacı Fatih Kocaibiş, Trump yönetiminde, Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz'ın bir gazeteciyi yanlışlıkla gizli Signal grubuna eklemesiyle patlak veren "SignalGate" skandalını ve benzer güvenlik zafiyetlerini Fokus+ için inceledi.
Fatih Kocaibiş
Trump Yönetiminde Güvenlik Skandalı SignalGate ile Sarsılan Beyaz Saray
5 Haziran 2025

Trump yönetimi, bir yandan uluslararası arenada attığı adımların etkileriyle uğraşırken, diğer yandan iç siyasette art arda patlak veren skandallar, görevden almalar ve bunların siyasi yansımalarıyla mücadele ediyor. Son olarak, Başkan’la arasının oldukça yakın olduğu bilinen Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz’un görevden alınması; Pentagon’u emanet ettiği Pete Hegseth ve güvenlik bürokrasisinin diğer kilit isimlerini içine alan bir dizi güvenlik krizinin tetiklediği tartışmalar meydana geldi. Bu gelişmeler, Beyaz Saray’ın senato karşısında ve medyanın sorgulayıcı gözleri önünde giderek artan bir baskıyla karşı karşıya kalmasına neden oldu. 

Trump yönetiminde üst düzey sarsıntı: Beyaz Saray’da yeni atama

Ulusal Güvenlik Danışmanlığı pozisyonu, Amerikan dış politika mimarisinin merkezinde yer alan ve çoğu zaman kamuoyunun göremediği en kritik görevleri üstlenmekte. Bu pozisyondaki isim yalnızca başkana danışmanlık yapmakla kalmaz, aynı zamanda dış politika ve ulusal güvenlik konularında karar alma süreçlerinin omurgasını oluşturmakta. Trump, büyük bir özgüvenle bu göreve getirdiği Mike Waltz’u baskılara daha fazla dayanamayarak görevden aldı; farklı kurumları senkronize eden bu “orkestra şefliği” pozisyonuna ise geçici olarak Marco Rubio’yu atayarak, uzun süredir bekletilen kararı resmi olarak uygulamaya koydu.   

İlk döneminde işten çıkarmalarla hatırlanan ve meşhur “Kovuldun!” repliğiyle anılan Trump’ın, bu pozisyondaki isimleri kolayca gözden çıkarabildiği biliniyor. Nitekim, Pentagon’daki son görev değişikliklerinde olduğu gibi, Ulusal Güvenlik Danışmanlığı makamı da ilk döneminde sıkça el değiştirmişti. Michael Flynn, Rusya ile teması hakkında eksik bilgi verdiği gerekçesiyle yalnızca 24 gün görevde kalabildi. Yerine gelen H. R. McMaster ise, özellikle Trump’ın NATO ve Rusya politikaları konusundaki görüş ayrılıkları nedeniyle kısa sürede gözden düştü. McMaster’ı takip eden ve görevden alınmasının ardından halen Trump karşıtı yorumlarıyla gündemde olan John Bolton ise, İran ve Kuzey Kore gibi konularda kavgalı olduğu Trump’tan çok daha sert bir çizgi benimsediği için görevden uzaklaştırılmıştı.

Waltz’ın görevden alınmasında İsrail ve Amerikan kamuoyunun en çok öne çıkardığı başlıklardan biri, İran konusundaki ton farkı oldu. Özellikle, İsrail Başbakanı Netanyahu ile yürüttüğü temasların ardından Waltz, İran’ın nükleer faaliyetlerine karşı önleyici askeri seçeneklerin masada tutulması gerektiğini savundu. Ancak Trump, bu yaklaşımın İran’la sürdürülen müzakereleri tehlikeye atabileceğini düşünerek daha temkinli bir çizgide kaldı. Bu konudaki ton farkını bir kenara bırakırsak, Waltz’ın görev süresi boyunca hem kabine toplantılarında hem de sosyal medya paylaşımlarında Trump’ı sık sık “Biden’dan sonra nihayet kavuşulan güçlü lider” olarak övgüler dizmesi dikkat çekmişti. Fakat bu yoğun övgülere rağmen, görevden alınmasında belirleyici olan unsur, skandal boyutuna ulaşan ve amatörce yapılan hatalardı.

