Güney Afrika’da Uluslararası Direniş
Güney Afrika’nın Johannesburg şehrinde, 10-12 Mayıs tarihinde gerçekleşen Filistin için Küresel Apartheid Karşıtı Konferans, İsrail’in Gazze’deki soykırımına son verilmesine çağrı yapan ve farklı ülkelerden gelen pek çok katılımcıyı aynı çatı altında toplayarak dünya kamuoyunu ve medyayı bir kez daha bu mücadeleye dahil etti. Konferans, İsrail’in Filistinlilere uyguladığı soykırım eylemlerine karşı acil müdahale talebini artırmayı amaçlıyor.
Güney Afrika Cumhuriyeti, geçmişte ırkçılık ve adaletsizliği deneyimlemiş bir ülke olarak bağımsızlığını kazandığı 1994 yılına kadar oldukça zor günler geçirdi. Topraklarında hüküm süren apartheid rejime karşı mücadelesine devam ederken yaptığı uluslararası çağrıya yanıt veren ve kendisini yalnız bırakmayan Yaser Arafat liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütünü ve Filistinlileri daima hatırlayan Güney Afrika, 7 Ekim 2023’ten bu yana Filistinlilerin hakkını savunarak attığı somut adımlara bir yenisini daha ekledi ve İsrail’e karşı küresel örgütlenmeyi sağlayan konferansa ev sahipliği yaptı.
Güney Afrika ve Filistin’in işgale karşı ortak mücadelesi
Her iki ülkenin geçmişinde öne çıkan 1948 tarihi, yaşam ile özgürlük mücadelesinde zorlu süreçlerin artarak devam ettiği ve yerel topluluğun haklarını savunmak için çeşitli direniş ve aktivist gruplarının ortaya çıktığı bir yıldı.
Güney Afrika’da 1948’de yalnızca beyazların oy kullandığı seçimle iktidara gelen ve Milliyetçi Parti olarak da bilinen Ulusal Parti, başlangıçta Güney Afrika’daki Hollandalıların çıkarlarını desteklemeyi amaçlayan bir etnik milliyetçi partiyken, zamanla beyaz ırkın üstünlüğünü savunmaya başladı ve 1994 yılına kadar apartheid yönetimini uyguladı. Irklara göre ayrılan yaşam alanları insanları birbirinden izole etti. Yaşam alanlarında yapılan bu ayrımla siyahiler ve diğer ırklar pek çok açıdan zarara uğradı. Ülke yönetiminde ekonomik, sosyal ve siyasi tüm düzenlemelerin etnik köken temelinde belirlenen hususlara göre yapılması, Siyah Güney Afrikalıların haklarını büyük ölçüde sınırlayarak baskı altında yaşamalarına sebep oldu dolayısıyla beyaz azınlığın hakimiyeti, apartheid politikalarıyla daha da genişledi.
