İsrail Sadece Katar’ı Değil, Çöl Kumları Üzerine İnşa Edilen Bir Rüyayı Hedef Aldı

Araştırmacı Mazlum Çelik, Körfez siyasetine yeni bir yön veren Katar’ın hikayesini ve İsrail’in bu yükselişe yönelik saldırısını Fokus+ için kaleme aldı.
Mehmed Mazlum Çelik
%C4%B0srail-Sadece-Katar%E2%80%99%C4%B1-De%C4%9Fil%2C-%C3%87%C3%B6l-Kumlar%C4%B1-%C3%9Czerine-%C4%B0n%C5%9Fa-Edilen-Bir-R%C3%BCyay%C4%B1-Hedef-Ald%C4%B1.jpg

10.09.2025 - 11:58  |  Son Güncellenme: 10.09.2025 - 12:03

Kral Faysal, sarayında Arap diplomatlara bir davet vermiş ve yeğeni de bu yemekli organizasyona katılmıştı.  

Yeğeni Musad, amcasına yaklaştı ve karşısına geçti.  

Kral Faysal, Arap adetlerince başını öpmesi için yeğenine doğru eğildi. Katil ise bu fırsattan istifade amcasının başına iki el ateş etti. Kral Faysal kulağı ve çenesinden ağır bir biçimde yaralandı. Korumalar katili hemen yakalasa da kralın durumu son derece ağırdı. Hastaneye kaldırıldığında son sözleri yeğenine kısas uygulanmamasıydı. Lakin halk öylesine öfkeliydi ki kralın bu vasiyeti görmezden gelinecek ve katil Musad öldürülecekti.

Aslında yalnızca Kral Faysal ortadan kaldırılmamıştı. Tüm körfez siyaseti bu kanlı kurşunla bastırılmıştı.

Suudi Arabistan ve diğer hanedan ülkeleri bir daha ne Kudüs meselesini ne de İsrail karşıtlığını bir daha gür bir sada ile dile getiremedi.

Arap sermayesi sonraki yıllarda adeta politikadan arındırıldı. Bilhassa uluslararası siyasette yalnızca İran karşıtlığı üzerine refleksif bir öfke vardı ve popülizmin ötesine geçmesine izin verilmedi.

Ta ki haritada yerini bile göstermekte zorlandığımız küçücük bir ülke tüm dengeleri sarsmaya başlayıncaya kadar.  

Dengeleri sarsan bir diplomasi ülkesi: Katar  

Tüm dünya Katar’ı 2022 Dünya Kupası maçı ile tanıdı.

Üstelik bu organizasyonda Suudi Arabistan’ın başlattığı tuhaf modernizasyonun aksine kendi değerlerinden taviz vermeyen duruşu ile takdirleri toplamayı başardı.

Arap Baharı sonrası Müslüman dünyada nerede bir siyasi ve insani kriz varsa orada Katar bulunuyordu.

Lübnan’da Hizbullah ile dengeler ve müzakereler Katar üzerinden sağlanıyordu.

Mısır’da İhvan-ı Müslimin üyelerine insani anlamda sahip çıkmaya cesaret edebilen nadir ülkelerin başında Katar geliyordu.

Yemen’de insani krizin çözümünde Katar masadaydı.

Suriye’de muhaliflerin kendilerini anlatabildikleri kapı Katar’dan dünyaya açılıyordu.

Libya’da taraflar Katar üzerinden diyalog kurabiliyordu.

Gazze’de Hamas haklı mücadelesinde Katar üzerinden dünyaya seslenebiliyordu.

Üstelik Katar, bu sayısız süreci yalnızca diplomasi ile sınırlamıyordu. Silah, mali yardım ve sığınma hakkı gibi pek çok hususta inisiyatif almaktan çekinmiyordu.

Afganistan’da Taliban zafer kazandığında ilk uluslararası ofisini Doha’da açıyordu.

Dünyanın birçok yerinden binlerce öğrenci Katar’ın sağladığı burslarla eğitimlerini tamamlarken Al Jazeera medya alanında tüm kuralları baştan yazıyordu.

Öyle ki Mısır’ın devrik diktatörlerinden Hüsnü Mübarek bir Katar ziyaretinde Al Jazeera’yi ziyaret etmiş ve “Onca gürültü bu kibrit kutusundan mı çıkıyor!” sözlerini sarf etmişti.

Yine Katar, tüm Sünni dünyanın öcü ilan ettiği İran ile güçlü diplomatik ilişkiler kuruyordu.

Ve elbette son yıllarda özellikle askeri anlamda günden güne büyük bir süper güce dönüşen ve İsrail başta olmak üzere bazı odakların büyük rahatsızlık duyduğu Türkiye’nin en büyük diplomatik müttefiki Katar oluyordu.

Bu denli kusursuz gücü tahkim eden Katar’ın sıra dışı hikayesine buyurun yakından bakalım.

Ufacık bir kara

Katar’ın coğrafi büyüklüğü Bursa ilimiz kadardır.

Buna rağmen iklim koşulları, ülkenin birçok bölümünü yaşanmaz çöllerden müteşekkil kılmaktadır.

Tarım olmadığı gibi su kaynağı da hemen hemen hiç yoktur.

Bu coğrafi imkansızlıklar, bölgenin güçlü bir tarihi geçmişten yoksun kalmasına neden olmuştur.  