SignalGate: Sızan içerikler ve ortaya çıkan güvenlik açıkları

“SignalGate” olarak anılan skandal, üst düzey devlet görevlilerinin yer aldığı gizli bir Signal mesajlaşma grubuna, bir gazetecinin yanlışlıkla eklenmesiyle patlak verdi. Waltz tarafından oluşturulan ve koordinasyonu sağlanan bu grupta, Yemen’deki Husi hedeflerine yönelik saldırı planları da dahil olmak üzere hassas bilgiler paylaşılıyordu. Trump’ın seçim vaatlerinden biri olan ve kamuoyunda çoğunluğun desteklediği nadir kararlarından biri olarak görülen Yemen’e yönelik Rough Rider Operasyonu, Waltz’ın bu gruba Trump muhalifi Jeffrey Goldberg’i “yanlışlıkla” eklemesiyle büyük bir darbe aldı. Trump’ın sıkça övündüğü bu operasyon, söz konusu amatör hata nedeniyle hem itibar hem de operasyonel olarak zedelendi. O sırada grupta bulunan The Atlantic’in genel yayın yönetmeni Goldberg için bu gelişme, doğal olarak kariyerinin en büyük haberine dönüşen bir fırsata dönüştü.

(Golderg’in paylaştığı ekran görüntülerinde, kendisi hariç 18 kişilik grubun üyeleri arasında Başkan Yardımcısı JD Vance, Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Savunma Bakanı Pete Hegseth, CIA Direktörü John Ratcliffe ve Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard gibi üst düzey isimler bulunuyordu. Beklenmedik bir şekilde, kendisini başkandan sonra dış politika, istihbarat ve askeri konuların en yetkili isimlerinin bulunduğu bir havuzda bulan Goldberg, ABD’nin saldırı koordinasyonunu ve Trump’ın ekibinin siyasi istişarelerinin de ifşa olmasına vesile oldu.) 

 

(Bu kısımda Trump’ın kararlılık esasıyla başlattığı ve 800’ü aşkın saldırıyı kapsayan saldırı serisinin sadece küçük bir kesiti görülmekte. 15 Mart’ta Yemen’deki Husi hedeflerine yönelik başlatılan hava harekatı, nasıl saat saat planlanan operasyon zinciriyle yürütüldüğünü gösteriyor.)

Bu yazışmalara göre CENTCOM sabah 11:44’te operasyonu onayladı. Ardından 12:15’te ilk F-18 savaş uçakları havalandı. Saat 13:45’te hedef şahsın sahada teyit edilmesiyle birlikte, “trigger-based” yani hedef şahsın önceden tespit edilen konuma girmesi gibi tetikleyici unsura bağlı saldırı planı devreye girdi. Aynı dakikalarda SİHA’lar da (genelde MQ-9 Reaper) kalkış yaptı. 14:15’te bu SİHA’lar hedefe ulaştı ve ilk bombalamalar başladı. Saat 15:36’da ikinci F-18 dalgası havalanırken, aynı anda denizden Tomahawk seyir füzeleri de fırlatıldı. Bu operasyon dizisi, ABD’nin çok katmanlı saldırı kabiliyetinin koordineli biçimde sahaya yansıdığını gösteriyor.

Ek olarak Waltz’un Husi'lerin "füze uzmanı" olarak tanımladığı bir kişinin kız arkadaşının binasına girdiği sırada hedef alındığını ve binanın yıkıldığını bildiriyor. Ayrıca bu operasyon, yalnızca askeri bir plan değil, HUMINT destekli hedeflemenin bir örneği olarak öne çıkıyor.

Operasyonda hedefin sosyal bağları (bu örnekte kız arkadaşı) üzerinden izlenmesi ve konuma giriş anında saldırının gerçekleştirilmesi, düşük profilli temaslar üzerinden yapılan hassas hedefleme uygulamasının klasik bir örneği. Zayıf çevresel halkaların stratejik şekilde kullanılmasıyla uygulanan bu tür nokta atışı operasyonlar (surgical strike), sivil kayıp riskinin en az olduğu müdahale biçimlerinden biri olduğu için olumlu olsa da, aynı hassasiyetin tüm saldırılar için geçerli olmadığını da belirtmek gerekir.