Siyahi Güney Afrikalıların serbest dolaşımını kısıtlayan paso yasaları her ne kadar 1920’lerde uygulamaya konmuş olsa da Ulusal Parti hükümeti Hendrik Verwoerd liderdiğinde bu yasaları çok daha sert bir biçimde uygulamaktaydı. Paso yasaları, 1959 yılında kadınlar için de geçerli sayıldı ve hükümet adeta yasaları yerli halkı bastırmak için kullandı. Yerli halkın beyazlara karşı hak mücadelesini savunan ve Nelson Mandela’nın da başkan yardımcısı olduğu Afrika Ulusal Konseyi bu yasalara karşı protesto başlatma kararı aldı. 21 Mart 1960 tarihinde protestocuların Sharpeville’deki polis karakoluna ulaşmasıyla yaşanan trajik olayda polisin ateş etmesi 69 kişinin ölümüne sebep oldu ve bu olay Sharpeville Katliamı olarak tarihe geçti. Yaşananlar direnişi şiddetlendirdi ve Nelson Mandela 1964’te ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
1976 yılına gelindiğinde, yerel okulların eğitim dili olarak kullandığı ve Hollandalı göçmenlerin kendi dillerinden evrimleşen Afrikaan dili, öğrencilerin tepki gösterdiği bir konu oldu. Siyahi öğrenciler, 16 Haziran 1976’da yerel dillerini kullanmak istediklerini belirten pankartlarla eylem yaptı ancak polislerin ateş açması 176 öğrencinin ölümüyle sonuçlandı. Soweto Ayaklanması olarak adlandırılan olayın akabinde yaşananlar Güney Afrika’nın özgürlük mücadelesinde uluslararası alanda seslerini daha çok duyurabildikleri bir dönemi başlattı. Sonraki süreçte, Güney Afrika’da apartheid rejiminin yıkılmasında Nelson Mandela önderliğindeki Afrika Ulusal Konseyi büyük rol oynadı. Barışçıl protestoların yanı sıra silahlı mücadele devam etti ve 1980’li yıllardan itibaren uluslararası toplumun baskısıyla Güney Afrika’ya yaptırımlar uygulandı ve apartheid politikalarına son verilmesi talep edildi.
1990’lı yılların başında artan toplumsal huzursuzluk, ırk ayrımcılığına karşı yapılan isyanlar ve Anti-Apartheid hareketlerinin giderek güçlenmesi, Ulusal Parti’nin iktidarını sorgulamasına ve değişime yol açtı. Bu dönemde gerçekleşen gösteriler ve grevler rejimin yıkılmasında kritik bir rol oynadı. Ulusal Parti, uzun yıllar yasadışı olarak kabul edilen Afrika Ulusal Konseyi gibi muhalif partilerin yasağını kaldırarak önemli bir adım attı ve özgürlük savaşçısı Nelson Mandela’nın serbest bırakılmasına karar verdi.
27 Nisan 1994’te gerçekleştirilen seçimlerde Afrika Ulusal Konseyi oyların %62’sini alarak büyük bir zafer elde etti ve 400 sandalyeli mecliste 252 sandalye kazandı. Bu seçimler, Güney Afrika’nın tarihinde dönüm noktası oldu ve ülkenin demokratik bir devlet olma yolunda önemli bir adımı temsil etti. 27 yılın ardından hapis hayatı sona eren ve ilk demokratik seçimde Güney Afrika’nın ilk siyahi devlet başkanı olan Nelson Mandela, Filistin davasına desteğini açıkça göstermiş ve Filistin özgür olmadan Güney Afrika’nın da özgür sayılmayacağını söylemiştir.
Filistin’in İsrail ile mücadelesi ise tarih boyunca pek çok zorlu süreçlerin yaşanmasına sebep oldu. 1948 yılında İsrail’in bağımsızlığını ilan etmesiyle başlayan süreç, Arap dünyasında ciddi bir tepkiyle karşılanmış ve I. Arap-İsrail Savaşı’nı tetiklemiştir. Bağımsızlık duyurusundan kısa süre sonra Arap Birliği İsrail’e savaş ilan etmiş fakat ilerleyen günlerde Batılı devletlerin İsrail’e destek vermesiyle savaşın seyri değişmiş ve İsrail daha fazla toprak işgal etmiştir. Savaş sonrasında Filistin’deki Yahudi nüfusu artarken Filistinli Müslümanlar dünyanın çeşitli yerlerine göç etmeye başlamıştır. Filistin topraklarında yaşanan olaylar, Filistin halkının uzun soluklu ve kararlı direnişini başlatmıştır. İsrail’in kuruluşuyla sonuçlanan bu süreçte, milyonlarca Filistinli sürgün edilmiş ve yüzlercesi öldürülmüştür. 1948 tarihi, Filistin halkı için büyük felaket anlamına gelen Nekbe olarak adlandırılmıştır.
