Rusya-Ukrayna Savaşı'nda Ateşkes Labirenti: Barış mı, Teslimiyet mi?

Araştırmacı Fatih Kocaibiş, Rusya-Ukrayna Savaşı'ndaki ateşkes görüşmelerini, Trump'ın barış çabaları ve diplomatik süreçteki zorluklar üzerinden tarafların stratejik çıkarlarını ve diplomatik kırılganlıkları Fokus+ için inceledi.
Fatih Kocaibiş
Rusya-Ukrayna Savaşı'nda Ateşkes Labirenti Barış Mı, Teslimiyet Mi
27 Mart 2025

Münih Güvenlik Konferansı’nda Avrupa bürokrasisine karşı sert bir tutum sergileyen ve bu durum nedeniyle eleştirilen Trump yönetimi, ateşkes görüşmelerini kendi inisiyatifiyle yürütüyor. Kampanya döneminde “Bu savaşı 24 saatte bitirebilirim,” diyerek savaşı sonlandırma konusundaki kararlılığını sık sık vurgulayan Trump, yürüttüğü süreçte Putin ile ilk döneminden bu yana övgüyle bahsettiği ikili ilişkilerine güveniyor. Riyad’da üst düzey Rus ve Amerikan diplomatlarının imzaladığı prensip anlaşmaları, Biden döneminde özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası ağır darbe alan ilişkilere olumlu bir ivme kazandırmayı hedefliyordu. Bu ivmenin yanı sıra, Trump’ın “savaşı bitirecek başkan” iddiasıyla tek taraflı başlattığı “barış modeli”, diplomatik açıdan kamuoyu önünde ilk kez filizlenmeye başlamıştı.  

Trump, seçim zaferinin ardından Mar-a-Lago'daki açıklamalarında, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin gerekçelerini "anladığını" ifade ederek dikkatleri üzerine çekti. Bu sözleri, Rusya'nın askeri müdahalesini "normalleştirmekle" suçlanmasına yol açtı. Başkanlık koltuğuna oturduktan sonra, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski ve Ukraynalı siyasetçilere yönelik baskıları, Trump'ın Rusya'nın Ukrayna politikasına bağlı kaldığı izlenimini daha da güçlendirdi. Bu tutum, ABD'nin savaşın sorumlusu olarak Rusya'yı gören geleneksel politikasıyla doğrudan çelişirken, ABD’nin maddi ve askeri yardımlarıyla savaşma kabiliyetini büyük ölçüde koruyan Kiev ile Washington arasındaki güvensizliği daha da derinleştiriyor.  

Şubat ayı boyunca Trump, önceki yönetimlerin aksine, Ukrayna'nın egemenlik haklarını ve toprak bütünlüğünü korumak yerine, uluslararası ilişkilere bir tüccar gözüyle yaklaştı. Yardım paralarını, Ukrayna'nın değerli maden kaynakları üzerinde hak iddia etmek için bir koz olarak gördü. Trump, Ukrayna'nın değerli madenlerinin %50'sine ortak olmayı öngören ve genel olarak Washington'un lehine olan bu anlaşmayı Zelenski'ye imzalatmaya çalıştı. Ancak, herhangi bir güvenlik garantisi içermeyen bu teklif, Zelenski tarafından ilk etapta reddedildi.  

Bu süreçte, bir yandan Rusya'nın drone, balistik ve seyir füzeleriyle saldırı altında olan Kiev, diğer yandan da yeni ABD yönetiminin zorbalayıcı diplomasisiyle mücadele etmek zorunda kaldı. Trump'ın kameralar önünde ve sosyal medyada Zelenski'yi "diktatör" olarak tanımlaması, ardından bir basın toplantısında "Diktatör mü? Bunu dediğime inanmıyorum" şeklinde çelişkili açıklamalar yapması, dengesiz bir tutum sergilediğini gösterdi. Bu durum, yorgun düşen Ukrayna liderinin çözüm arayışını daha da zorlaştıran bir faktör haline geldi.    

 28 Şubat'ta, değerli madenler antlaşması konusunda mutabakata varma umuduyla isteksiz ve rahatsız bir şekilde Washington'a giden Zelenski, siyasi tarihte uzun yıllar unutulmayacak bir sahnenin parçası oldu. Kameralar önünde maruz kaldığı zorbalık, Kremlin tarafından memnuniyetle karşılanırken, Avrupa'nın Ukrayna'ya olan desteğini daha da güçlendirdi. Özellikle İngiltere ve Fransa başta olmak üzere, henüz Münih Konferansı'nın yarattığı travmayı atlatmaya çalışan Avrupa, bu olayın ardından Ukrayna'ya daha da yakınlaştı. Bu durum, Zelenski'nin uluslararası arenada maruz kaldığı zorlukların, Avrupa'nın Ukrayna'ya olan bağlılığını pekiştiren bir etki yarattığını gösterdi.  