Bölgenin sahip olduğu tek stratejik önem İngiliz donanmalarını tehdit edecek limanlardı. Bu yüzden bölge, Osmanlı ve İngiltere arasında sık sık el değiştirirdi.

Muhammed bin Sani nihayet 1868 yılında Bahreyn’e karşı burada bir emirlik tahsis etmeyi başarsa da bölge hala dünyanın dikkatini çekecek bir konumda bulunmuyordu.

Emirlik kurulduktan sadece 3 sene sonra Osmanlı bölgeyi tekrar topraklarına katarak kontrolü dışındaki siyasi hareketlere müsaade etmedi. Katar bir kaymakamlığa dönüştürülerek Osmanlı tarafından Casim bin Muhammed bölgede sorumlu kişi ilan edildi.

1915 senesinde son Osmanlı askeri Katar’dan çekildiğinde bölgedeki Türk hakimiyeti tamamen ortadan kalkmış oldu. Aslında Osmanlı bölgede bulunduğu yıllarda Suudlara karşı Sani ailesine müspet bakmış ve himaye etmişti. Bu hamiliği sonrasında İngilizler devralmış ve bölgedeki statünün korunmasını sağlamışlardı.

Cihan harpleri Katar için açlık ve yokluk demekti. İnci ticareti ve balıkçılık dışında bölgede hayatta kalmayı sağlayacak hiçbir şey yoktu.  

Ancak 1940 yılında çıkartılmaya başlanan Katar petrolünden de 1995’e kadar Katarlılara pek bir şey düştüğü söylenemezdi. Dünyanın her yerinden kendi rejimlerine muhalif olan Müslümanların bir çeşit sürgün beldesi kabul edilen Katar’a gelmesi ülkenin dinamiklerinde müspet anlamda değişimlere neden oldu.  

İngiltere’nin bölgeden çekilmeye başlamasıyla Katar 3 Eylül 1971’de bağımsız olmuştu; ama dünyada taşlar henüz yerine oturmuş değildi.

Bir gün Saddam, başka bir gün ise İran rejimi bu küçük ülkenin varlığı için tehditti. Katar da diğer körfez ülkeleri gibi güvenliğinin tesisi için ABD’ye büyük haraçlar ödemek zorunda kalıyor ve bir türlü gelişemiyordu.

Ayrıca başta Suudi Arabistan olmak üzere komşu ülkeler sürekli sınırlarını ihlal etmeye hatta mümkünse diplomatik yollarla Katar’ı ilhak etmeye çalışıyordu.

Ülkenin çehresini değiştiren adam: Hamad bin Halifa el Sani

Hamad bin Halifa el Sani

Hamad bin Halifa el Sani iktidarı ele geçirdiğinde bambaşka bir yönetim modeli uygulamaya başladı.  

Her şeyden önce diğer Arap liderlerden farklı olarak gençti. Ülkesini Avrupa başkentlerinden yönetmeye karşıydı.

Sansür, baskı gibi mekanizmaları kaldırdı.

Onun sıra dışı yönetimi komşu ülkeleri rahatsız etti; ama el Sani yenilikçiliğinden vazgeçmedi. Öyle ki yalnızca Al Jazeera’den dolayı sayısız Arap ülkesi Katar elçiliklerini kapatırken yabancı misyonları ülkesinden kovmaya başlamıştı.

Katar bir yandan dünyayı örümcek ağı gibi saracak havayolu şirketleri kurarken öbür yandan global şirketleri bir bir satın almaya başlıyordu.  

Birçok Arap ülkesi petrol parasını müsrifçe yanlış yatırımlarda heba ederken Katar; Londra’dan New York’a Yahudi lobileri ile kaşık atacak diplomasi yatırımları yapıyordu.

Hamad bin Halifa el Sani, hiçbir Arap liderin hayalini kuramayacağı soft power’ı (yumuşak güç) elinde tutuyor; medyadan ekonomiye, diplomasiden sanata varıncaya kadar bir Katar rüyası inşa ediyordu. Dünyanın her yerinden siyasiler, entelektüeller, gazeteciler ve sanatçılar bu rüyanın bir sahnesinde yer kapabilmek adına adeta birbiriyle yarışmaya başlamıştı.

Tüm hasletleri hayata geçerken diğer birçok prensliklerin aksine vicdan ve hasbi tutum Katarlıları İslam dünyasında ayrıcalıklı bir konuma getiriyordu. Bu küçücük ülke bir anne merhametiyle incinmiş her mazluma el uzatması ve kapı açması nedeniyle günden güne dostluğunu artıran bir mevki ve menzile ulaşmıştı.  

Hikayenin devamını ve Katar’ın bugünkü konumu malum, uzatmayalım.

İsrail, bugün Hamas liderlerini hedef almadı yalnızca, Katar mucizesine ateş etti. Hedefi bölgede bulunan politikacılar değil, Doha’nın çok yönlü siyaseti ve başarılı dış politikasıydı. Bölgede güçlü hiçbir ekonomi ve diplomatik güce tahammülü bulunmayan Siyonizm, aba altından sopa gösterdi. Katar’ın buna nasıl diplomatik bir cevap vereceğini ise ilerleyen süreçte yakından göreceğiz.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.