Filistin halkı, yüzlerce yıllık vatanlarından koparılma sürecinde mücadele ve bağımsızlık hareketlerine başlamıştır. 1958’de Yaser Arafat tarafından kurulan El-Fetih, Filistin için önemli bir dönüm noktası olmuştur. 1964’te ise Kudüs’te gerçekleştirilen Filistin Ulusal Konseyi toplantısında, Filistin’in ilk milli meclisi olarak kabul edilen Filistin Kurtuluş Örgütü kurulmuştur. 1967’de İsrail’in başlattığı Altı Gün Savaşı sonucu İsrail yeni topraklar kazanmış ve çevre ülkelere karşı üstünlük sağlamıştır. Bu süreçte Birleşmiş Milletler kararları uygulanmamış ve Filistinliler topraklarını terk etmeye mecbur bırakılmıştır. El Fetih, 1967’deki Altı Gün Savaşı’nın ardından Filistin Kurtuluş Örgütü’ne katılmış ve Yaser Arafat, 1969’da Filistin Kurtuluş Örgütü’nün başkanı olmuştur.
Yaser Arafat, 1974 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda bir konuşma yaparak Filistin halkının kendi topraklarına sahip olma hakkına vurgu yapmıştır. Aynı yıl Filistin Kurtuluş Örgütü, BM’de gözlemci statüsü kazanmıştır. Arafat, 1988 yılında Filistin Devleti’nin bağımsızlığını ilan etmiş ve öldüğü 2004 yılına kadar Filistin halkının haklarını savunmaya devam ederek uluslararası alanda Filistin devletinin tanınması için çaba harcamıştır. Arafat’ın liderliği döneminde Filistin halkının ulusal kimliğinin güçlendiği ve uluslararası alanda daha fazla destek gördüğü kabul edilmektedir.
Yaser Arafat, apartheid politikalarını İsrail işgalciliği ile bağdaştıran ve daima Güney Afrika halkının yaşadığı haksızlığı dile getiren söylemleriyle, başta Nelson Mandela olmak üzere tüm Güney Afrikalıların destekçisiydi. Mandela’nın Filistin lideri Yaser Arafat ile ilişkisi, 1990'da hapishaneden çıktıktan sonra Zambiya’da gerçekleşen görüşme ile başlamıştır. Mandela, Arafat'ı “kardeş özgürlük savaşçısı” olarak selamlamıştır. Ayrıca Mandela, İsrail’i “terörist bir devlet” olarak nitelendirmiştir çünkü İsrail’in apartheid rejimine teknik ve askeri destek sağladığı bilinmektedir. Mandela, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü desteklemiş ve Filistin halkının kendi kaderlerini tayin hakkı için verdiği mücadeleyi Güney Afrika’nın kendi özgürlük mücadelesiyle benzer görmüştür. Mandela’nın cumhurbaşkanlığı döneminde, Güney Afrika hükümeti başta diplomatik konular olmak üzere pek çok alanda Filistin Devleti ile yakın ilişkiler kurmuştur.
Güney Afrika Cumhuriyeti’nin İsrail’e karşı açtığı soykırım davası ve tedbir kararları
Filistin topraklarında süren İsrail işgali, 7 Ekim 2023’ten bu yana Filistin halkına soykırım uygulama boyutuna gelerek uluslararası hukuk ve evrensel insan hakları gibi tüm kuralları hiçe saymaktadır. İsrail’in eylemlerine tepki gösteren ilk ülkelerin başında gelen Güney Afrika, Filistin davasına destek verdiğini ve Gazze’de gerçekleşen saldırıları endişeyle takip ettiklerini bildirerek İsrail’i “apartheid devleti” olarak tanımladı. Güney Afrika Cumhurbaşkanı Cyril Ramamposa, Filistin halkıyla dayanışma içinde olduklarını her açıklamasında dile getirirken, mecliste İsrail’le diplomatik ilişkileri kesme konusu gündeme geldi. Meclis, diplomatik ilişkilerin askıya alınması ve İsrail'in Pretorya Büyükelçiliğinin kapatılması teklifine onay verdi. 21 Kasım 2023 tarihinde Filistin gündemiyle acil toplanan BRICS ülkeleri çevrimiçi zirvesinde, dönem başkanı Cyril Ramamposa İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının uluslararası hukuku ihlal ettiğini ve savaş suçu işlediğini belirterek, uluslararası toplumu Filistin’deki çatışmaların adil ve barışçıl bir şekilde çözülmesine yönelik acilen somut adımlar atmaya çağırdı. BRICS’in diğer liderleri ise barışın sağlanması için İsrail-Filistin çatışmasına uzun vadeli diplomatik bir çözüm bulunması gerektiğini belirtti.
