Dünü, Bugünü ve Yarınıyla Suriye- 21: Suriye’de Fransız Manda İdaresi (1920-46)

12.09.2025 - 17:21 | Son Güncellenme: 12.09.2025 - 17:23
Suriye’de 1516’dan beri devam eden Osmanlı hâkimiyeti, 1914-18 dönemindeki Birinci Dünya Savaşı sonrasında nihayete ermiş, Osmanlı’ya isyan eden Şerif Hüseyin’in oğlu Emir Faysal’ın (sonradan 1921-33 yılları arasında Irak Kralı olarak tahtta kalacak) Şam’da “Büyük Suriye Kralı” olma düşüyse kısa sürmüştü. 1918 Ekim’de Şam’a giren Faysal, Sykes-Picot’daki paylaşım anlaşması ve ardından Paris ve San Remo Konferanslarındaki emperyalistler arası uzlaşma sonucu, 1920 Temmuz’da Fransızlar tarafından ülkeden çıkartılıp sürgüne gönderilmişti. 1920’den sonra ise Fransızlar, İngilizlerle aralarındaki anlaşma uyarınca Lübnan ve Suriye’nin mandater yöneticisi oldu ve çeyrek asır bu işgali sürdürdü.
Fransız işgal idaresinin kuruluşu
Fransızlar, Faysal’ın ordusunu Maysalun’da yendikleri Temmuz 1920’de Suriye’de kendi işgal idarelerini kursa da resmi olarak manda yönetiminin başlaması Temmuz 1922’yi bulmaktadır. Cemiyet-i Akvam’ın manda yönetimlerini düzenleyen Nisan 1919 tarihli kararına göre manda idareleri, tanımı gereği “geçici” yönetimlerdi ve mandater devlete başta toprak ilhakı olmak üzere önemli sınırlamalar getirmekteydi. Ayrıca Fransa mandaterlik sıfatıyla, üç yıl gibi kısa bir süre içinde Suriye için bir anayasa hazırlamalı ve yönetimleri altındaki Suriyelilerin menfaatlerini gözetecek şekilde hareket etmeliydi. Dış politikaya dair her türlü kararı almak ise münhasıran mandater devletin tasarrufundaydı, Hatay meselesi bundan dolayı Türkiye-Suriye arasında değil de Türkiye ile Fransa arasında çözüme kavuşturulmuştu.
Fransız manda idaresi, bugünkü Suriye’ye ilaveten Lübnan ve İskenderun topraklarını da kapsıyordu. Manda idaresi çok sıkı denetime dayanan bir yönetim oluşturmuştu. Yönetim işleri, büyük ölçüde Fransız danışmanların denetimine tabi olan yerel yönetimlerce yürütüldü. İdari sistemin başında, manda yönetiminin temsilcisi ve Fransız askeri kuvvetlerinin başkomutanı mevkiindeki Fransız Yüksek Komiseri bulunmaktaydı.
Ancak bu dönem Suriye-Lübnan’da hâkim olan Fransızlar, bilhassa kendilerine karşı duyulan memnuniyetsizliğin –İngilizlerin de açık/örtülü teşvikiyle- Arap milliyetçiliği formunda silahlı veya sivil direnişe dönüşmesinden endişe duymaktaydı. Bu tür bir direniş, Fransızların Kuzey Afrika’daki Arap sömürgeleri açısından da emsal oluşturabilirdi. Fransızların korktuğu başlarına gelmekte gecikmedi, İngilizler kadar dahi hikmet-i hükümetle bölge halklarına muamele etme kabiliyetinden mahrum olan Fransız mağrurluğu, birkaç yıl içinde büyük bir silahlı başkaldırıyı tecrübe etti. Manda yönetimi boyunca umumiyetle Hristiyanlar, Alevîler ve Dürzîler gibi azınlık halkları koruyup kollayan ve bu kesimleri Sünni çoğunluğa karşı emniyet supabı gibi gören Fransızlar, kendilerine karşı ciddi bir memnuniyetsizlik dalgasını körükledi.
Fransızların Suriye’deki idare sistemi
Osmanlılar devrinde politik, kültürel ve ekonomik açıdan iç içe olan Lübnan ve Suriye toprakları, Fransız işgal döneminde Lübnan’ın gözetilip topraklarının genişletildiği bir süreçte, Hristiyanların müstakil idare kurmasına olanak verecek şekilde düzenlendi ve böylece daha önce başlamış olan Lübnan’ın Suriye’den ayrışma süreci daha da hız kazanıp kurumsallaştı. Öncelikle Trablusşam, Beyrut ve Sayda gibi önemli şehirleri Lübnan sınırlarına katan Fransızlar, Şam ve Halep şehirlerini de birbirlerinden ayrı birer yönetim birimi olarak düzenledi. 1922’de Lazkiye merkezli bir Alevî yönetimi ve Havran merkezli bir Dürzî özerk yönetim birimleri kuruldu.