Washington fiyaskosu sonrası uzlaşma arayışı devam etti  

28 Şubat'taki ziyarette, Trump ve yardımcısı Vance, Zelenski'yi vefasızlıkla suçlayarak, "Oynayacak kartının ve hamlesinin olmadığını" kamuoyu önünde ısrarla belirtti. Biden yönetimi, gönüllü olarak sağladığı maddi ve askeri yardımlardan bir şekilde Zelenski'yi sorumlu tutan Trump ve Vance, bir kez daha ABD'nin Ukrayna'ya yönelik desteğini bir yardım olmaktan çıkarıp, koşullu bir yükümlülük haline getirdiğini gösterdi. Bu durum, siyasi zorbalığın yanı sıra, Trump yönetiminin iddia ettiği "tarafsız, dengeleyici ve barışı getirecek otorite" rolünü tekrar sorgulanır hale getirdi. Ukrayna liderinin özgüvenini kırarken, ciddi kayıplar vermesine ve üçüncü taraflardan yardım almasına rağmen halihazırda sahada ilerleme gösteren Rusya’nın özgüvenini tazelemiş, elini güçlendirmiştir.   

Yaşanan sözlü kavga sonrası Beyaz Saray'dan adeta kovulan ve Trump destekçileri tarafından büyük bir coşkuyla karşılanan bu olay, Ukrayna tarafında ciddi bir endişe dalgasına neden oldu. Kiev'de bürokratlar ve milletvekilleri arasında kısa süreli bir öfke ve umutsuzluk havası hakim olsa da, Zelenski, Beyaz Saray'dan ayrıldıktan hemen sonra Fox News'e verdiği röportaj ve sosyal medya paylaşımlarında duygusal tepkilerden kaçınarak, yeniden işbirliği ve diyalog kanallarını açık tuttu. Bu tutumuyla, pragmatik ve stratejik bir duruş sergileyen Zelenski, zorlu koşullara rağmen diplomatik çözüm arayışını sürdürdü ve masada kalan değerli madenler antlaşmasına rağmen itidalli bir pozisyonda kaldı.   

Cezalandırmalara rağmen diplomatik kanallar açık kaldı  

Beyaz Saray'daki fiyaskonun ardından Trump, Zelenski'yi "barış için çabalamayan" bir lider olarak tanımlamış ve mevcut şartlar altında "iş yapmanın" zor olacağını belirtmişti. Ancak Trump'ın tepkisi sadece siyasi baskıyla sınırlı kalmadı; kısa bir süre sonra, Ukrayna'ya Polonya üzerinden giden rutin ABD askeri yardımlarını ve özellikle Biden yönetimi döneminde yoğunlaşan ve kurumsallaşan istihbarat iş birliğini askıya aldı. Bu adım, Trump'ın tepkisini sadece sözlerle değil, somut eylemlerle de sahaya yansıttığını gösterdi.  

Zelenski ise Washington ziyaretinin hemen ardından, hiç olmadığı kadar sıcak bir şekilde karşılandığı Türkiye’nin de yer aldığı Londra'daki Avrupa zirvesinde, yakın komşularının desteğini sağlamlaştırmayı başardı. Ancak tüm bu gelişmelere rağmen, Zelenski, ABD ile olan ortaklığın stratejik önemini unutmadı ve bu iş birliğini sürdürme çabalarını devam ettirdi. Bu süreçte, başkan seviyesindeki doğrudan temaslar yerine, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz ve Ukrayna özel temsilcisi Keith Kellogg gibi üst düzey yetkililerin öncülüğünde, kurumsal bazda görüşmeler yürütüldü. Bu diplomatik temaslar, iki lider arasındaki gerginliğin gölgesinde devam etse de, taraflar arasında iletişim kanallarının tamamen kopmasını engelledi.   