Gazze’de sivilleri yalıtılmış bir bölgede bırakan İsrail, hayatta kalmayı her geçen gün daha da zorlaştırıyordu. Bunun üzerine Ramamposa yaptığı açıklamada İsrail’in Gazze’deki sivillere yönelik saldırılarının uluslararası insani hukukun ihlali anlamına geldiğini ve İsrail’in savaş suçlarına ilişkin olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) belgeler sunduklarını söyledi. Böylece Güney Afrika Cumhuriyeti, İsrail aleyhine 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni ihlal ettiği gerekçesiyle Uluslararası Adalet Divanında “soykırım davası” açtı. 11 Ocak 2024 tarihinde Hollanda’nın Lahey kentinde başlayan davada Güney Afrika tarafı, İsrail’e yönelik suçlamalarını gerekçe ve delilleriyle Divan’a sundu. Hazırlanan dosyada soykırımın delillerinin Birleşmiş Milletler kurumlarınca da tescil edildiğini belirten hukukçular, İsrail’in eylemlerinin soykırım sonucunun çıkarılabileceği sistematik davranış kalıbı gösterdiğini belirterek durumun acil olduğunu söyledi ve ihtiyati tedbir kararı alınmasını talep etti. İki gün süren duruşmada İsrail davanın reddini istese de mahkeme 26 Ocak’ta verdiği kararla “Gazze’de felaket boyutundaki insani durumun, tedbir kararını gerektirecek düzeyde acil tehlike teşkil ettiğine” hükmetti. Karar başta Filistinliler olmak üzere uluslararası kamuoyu tarafından umut verici bir gelişme olarak nitelendirildi.
Fakat İsrail verilen karara uymadı. Gazze’ye gelen yardımları engelleyen ve yardıma ulaşmak için bekleyen sivillere ateş açan işgal güçleri suç işlemeye devam ediyor, binlerce insanın ölümüne sebep oluyordu. Gazze’de durumun gittikçe şiddetlendiğini gören Güney Afrika ikinci defa Uluslararası Adalet Divanı’na başvurdu ve mahkemenin Gazze Şeridi’nde kıtlığı önlemek için aldığı geçici tedbirlerin güçlendirilmesini talep etti. Mahkeme feci yaşam koşullarına dikkat çekerek Filistinlilerin gelen yardımlara ulaşabilmelerini sağlayacak ek tedbirlere hükmetti ve İsrail’i derhal kararlara uyması konusunda uyardı.
Şartların her geçen gün daha kötüye gittiği Gazze’de sivillerin tek sığınağı haline gelen Refah’a yönelik saldırılar devam ediyor. İsrail binlerce kişinin ölümünden sorumlu olduğu halde, Netanyahu son açıklamasında Refah’a mutlaka kapsamlı operasyon yapılacağını belirtti. Yaşanacak dehşeti önceden haber vermesinin yanı sıra baskı, şiddet ve tehditle her gün insanların kenti terk etmesini söylüyor. Güney Afrika ise Uluslararası Adalet Divanı’nın daha önce verdiği tedbir kararlarının Gazze’deki değişen koşullara uygun olmadığını, İsrail’in bu kararları yerine getirmediğini ve insan hakları ihlallerine devam ettiğini belirterek üçüncü kez Lahey’e başvurdu. Güney Afrika’nın talep ettiği yeni tedbirler arasında İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonlarını durdurması ve Birleşmiş Milletler ile sivil toplum kuruluşlarının Gazze’ye erişiminin engellenmemesi yer alıyor.