(Operasyon öncesi yapılan koordinasyon yazışmaları, harekatın yalnızca askeri değil, aynı zamanda siyasi ve ekonomik yönleriyle de tartışıldığını gösteriyor. İfşa olan yazışmaların bir bu bölümü, kabine içi siyasi istişarenin kamuoyunca açıkça görülmesini sağlıyor.)

Başkan Yardımcısı JD Vance, müdahalenin aceleye getirildiğinden endişelenerek “Kamuoyu bunun neden yapıldığını anlamıyor”, “Üç hafta beklesek ne kaybederiz?” ve “Yine Avrupa’yı biz mi kurtaracağız?” ifadeleriyle açık bir rahatsızlık dile getiriyor. Vance’in “Avrupa’nın işini bedavaya mı yapıyoruz” endişesi, Mühih’teki tepki çeken konuşmasının geçici bir siyasi gösteri olmadığını teyit eder nitelikte. Buna karşın Waltz, “Avrupa bu savunmayı yapamaz. Bu işi yapabilecek tek ülke biziz” sözleriyle müdahalenin ertelenmesine karşı çıkıyor. Hegseth ise, “Kimse Husi’leri tanımıyor. Bu yüzden anlatımız net olmalı: Biden başarısız oldu, İran finanse ediyor, biz restore ediyoruz” diyerek siyasi çerçeveyi keskinleştirmeye çalışıyor. 

Trump cephesinden yanıt: İnkar, hedef saptırma ve suçlama

Trump yönetiminin bu nadir rastlanan ve amatör bir hatadan kaynaklanan skandala verdiği tepkiler, mantık literatüründe sıkça anılan “ad hominem” (olgunun kendisi yerine bunu ortaya çıkaran kişiye saldırı) ve “red herring” (asıl mesele yerine ikincil detaylara odaklanma) kavramlarının siyasi sahadaki karşılıklarına adeta örnek teşkil eder nitelikteydi. Goldberg, “yanlışlıkla” Signal grubuna eklendikten ve durumu fark ettikten sonra, 24 Mart'ta The Atlantic'te bir makale yayımlayarak olayı kamuoyuna duyurdu. Ancak, başlangıçta paylaştığı ekran görüntülerinde “ulusal güvenliği ilgilendiren hassas bilgiler” olduğu gerekçesiyle birçok detayı gizledi. 

O sırada Amerikan kamuoyunu ele geçiren bu skandalda, ana tartışma konusu yazışmaların içeriğinin “savaş planları” mı yoksa “saldırı planları” olup olmadığıyla ilgiliydi. Askeri bir mesele olmasından dolayı muhabirlerin sorularını ilk göğüsleyen yetkili olan Savunma Bakanı Pete Hegseth, skandalın kendisinden ziyade Goldberg’in şahsına ve kariyerine çeşitli hakaretlerde bulundu. Odak noktasını olayın içeriğinden uzaklaştırarak, The Atlantic'in kıdemli ismi için “çöplük saçan biri” ve “mesleğini yalan üretmeye adamış sahte gazeteci” olarak tanımlayan Hegseth, neredeyse bütün konuşmasını bu hatanın ne kadar “konuşmaya değer olmadığına” ikna etmek üzerine kurguladı. En sonunda muhabirlerin skandalın özüne dönük sorusuna ise “kimse savaş planı mesajlaşmadı” demekle yetindi. 

(Eski bir Yeşil Bereli olan Mike Waltz, dış politikada özellikle Çin’e karşı şahin tutumuyla tanınıyor. Temsilci olarak da görev yapan Waltz, bürokraside hem istihbarat hem de saha operasyonları geçmişine sahip nadir figürlerden biri. Trump’ın “Önce Amerika” doktrinine sadakatiyle öne çıkan eski asker, medya önünde yıpranmasının ardından görevden alınsa da, BM Büyükelçiliği’ne atanarak yönetim içinde tutuldu.)