Trump, Zelenski’ye uyguladığı baskıyı Putin’e uygulamıyor  

Başkanlık yarışlarındaki eski Demokrat rakipleri Hillary Clinton ve Joe Biden, kampanya dönemlerinde ve başkanlık tartışmalarında Amerikan halkına, Trump'ın Putin'e yumuşak davranacağını ve müttefik ülkelerle yürütülen sabit politikalara ciddi zararlar vereceğini sık sık vurguladılar. Demokratlar, son bir aylık süreçte hem Putin'i hem de Zelenski'yi ateşkes ve barış masasına oturtmaya çalışan Trump'ı, "Rusya'nın kuklası" gibi hareket etmekle suçluyor.  

Bu eleştirilerin temelinde, 28 Şubat'taki sözlü kavganın yanı sıra, Trump'ın Ukrayna'nın NATO üyeliği isteğini kesin bir dille veto etmesi, Rusya’nın tezlerini destekleyici söylemlerde bulunması, bunu yaparken Kiev'e somut güvenlik garantileri sunmaması ve henüz bu konuda elle tutulur bir plan açıklamaması yer alıyor. Ayrıca, Münih Konferansı'nda Savunma Bakanı Hegseth'in, daha pazarlık masasına oturulmadan, "Ukrayna'nın 2014 sınırları öncesine dönmesinin gerçekçi olmadığını" belirtmesi ve yönetimin Ukrayna'nın toprak kaybı konusunda tavizkar olmasına yönelik diretmesi, bu eleştirileri daha da güçlendiriyor.  

Başkan Trump'ın Ukrayna'dan ağır tavizler isterken Rusya'nın ödün verme yükümlülüğünü görmezden gelmesi, asimetrik taviz beklentisini açıkça ortaya koyuyor. Bu tek yönlü yaklaşım, Moskova'nın diplomasi masasına üsttenci bir tavırla oturmasına zemin hazırlıyor ve barış sürecini tıkayan temel sorunlardan biri olarak öne çıkıyor. Birleşmiş Milletler'de Ukrayna'nın işgal yıldönümü oylamalarında Rusya'yla aynı safta yer alarak şaşkınlık yarattı. Barış ortamının tesis edilmeye çalışıldığı bugünlerde Putin'in aralıksız füze saldırılarına "Ne yaptı?" diyerek kayıtsız kalırken, Ukrayna'ya yönelik tehditleriyle çifte standart sergiledi. Rusya’nın olası bir ateşkesi ihlal etmesi durumunda ne yapacağı sorusuna ise "Her şey olabilir, şu an bile kafanıza bomba düşebilir" açıklamasıyla, Rus mevkidaşına gösterdiği toleransı Zelenski'den esirgediğini bir kez daha kanıtladı.    

Dolayısıyla Trump, Ukrayna için yürüttüğü barış görüşmelerini, yalnızca bölgesel bir çatışmayı çözmekten öte, ABD-Rusya ilişkilerini yeniden inşa etmek ve buradan hem ticari hem de siyasi kazanımlar elde etmek için bir fırsat olarak görüyor. Bu nedenle, Ukrayna savaşını pragmatik bir şekilde yorumlayarak, "kurtulması gereken baş ağrısı bir sorun" olarak değerlendiriyor. Bu yaklaşım, Trump'ın dış politikasının temelinde yatan realpolitik anlayışını yansıtırken, Ukrayna'nın egemenliği ve güvenliği konusundaki kayıtsız pozisyonu endişeleri de artırıyor.   

Kremlin’in ateşkes fikrine yaklaşımı değişmedi   

Rusya'nın üçüncü yılını dolduran kapsamlı işgali kara, deniz ve hava kuvvetlerinin aralıksız taarruzlarıyla birlikte kompleks bir savaş bölgesi yarattı. Diğer savaşlarda olduğu gibi, bu çatışmada da zayiat sayısını tam olarak doğrulamak zor olsa da, iki taraftan toplam bir milyonu aşan ölü ve yaralı sayısına ulaşıldığı tahmin ediliyor. NATO, AB ve Biden yönetiminin Ukrayna ordusunun savunma kabiliyetine yaptığı aralıksız katkı çabaları, ikinci Trump döneminde yerini ateşkes ve kalıcı barış cabalarına bıraktığı görülüyor. Trump yönetimi, Kiev ve Moskova arasındaki karşılıklı yüksek güvensizliği dikkate alarak, öncelikle kısa süreli bir ateşkesin gerçekleşmesini ve bu süreçte oluşturulacak güven ortamını, kalıcı barış masasına oturmadan önceki bir ön basamak olarak addediyor.  

