Dünü, Bugünü ve Yarınıyla Suriye- 6: Tanzimat Reformları ve Suriye’de Karışıklıklar


1839’dan 1876’ya kadarki dönem Osmanlı tarihinde Tanzimat dönemi olarak anılır ki Batı karşısında sürekli gerileyen Osmanlı Devleti’nin reform ve yenileşme çabalarının en yoğun şekilde görüldüğü süreç de bu dönemdir. Bilhassa Mustafa Reşid Paşa’nın (1800-1858) kişisel gayretlerinin ön planda olduğu ve dönemin padişahlarını ikna ederek gerçekleştirdiği reformlar bazı çevrelerde olumlu yankılanırken, imparatorluğun taşrasında ise farklı yansımalara yol açtı, hatta bazı yenilikler doğrudan başkaldırı ve isyanlarla iç karışıklıkları beraberinde getirdi.
Tanzimat ve Islahat reformlarının tebaaya yansımaları
Osmanlı İmparatorluğu’nun köklü Batı yöneliminin lokomotifi, Reşid Paşa’nın yetiştirdiği, Avrupa’da eğitim gören ve Fransa, Britanya gibi ülkelerde görev yapan Ali Paşa ve Fuad Paşa gibi yeni nesil bürokrat ve reformculardı. Bu üç isim, bürokrasinin tepe noktalarına hâkim olduktan sonra, kimi zaman ikna yoluyla kimi zaman zorlayarak bürokrasi ve sarayın desteğini arkalarına aldılar ve imparatorluğun idari yapısında ciddi değişiklikler yapmaya yöneldiler.
İlk olarak 1839’da Reşid Paşa’nın ısrarlarıyla Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu, padişahın tebaasına iradesini ilan eden bir bildirgeydi ki bu belgede iltizamın kaldırılması, askere alma işlemlerine bir standart getirilmesi ve yolsuzluğun ortadan kaldırılması gibi çeşitli idari reformlar vaat edilmekteydi. Tanzimat Fermanı olarak da anılan bu belgeyi önemli hale getiren ise bahse konu değişikliklerin, dinleri ne olursa olsun tüm Osmanlı tebaasına uygulanması sözüydü. Bu dönemde, dışarıdaki bölgesel ve uluslararası dengelerin Osmanlı’nın içişleri üzerindeki etkisi devreye girdi ve 1856’da Kırım Savaşı’nın sonunda bu sefer Ali ve Fuad Paşalar, 1839 fermanının bir teyidi mahiyetinde, “bütün tebaanın eşitliğini” vurgulayan bir yeni padişah iradesi talep ettiler.
1856 Islahat Fermanı’nda temel amaç, imparatorluğun Avrupa’daki eyaletlerinde hızla ayrılıkçı eğilimlere dönüşen milliyetçi kışkırtmaları törpülemek, bunun için de Hristiyan tebaanın sadakatini bir şekilde temin etmekti. Bu çerçevede 1839 ve 1856 fermanları, o döneme kadar Müslümanların tamamen hâkim olduğu sosyal dengeyi, Hristiyanların lehine esnetmeyi ve neticede ortak bir Osmanlı vatandaşlığı veya Osmanlılık fikri yaratmayı hedefliyordu. Bunu teminen 1869 Vatandaşlık Yasası (Tabiiyet-i Osmaniye Kanunnamesi) çıkarıldıysa da teoride hedeflenen şey, pratikte hem Müslümanlardan hem de Hristiyanlardan kaynaklanan toplumsal sebeplerle mümkün olamadı.
Tanzimat döneminde Suriye’deki sosyo-politik durum

Osmanlı’nın Arap toprakları da yaklaşık üç asırlık dönemin ardından, Tanzimat reformlarının mahalli dengeler üzerindeki dönüştürücü dinamiklerinden fazlasıyla etkilendi. Bu dönemde hem taşra-merkez ilişkilerinde dönüşümler söz konusu oldu, hem eyaletlerdeki yaşam tarzları önemli ölçüde değişti, hem de Avrupalı güçlerin Suriye topraklarındaki ekonomik nüfuzu arttı. Bu unsurlar bir araya gelerek, 19. yüzyılın ortaları itibariyle Suriye’deki çatışma dinamiklerini harekete geçirmeye başladı.
Çok sayıda dini ve mezhepsel unsurun rekabet ve husumet içinde yaşadığı Büyük Suriye coğrafyasında, Kavalalı ailesinin (Mehmed Ali ve oğlu İbrahim Paşalar) işgal döneminden (1831-1840) itibaren, bilhassa Lübnan tarafındaki Müslümanlarla Hristiyan cemaatler arasındaki ilişkiler hızla bozulmaya başladı. İbrahim Paşa zamanında Lübnan Dağı’nda, geleneksel olarak hâkim konumda olan Dürzîleri dengelemek için Hristiyan cemaatlerin silahlandırılıp Dürzî ve Şii topluluklara karşı mobilize edilmesi, hem silahlı çatışma dinamiklerini besledi hem de Hristiyanların politik talepleri ve toprak hâkimiyetini arttırdı.