Trump’ın ekibini zora sokan bu hatanın merkezindeki isim Waltz, ilk açıklamasını Fox News kanalında yaparak olayı “teknik bir hata” olarak tanımladı ve “grubu ben kurdum ve hata yaptık” sözleriyle durumu geçiştirmeye çalıştı. Röportajın bir bölümünde “utanç verici durumun sorumluluğunu kabul ettiğini” söylese de, Waltz tıpkı Hegseth gibi olayın içeriğine değil, onu ifşa eden gazeteci Jeffrey Goldberg’e odaklandı. Goldberg için “gazeteciliğin en dibindeki kişi” ve “sahte, itibarsız bir gazeteci” ifadelerini kullanan Waltz, dikkatleri asıl güvenlik zafiyetinden uzaklaştırarak Husi operasyonunun başarısı, Ukrayna’daki ateşkes ve Trump’ın dış politika “zaferlerine” yönlendirmeyi tercih etti. Sosyal medya paylaşımlarında ise Beyaz Saray’dan gelen açıklamalara paralel biçimde, konuşmanın güvenlik açığından ziyade konuşmanın içeriğinin gizlilik içeren bilgiler değil, “basit ve muğlak bilgiler” olduğunu vurguladı. 

Skandalın büyüyen boyutu: İkinci halka ve yeni riskler

Trump yönetimi, SignalGate skandalını “önemsizleştirerek” savurduğu günlerde yeni bir zafiyet zinciri Alman basını tarafından gündeme taşındı. Der Spiegel tarafından yürütülen dijital iz sürme araştırması Mike Waltz, Pete Hegseth ve Ulusal İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard’ın özel iletişim bilgilerinin ticari veri arama motorları yani halka açık sızıntılar yoluyla kolayca erişilebilir olduğunu ortaya koydu. 

Yapılan analizde, söz konusu yetkililerin aktif cep telefonu numaraları, kişisel e-posta adresleri ve bazı durumlarda kullanılmış şifreleri halen internette dolaşımda. Bu bilgilerle bağlantılı Signal, WhatsApp, LinkedIn, Dropbox ve koşu takip uygulamalarına ait profillerin tespiti, sorunun bireysel dikkatsizlikten çok daha fazlası olduğuna işaret ediyor.

(Sızıntılara bir örnek olarak, Savunma Bakanı Pete Hegseth’in kişisel Gmail adresi, LinkedIn profili üzerinden tespit edildi ve 20’den fazla veri sızıntısında tekrar eden şekilde yer aldı. Adresin hâlâ aktif olduğu ve yakın zamanda kullanıldığı doğrulandı. WhatsApp hesabına bağlı numarasına gönderilen mesajların ulaştığı da Der Spiegel tarafından kayda geçirildi. Ayrıca, bu adresle birlikte kullanılan şifrenin başka platformlarda da tekrarlandığı ve geçmişte sızdırılmış bilgilerle örtüştüğü belirlendi. Bazı kayıtlarda aynı şifrenin Rus uzantılı bir hesapta da yer alması, halihazırda kendisinin ve Trump yönetimini “Kremlin’e yakın olmakla” eleştirdiği bu dönemde olması dikkat çekti.)

Burada özellikle dikkat çeken unsur Waltz ve Gabbard’ın aktif Signal hesaplarının, kamuya açık cep numaralarına bağlı olması olarak değerlendiriliyor. Der Spiegel, bu hesaplara mesaj gönderdiğinde teslim edildiğini doğruladı. Waltz’un WhatsApp profil fotoğrafında Amerikan bayrağı önünde çekilmiş bir kare yer alıyordu ve Alman basının gündeme taşımasının ardından söz konusu hesaplar sessizce kapatıldı. Signalgate’in kahramanı Waltz cephesinden gelen sınırlı açıklamalarda ise bu verilerin "eskiden kaldığı" ve hesapların değiştirildiği savunulsa da, Der Spiegel’in ulaştığı dijital izler bu iddialarla çeliştiği görüldü. 