İşgale uğrayan ve zor koşullarda uzun süreli bir savunma eforu gösteren Ukrayna için ateşkes fikri kabul edilebilir olsa bile Zelenski, Putin’e karşı olan güvensizliğini her fırsatta zikrediyor. Kremlin’den gelen benzer mesajlar göze alındığında, kalıcı bir barış antlaşmasının sağlanmasının oldukça karmaşık ve zor gerçekleşeceği bütün tarafların idrak ettiği bir gerçek. Bu zorluğun, aynı seviyede olmasa bile iki tarafın resmi olarak kabul edeceği bir ateşkesin sağlanmasında da hissedileceği yeni bir gerçeklik değil.  

Rusya, barış ve ateşkes ile ilgili ağır şartlarından vazgeçmiyor  

Rusya, Biden döneminden beri ateşkes çabalarına karşı sahadaki askeri ağırlığı ile doğru orantıda Ukrayna üzerindeki stratejik hedeflerini dikte etmekte. 2022’den beri sürdürdüğü işgalden vazgeçmek ve “barış” tahsisini, tavizsiz olarak belirlediği hedeflerin başarısına bağlamakta. Silahlı kuvvetler ile bu tutumunu güç kullanarak garantiye almaya çalışan Moskova, diplomasi marifetiyle ise barışın tahsis edilmesinin “mevcut durumun temel nedenlerinin ortadan kaldırılmasına dayalı” olduğunu savunuyor.  

Benzer şekilde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, geçtiğimiz yıl Ukrayna'ya yönelik barış şartlarını açıklarken, Ukrayna'nın tarafsız, ittifaksız, nükleersiz, askerden arındırılmış ve “denazifiye” edilmiş bir statüye kavuşması gerektiğini vurguladı. Ayrıca, başta destekledikleri ayrılıkçı militanların kontrolündeki ve daha sonra işgal edilen Sivastopol, Donetsk, Lugansk, Herson ve Zaporijya bölgelerinin Rusya'ya bağlanması ve uluslararası düzeyde tanınması gerektiğini belirtti. Ek olarak Kiev yönetiminden Avrupa ve NATO ilişkilerini sınırlandırmasını isteyen Putin, siyasi izolasyon ve ablukayı “barış” şartları arasına koyuyor.  

Ukrayna, devam eden işgale rağmen Rusya'nın dayattığı şartları kabul etmeyi reddediyor ve mümkün olduğunca az taviz verme stratejisini kararlılıkla sürdürüyor. Zelenski, ABD Başkanı Biden'ın desteğiyle sağlanan uzun menzilli füzeler ve bu füzelerin kullanım kısıtlamalarının kaldırılması sayesinde, özellikle ABD yönetiminin geçiş sürecinde saldırılarını yoğunlaştırdı. Ancak, bu hamleler henüz diplomasi masasında belirleyici bir etki yaratacak düzeye ulaşabilmiş değil. Buna rağmen Rus füze saldırılarına karşılık olarak Ukrayna, Rusya'nın enerji tesislerine, kritik altyapılarına ve askeri hedeflerine yönelik bin kilometreyi aşan drone saldırılarını, füze saldırılarıyla destekleyerek baskısını artırıyor.  

Yaz aylarında, olası bir barış antlaşmasında elini güçlendirme amacıyla Kursk saldırısını başlatan Zelenski, ilk kez kara birliklerini Rus topraklarına sokarak ciddi bir askeri risk aldı. Ancak, Ukrayna ordusu son bir ayda Kursk'ta askeri üniformayla denetleme yapan Putin'in verdiği mesajı sahada fazlasıyla hissediyor. Rusya'nın karşı saldırıları karşısında ciddi bir erime yaşayan Ukrayna, bu bölgede zorlu bir sınav veriyor.  

Putin, Trump’ın karşılıksız adımlarına rağmen taviz vermiyor  

Trump’ın Rusya’yla uyumlu politikası, Zelenski’nin savaşı uzatarak Rusya’yı mümkün olduğunca püskürtme umudunu yerle bir etmiş durumda. Yeni Trump döneminde artık ABD’den istikrarlı destek yerine kapsamlı bir baskı gören Zelenski, 11 Mart’ta olumlu geçen Cidde görüşmelerinin ardından askeri ve istihbarat desteğinin kesilmesiyle ilgili cezanın kaldırıldığı haberleri gelse de, mevcut ateşkes görüşmelerinde oyunbozan konumunda olamayacağının bilincinde görülüyor.  