Suriye-Lübnan Hristiyanları içinde bilhassa Mârunîler, bu dönemde Avrupalı güçlerle temas kurup, Osmanlı idaresi ve Müslüman topluluklara karşı politik himaye aramaya ve ticari açıdan zenginleşmeye başladı. Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla İstanbul’un inşa etmeye çalıştığı ortak Osmanlılık kimliği, Hristiyanların Suriye coğrafyasında artan askeri ve ekonomik güçlerinin Müslüman topluluklar üzerinde yarattığı tepki ve husumet hislerinin artmaya başladığı dönemle üst üste denk geldi. Tam bu noktada Müslüman ve Hristiyan cemaatler arasında tam teşekküllü bir iç savaş şartları ortaya çıkmış oldu.
Büyük Suriye’de Müslüman-Hristiyan iç savaşı
Fransızların bölgeye ilgisi 1700’lerin sonunda Napolyon İşgali ile ete kemiğe bürünmüş, İngilizler tarafından bölgeden çıkarılsalar da Suriye-Lübnan bölgesindeki Hristiyan cemaatlerle politik ve kültürel ilişkilerini daima canlı tutmuşlardı. Fransızların desteğini alan Hristiyan cemaatlerden Mârunîler ile İngilizler tarafından desteklenen (erken dönemlerde Şiilikten ayrılan bir mezhepsel topluluk olan) Dürzîler arasında 1860 Mayıs’ında Lübnan’da başlayan silahlı çatışmalar, birkaç hafta içinde Şam’a sıçramakta gecikmedi.
Lübnan’daki dini topluluklar arasındaki çatışmaların hızla Şam’a yayılması, Avrupalı güçlerdeki, Suriye Hristiyanlarının bir bütün halinde tehdit altında olabileceğine dair endişeleri arttırıp alarma geçirdi. Dönemin diplomatik yazışmalarını takip ederken gördüğümüz üzere, olaylar olup bittikten iki sene sonra dahi Bursa’da bir Ermeni’ye ait fabrikanın Müslüman ahali tarafından yakılıp yıkılmasının bile Avrupalı güçlerdeki “Hristiyanlara katliam” hislerini canlı tuttuğu görülür.
Osmanlı Devleti, Avrupa’da oluşan tepkiyi bastırmak amacıyla ve Fransızların altı bin askerle savaş gemilerini Beyrut’a göndermelerinin de etkisiyle dış müdahale tehdidini bertaraf edebilmek için, meseleyi üst düzeyde ele aldı. Hariciye Nazırı Fuad Paşa fevkalade yetkilerle bölgeye gönderildi, onun müdahalesiyle Şam Valisi Müşir Ahmed Paşa dâhil, olaylarda etkisi veya ihmali olduğu düşünülen 200 kadar kişi idam edildi, Şam’daki Müslüman cemaatinin önde gelen isimleri de olayları engelleyemedikleri gerekçesiyle sürgüne gönderildi.
Ancak Osmanlıların olaylara müdahale biçimi kendi içinde başka bazı sorunlar doğurmakta gecikmedi. Tanzimat ruhunun da etkisiyle Müslüman-Hristiyan eşitliğini vurgulayan Osmanlı idarecileri adli muhakemede de bunu yansıtmaya çalıştı; Avrupalı büyük güçlerin tepkisini dindirmek için Dürzîler çok sert şekilde cezalandırılırken, cinayetlere karışan Hristiyanlara pek dokunulmadı. Suriye ve Lübnan’da sonraki dönemde dini ve mezhepsel cemaatler arasında yaşanacak daha büyük sorunların kökleri önemli ölçüde 1860’ların başındaki bu hadiselere dayanmaktaydı.
Yine bu dönemde Avrupalıların müdahaleleriyle ve kurulan komisyonlarda açıkça telaffuz edilip önerilen çözüm yollarından biri, Lübnan’ın yönetiminin Büyük Suriye’den ayrılarak bağımsız bir idari birime dönüştürülmesini öneriyordu. Lübnan’ın Hristiyanların yönetiminde bir krallık olarak teşekkül ettirilmesi fikrinin nüveleri de bu yıllarda ortaya çıkmış oldu ki sonraki dönemlerde yine Fransızlar eliyle bu planlar gerçekleştirilecekti.
Keza toprak yasası sayesinde, merkezi idare karşısında endişeleri artan topraksız köylülerin mahalli eşrafa topraklarını devretmesiyle eşrafın elindeki toprakların ve nüfuzun genişlemesi, aslında tam tersini hedefleyen merkezi idare reformlarının başarısız olmasına yol açtı. Yine bu dönemde, Tanzimat reformlarıyla birlikte yeni bir yönetici sınıfın ortaya çıkmakta olduğunu gören Arap eşraf, çocuklarını yüksek tahsil için İstanbul’a göndermeye başladı ki sonraki yıllarda bu genç Arapların merkezi bürokrasiye katılması, Suriyeli Arapların İstanbul’daki nüfuzuna da katkıda bulundu. Dolayısıyla, Tanzimat reformlarıyla yerel eşrafın etkisi kırılmak istenirken, hem ekonomik hem de politik nüfuz açısından Suriye’deki eşrafın etkisi daha da artmaya başladı.