Yetkililer hedefte: Siber saldırının üçüncü katmanı

Söz konusu bu güvenlik zafiyetlerinin tartışıldığı günlerde, Waltz’un katıldığı kabine toplantısında kameralar açıkken kurcaladığı telefonunun görüntülenmesi, Trump yönetimini zora soktuğu son hatası olarak kayda geçti. Kabine toplantısı sırasında bir Reuters fotoğrafçısının yakaladığı karede, Mike Waltz ve ekibinin, Signal’in İsrail merkezli TeleMessage tarafından geliştirilmiş bir sürümünü kullandığı ortaya çıktı. Bu uygulama, devlet kurumları için mesajlaşmaları arşivleyebilir hale getirmekle birlikte, bu arşivlerin uçtan uca şifreli olmadığı ve sunucu tarafında düz metin olarak erişilebildiği bilinmekte.

(Mike Waltz’un yakalattığı bu karede, tıpkı Signalgate’de olduğu gibi Rubio, Hegseth, Witkoff, Gabbard gibi istihbarat ve savunma alanında devletin en üst düzey isimleriyle mesajları görülmekte. Dolasıyla yeniden kişisel bir güvenlik zafiyetinden ziyade ABD yönetimi doğrudan ilgilendiren bir güvenlik sorunu ile muhatap oldukları anlaşılıyor.)

(Bir hacker’ın Telemessage sisteme sızarak elde ettiği veriler arasında yalnızca sohbet içerikleri değil, devlet yetkililerine ait aktif telefon numaraları, e-posta adresleri ve bazı oturum bilgileri de yer alıyor. Waltz’un doğrudan “mesajlarının ele geçirilmediği” belirtilse de, Gümrük ve Sınır Koruma yetkililerine ait bilgiler sızdırılan ekran görüntülerinde açıkça yer aldı. Bu da sistemin genel güvenlik düzeyini sorgulatacak bir tablo ortaya koydu. Bu durumun haberleştirilerek açığa çıkması, Waltz’un Trump’ı topa tutmak için hazırda bekleyen ana akım medyanın eline yeni bir malzeme vermiş oldu.)

Sızıntının kapsamı: DDoSecrets’ın 410 GB’lık arşivi

ABD merkezli Wikileaks benzeri sızıntı arşivleme platformu DDoSecrets tarafından yayımlanan yeni belgelerde ise, TeleMessage üzerinden sızdırılan verilerin kapsamının daha büyük olduğunu ortaya koyuyor. Sızıntılarda, 60’tan fazla devlet görevlisinin mesaj ve iletişim bilgileri yer alıyor. Listede, bir Beyaz Saray personelinden afet müdahale ekiplerine, diplomatik kadroya ve Gizli Servis’e kadar çok sayıda kurumdan isim bulunuyor. Bazı gruplarda, üst düzey isimlerin yurt dışı temaslarına dair program akışları dikkat çekiyor. Örneğin “POTUS | ROME-VATICAN | PRESS GC” isimli grubun, son zamanlarda Washington’tan art arda üst düzey ziyaretçi kabul eden Vatikan’da planlanan bir organizasyonla ilgili olduğu anlaşılıyor. Başka bir grubun da bir Ürdün ziyaretiyle koordinasyon amaçlı kurulduğu belirtiliyor. 

Sızıntının ardından TeleMessage’ın resmi sitesini dondurması ve indirme bağlantılarını geri çekmesi, sistemin güvenilirliğiyle ilgili soruları daha da ağırlaştırmış durumda. Artık mesele, yalnızca yanlış kişiyi gruba eklemekten ibaret değil. Kullanılan altyapının bile dış müdahalelere açık olması, skandalın dijital ayağında da ne kadar kırılgan bir yapı bulunduğunu açıkça gösteriyor.