Bu sebeple, kara kuvvetlerini kapsayacak genişlikte olmasa da, hava ve füze saldırılarının 30 gün durdurulmasını ve enerji ile sivil altyapıların karşılıklı olarak hedef alınmamasını amaçlayan ateşkes fikri, Kiev tarafından buruk bir şekilde onaylandı. Enerji tesislerine yönelik saldırıların durdurulması konusunda taraflar 18 Mart'tan itibaren geçerli olmak üzere anlaşmaya vardı. Ancak bu ateşkesin daha ilk saatlerinde Harkov’a düşen füzeler ve Trump'ın "üçüncü taraf denetçiler şart" açıklaması, anlaşmanın ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koydu. Rusya ihlalleri reddederken Ukrayna tarafı bu saldırıları "kasıtlı sabotaj" olarak nitelendirdi.  

Moskova’daki bürokratlar, böyle bir ateşkesin kendi barış şartlarını garanti etmemesi nedeniyle ABD ve Ukrayna’yı oyalama stratejisi izliyor. Putin, Trump ile yaptığı telefon görüşmelerinde ateşkes fikrine kapıyı tamamen kapatmadığını belirtse de, Kursk karşı atağındaki başarısı ve ABD’nin ateşkese hızla onay vermesi için bir süre tanımamasından faydalanıyordu. Olası bir ateşkesin kendilerine bir getirisi olmayacağını belirten Rusya, ateşkes sırasında Ukrayna ordusunun toparlanma fırsatı bulmaması için Amerikalı mevkidaşlarına belirli şartlar sunarak süreci zorlaştırıyor. Ateşkes için acelesi olmayan Putin, bu süreçte Trump’ın sunduğu rahatlık ikliminden yararlanarak füze saldırılarına devam ediyor.  

Suudi Arabistan’daki yeni görüşmeler ve son durum  

Cidde’nin ardından Riyad’da da ABD’nin aracılık yaptığı görüşmelerde, hala tam olarak “başarılı ve net” olarak tanımlanabilecek bir sonuç ortaya çıkmadı. Ateşkes antlaşmaları, tarafların birbirine zıt yorumları nedeniyle belirsizliğini koruyor. Enerji altyapısına yönelik 30 günlük ateşkes ve Karadeniz'deki askeri operasyonların sınırlandırılması gibi teorik uzlaşılara rağmen, pratikte durum oldukça farklı işliyor. Kremlin'in Rosselkhozbank dahil tarım sektöründeki Rus finans kuruluşlarına uygulanan yaptırımların kaldırılmasını şart koşması, Karadeniz ateşkesinin uygulanabilirliğini baştan sorgulatıyor. Ukrayna Savunma Bakanı Umerov'un Rus askeri gemilerinin hareketlerini "ulusal güvenlik tehdidi" olarak nitelendirmesi ise anlaşmanın ne kadar kırılgan temeller üzerine inşa edildiğini gözler önüne seriyor.  

Putin'in cephe hattında geniş kapsamlı bir ateşkesi reddetmesi, Rusya'nın diplomatik süreci kasıtlı olarak uzatırken askeri avantajlarını koruma stratejisini yansıtıyor. Bu gelişmeleri ABD kamuoyuna oldukça pozitif bir şekilde lanse eden Trump yönetiminin barış çabaları, bir yandan Rusya'nın yaptırım baskısı diğer yandan Ukrayna'nın güvenlik endişeleri arasında sıkışmış durumda. Zelenskiy'nin "ateşkes yürürlükte" açıklamasıyla Rusya'nın "yaptırımlar kalkmadan olmaz" tutumu arasındaki uçurum, diplomasinin ulaştığı noktanın ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koyuyor. Enerji ateşkesinin ilk saatlerinde düşen füzeler ve Karadeniz'deki askeri hareketliliğin devam etmesi, tüm bu anlaşmaların kağıt üzerinde kalmaya mahkum olduğuna dair ciddi şüpheler uyandırıyor.  

Tarafların iç siyaset kaygılarıyla şekillenen bu süreç, gerçek bir barış umudundan çok, stratejik bir mola niteliği taşıyor. Diplomatik süreç devam etse de, tarafların birbirine taban tabana zıt beklentileri ve yorumları, gerçek bir barış uzlaşması bir yana kısa süreli ateşkeslerin dahi kırılgan olacağını gösteriyor. İlerleyen süreçte karşılıklı ateşkes ihlalleri, karşılıklı suçlamalar ve Trump yönetiminin bu ihlalleri ne kadar objektif bir biçimde değerlendirdiğine dair tartışmaların nüksedeceğini söylemek yüksek bir olasılık olarak karışımıza çıkıyor.   

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.