Apartheid Karşıtı Konferans ve küresel seferberlik
İsrail’in Refah’a yönelik saldırıları devam ederken, Filistin için Küresel Apartheid Karşıtı Konferans, 10-12 Mayıs tarihleri arasında Johannesburg’daki Sandton Kongre Merkezi’nde gerçekleşti. Konferans; İsrail kolonyalizmini ve Filistin’e karşı işlediği suçları uluslararası platformlarda gündeme getirmek, apartheid rejimi yıkmak ve bu konuda dünya çapında bir hareket başlatmak, ABD’nin gösterdiği tutumu tartışmak ve Filistin halkı için adalet çağrısında bulunmak amacıyla yapıldı. Filistinli aktivist ve gazeteciler başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinden gelen katılımcılar arasında İrlanda Sinn Fein Partisi Başkanı Declan Kearney, Filistinli insan hakları aktivisti ve siyasetçi Mustafa Barghouti ve Güney Afrika Uluslararası İlişkiler ve İşbirliği Dairesi Genel Müdürü Zane Dangor gibi uluslararası konuşmacılar vardı.
Yedi aydır devam eden kuşatma sırasında öldürülen 35 binden fazla sivil için bir dakikalık saygı duruşuyla başlayan konferansın açılış konuşmasını Güney Afrika Uluslararası İlişkiler ve İşbirliği Bakanı Naledi Pandor yaptı. Pandor konferansı, “Dünya genelinden herkesin bir araya gelerek Filistin halkı için adalet mücadelesine katıldığı ve güçlerini birleştirdiği bir milat noktası” olarak tanımladı. Gazze’de devam eden soykırıma ve İsrail’in işgal ettiği bölgede apartheid sistemine son vermek için dünya çapında ilerici güçlerin bir araya gelerek kolektif bir çaba göstermesinin acil olduğunu söyledi. Filistin halkının kendi kaderini belirleme hakkının vazgeçilemez olduğunu belirtti. Ayrıca Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Gazze’de yaşananlara yönelik soruşturmasını hızlandırması gerektiğini vurgulayarak mahkemeye çağrıda bulundu. Konuşmasında ikili ilişkilerin tarihi bağlarına dair açıklamalar yapan Pandor, “Güney Afrika’nın Filistin halkıyla olan ilişkisi 8 Ekim 2023’te başlamadı. Nelson Mandela’nın izinden gidiyoruz ve Filistin halkının özgürlüğü gerçekleşene kadar durmayacağız” dedi.
Filistin Meclisi Üyesi ve aktivist Mustafa Barghouti ise yaptığı konuşmada, Filistinlilerin insan haklarının ihlal edilmesine ve ölen sevdiklerini gömmelerine dahi izin verilmemesine değinerek yapılan zulmü asla affetmeyeceklerini belirtti. Filistin’de yaşanan adaletsizliğin küresel bir sorun olduğunu vurgulayan Barghouti, Filistin nüfusunun %70’inin yerinden edildiğini söyledi. İsrail’in Gazze’deki savaşı ve uluslararası hukukun ihlallerinin dünya tarafından sorgulanması gerektiğini ifade etti. Ayrıca Filistin halkının topraklarından vazgeçmeyeceğini, teslim olmayacağını ve özgürlüğünü elde edene kadar mücadele edeceğini belirterek Tel Aviv’in işlediği soykırım suçunu Uluslararası Adalet Divanı’na taşıyan Güney Afrika’ya teşekkür etti.