Waltz’un düşüşü: Yönetim, güvenlik ve istihbarat

SignalGate skandalı, Trump yönetiminin “önemsiz, gizli bilgi içermeyen küçük bir sızıntı” söylemiyle bastırmaya çalıştığı bir kriz olarak başlamıştı. Ancak bu kriz ve sonrasındaki benzer gelişmeler, Mike Waltz’un görevine mal olurken, sonrasında yaşananlar, Trump yönetiminin kurumsal reflekslerini ve siyasi sadakat önceliklerini açık biçimde ortaya koydu. Trump’ın Waltz’u görevden alırken eşzamanlı olarak Birleşmiş Milletler Daimî Temsilciliği’ne aday göstermesi ve tüm bu sürece ilişkin hâlâ şeffaf, sonuç alınmış bir soruşturmanın yürütülmemiş olması, yönetimin krizleri dışa taşırmadan, içeriden dengeleyerek yönetme eğilimini yansıtan bir tercih olarak öne çıkıyor.

Ek olarak, Yemen operasyonlarına ilişkin hassas içeriklerin eşi, kardeşi ve kişisel çevresiyle paylaşıldığı başka bir Signal grubuna dair basına yansıyan yeni bilgilerle yeniden gündeme gelen Hegseth’in Trump’tan aldığı olağanüstü destek, ona olan yüksek sadakatiyle orantılı biçimde sürüyor. Kabine toplantılarında ve basın açıklamalarında Hegseth’e duyduğu güveni sık sık vurgularken, medyada oluşan eleştirileri “bağlantısız saldırılar” olarak nitelendiriyor. Beyaz Saray ise iddialara somut cevaplar vermek yerine, Hegseth’in “görevini layıkıyla yerine getirdiğini” belirterek basına bilgi sızdıranlara öfke kusmaya devam ediyor. Görevden almak yerine, skandalların merkezindeki isimleri ya sahiplenmek ya da daha az görünür görevlere yönlendirmek, Trump’ın bu tür krizler karşısındaki alışıldık politik refleksinin bir devamı olarak öne çıkıyor. 

Demokratlar ise, bu tutumu “ulusal güvenliği tehlikeye atan atanmışları korumak” olarak değerlendiriyor ve istifa taleplerinde bulunuyor. Bu noktada Trump’ın ilk kampanyasında Hillary Clinton’ı, dışişleri bakanlığı görevindeyken resmî yazışmalarını kişisel e-posta sunucusu üzerinden yürütmesini “utanç verici” olarak tanımlaması da yeniden akıllara geliyor. Zira söz konusu e-posta trafiği, 2016 seçim sürecinde sızdırılmış ve Clinton’a yönelik ciddi güvenlik eleştirilerinin odağı olmuştu. Bugün ise kendi yönetiminde hassas bilgilerin amatörce hatalar yüzünden kişisel cihazlardan sızdırılmasına dair sessiz kalması, yalnızca kurumsal değil, aynı zamanda kişisel bir tutarlılık sınavı olarak değerlendirilebilir. 

Waltz’un kullandığı mesajlaşma altyapısı ve ardından gelen Der Spiegel sızıntıları, yalnızca bireysel bir hata değil, açık bir karşı istihbarat zaafı olarak değerlendirilmelidir. Sızan veri paketlerinde içerik sınırlı olsa da, aktif telefon numaraları, e-posta adresleri, uygulama eşleşmeleri ve grup yapıları üzerinden iletişim trafiği rahatlıkla izlenebilir durumda. Meta veriler; kim, kiminle, ne zaman ve ne sıklıkla konuşuyor sorularını yanıtlamak için yeterlidir. Bu tür trafik analizi, istihbarat servisleri için içerikten daha kıymetlidir.

Çünkü asıl hedef, kişilerin ilişki ağlarını, karar süreçlerini ve güvenlik zincirindeki zayıf halkaları ortaya çıkarmaktır. Kişisel cihazlardan yürütülen resmî yazışmalar, düşman unsurlar için sadece anlık değil, uzun vadeli izleme ve hedefleme kapasitesi sunar. Ancak şu an için hangi devletlerin bu verileri ne ölçüde ele geçirdiği ya da analiz ettiği bilinmiyor. Dolayısıyla hasarın boyutu hala belirsiz olarak kabul edilebilir. Bu tabloyu netleştirecek olan ise ileride yürütülecek iç soruşturmalar ve olası medya sızıntıları olacaktır.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.