Konferansta yaptığı açıklamalarla Filistin halkına verdiği desteği belirten İrlanda Sinn Fein Partisi Başkanı Declan Kearney Filistinli ve İrlandalı özgürlük savaşçıları arasında özel bir bağ olduğunu söyleyerek, “Filistin’in geleceğinin inşa edilebilmesi için dünya kamuoyuna ve karar vericilere düşen görev koordineli bir eylemdir. Bu konferans, İsrail’in Filistin’deki baskı, işgal ve apartheid sistemini ortadan kaldırmak için organize küresel bir hareket geliştirmeye odaklanacak. Filistin halkının özgürlüğe giden uzun yürüyüşünde onlarla birlikteyiz ve onları asla terk etmeyeceğiz. İsrail asla Filistin direniş ruhunu yenemeyecek” ifadelerine yer verdi. Kearney, direniş ruhunu “eşsiz” olarak tanımladı.
Konferansta yapılan en önemli vurgulardan biri Filistin halkının yıllar süren direnişini ve toprağına olan aidiyetini desteklemenin pek çok alanda yapılacak çalışmalarla mümkün olabileceğiydi. Dolayısıyla kalıcı çözümün adil olmasını sağlamak, Filistin’in özgürlüğü için uluslararası dayanışma önderliğinde İsrail’in politikalarını açıkça kınamak, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkesini dile getirerek kuruluşları harekete geçmeye teşvik etmek anlamına geliyordu.
Güney Afrika Uluslararası İlişkiler ve İşbirliği Dairesi Genel Müdürü Zane Dangor ise konuşmasında tam olarak bu çabayı ifade etti. Filistin’in özgürlüğü için hukuki süreç, lobi faaliyetleri ve kitlesel hareketliliğin bir araya getirilmesi gerektiğini belirterek, Güney Afrika’da 1980’lerde apartheid karşıtı mücadeleden bahsetti. 1980’lerde değişim zamanının geldiğini hissettiklerini ve benzer şekilde Filistin özgürlüğünün zamanının geldiğini söyledi. Dangor, “Şimdi Filistin’in özgür olma zamanı geldi. Bu Filistin’in Güney Afrika anı, bu fırsatı değerlendirelim, elimizdeki tüm araçları kullanarak harekete geçelim” dedi.
Konferansta konuşan aktivistler, Filistin’i mahkemelerin değil, mücadele ve direncin özgürleştireceğini söyleyerek bu mücadelede meşru hakkın savunucusu tüm insanların bir araya gelmesi gerektiğini vurguladı. Ayrıca Güney Afrika’nın liderlik rolünün ilham kaynağı olduğunu söyleyen ve dünya kamuoyuna seslenen aktivistler, İsrail’in sömürgeci politikalarına karşı çıkarak adaletin sağlanması için kararlılıkla Filistin halkını savunmaya devam etme çağrısı yaptı.
Konferansın sonunda yayınlanan Johannesburg Bildirisi’nde, uluslararası hukuk tarafından garanti edilen özgürlük, kendi kaderini tayin etme, geri dönüş haklarının iade edilmesini desteklemek için yapılacak kolektif hareket ve hedeflere ulaşmaya yönelik eylem planı belirtildi. Ayrıca İsrail ve soykırımda suç ortaklığı yapanların yargılanmasına yönelik harekete geçilmesi gerektiği vurgulandı. Delegeler, İsrail’in soykırımına son vermek, Batı Şeria’daki askeri terörün sonlandırılması ve Gazze kuşatmasının kaldırılması amacıyla hemen, koşulsuz ve kalıcı bir ateşkes çağrısında bulundu. Filistin halkının özgürlüğü için kapsamlı çözümler bulma konusundaki kararlılık tekrar edildi.
İsrail’i yaptıklarından sorumlu tutarak mahkeme karşısına çıkaran Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ev sahipliğinde düzenlenen Johannesburg Konferansı, İsrail’in Filistin halkına yönelik soykırımına ve sömürgeciliğine yanıt vermek amacıyla küresel seferberlik için ileriye doğru atılmış en önemli adımlardan biridir. Tüm dünyada yankı bulan konferansın etkilerinin ise uzun süreceği görülüyor.