Böylece Lübnan’ın ayrışması sonrasında Suriye toprakları dört parçaya ayrılmış oldu: Şam, Halep, Alevî bölgesi ve Dürzî bölgesi. Ancak bu hoyratça parçalamanın oluşturduğu milliyetçi tepkiler Fransızları geri adım atmaya zorladı; Şam, Halep, Hama ve Humus birleştirilerek 1924 yılında müstakil bir Sünni Arap devleti yaratıldı ve adına “Suriye Devleti” denildi.
Fakat Alevî ve Dürzî bölgeleri müstakil halde tutuldu ki bu Alevî ve Dürzî devletçikleri, 1936-39 arasındaki kısa bir dönem haricinde 1942 yılına kadar Suriye’den ayrı bir idareye tabi oldu. Fransızların bu parçala-yönet politikası, azınlıklara dayalı bir ordu kurma sürecinde de kendini gösterdi. Alevîler, Dürzîler, Kürtler, Çerkeslerden oluşan özel birlikler kurma ve bu tür azınlıkları ana nüfustan ayrıştırma adımları, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan ve Osmanlı zamanından beri eşraf/zaimler olarak Suriye’yi yöneten Sünni Arapların diğer azınlıklara ve Fransızlara karşı nefret duygularını körükledi.
Günümüzde yaşanan etnik-mezhepsel kaynaklı ayrışmaların temelinde 1860’lardaki Osmanlı dönemi cemaatler arası çatışmalarının yanında, Fransızların bu art niyetli coğrafya ve demografi mühendisliği yatmaktadır. Zira Fransızların politikası herhangi bir etnik/dini cemaatin tek başına Fransız yönetimine tehdit oluşturmasını engellemeyi amaçlıyordu. Ancak Fransız idaresindeki çeyrek asırda baskı yöntemleriyle nispeten başarılı olan bu siyaset, sonraki dönemde günümüze kadar gelen pek çok sorunun da kök nedenlerinden biri oldu.
İsyanlar, baskılar, başkaldırılar ve bitmeyen sarmal
Fransız mandasının hemen başında, Şeyh Salih bin Ali öncülüğündeki harekete benzer şekilde, 1920’lerden itibaren işgale karşı mahalli direnişler ortaya çıkmıştı. Zaman zaman Türkler ve İngilizler tarafından desteklenen bu başkaldırılar örgütsüz yapıları ve yetersiz imkânları sebebiyle Fransızlar tarafından kolaylıkla bastırılabilmişti. Fransa manda idaresi biraz da ülkedeki etnik ve mezhepsel parçalanmışlığa yatırım yaparak, daha az tehlikeli ve bütünlükten uzak bir yönetim kurabilmek için, tek parçalı ve büyük bir Suriye devletinin oluşumunu bilhassa engelledi.
Fransız mandasına karşı ilk milliyetçi örgütlü muhalefet, 1925’te Dürzîlerden geldi; Sultan el-Atraş önderliğindeki isyan milliyetçi uyanışın da ilk büyük başkaldırısı olarak okunabilir. Şam’ı işgal eden Arap milliyetçileri, Fransızların şehri bombardımana tabi tutması üzerine binlerce kayıp verdi ve geri adım atmak zorunda kaldı, ama 1927’ye kadar süren isyan Fransızların işlerinin kolay olmayacağını da gösterdi. Bununla birlikte bu tür mahalli isyanlar genel bir ayaklanmaya dönüşmedi; Alevîler, Dürzîler veya Bedevîler gibi tekil grupların yabancı müdahalesine karşı itirazları olarak ortaya çıkmış ve bir süre sonra sönümlenmişlerdi.
Bir başka örgütlü ama bu sefer ülke genelindeki başkaldırı, 1936 ilkbaharında ilan edilen genel grev oldu ki yaklaşık 50 gün sürecek ve Fransa’yı Suriye’ye bağımsızlık vermeye zorlayan anlaşmayı imza etmedeki en önemli amillerden biri olacaktı. Fakat bu bağımsızlık anlaşması Fransa parlamentosu tarafından onaylanmadı ve Fransa askeri birliklerini ülkeden geri çekmedi.
II. Dünya Savaşı sırasında 1940 yılında Nazilerin işgaline uğrayan Fransa’da Alman yanlısı Vichy Hükümeti göreve geldi, fakat İngiltere ve sürgündeki Özgür Fransa birlikleri Temmuz 1941’de Suriye-Lübnan’ı işgal etti. Bu dönemde Suriyeliler 1941’de bağımsızlıklarını ilan etseler de ülke Ocak 1944’e kadar cumhuriyet olarak tanınmadı. Savaşın sonlarına doğru İttifak devletlerine savaş ilan eden Suriye, kurucu ülke sıfatıyla BM’ye kabul edildi. Aynı dönemde kurulan Arap Ligi’ne de katılan Suriye, Arap kimliğini de bu vesileye vurgulamış oluyordu.
Mayıs 1945’te Şam ve Halep’te başlayan işgal karşıtı gösterilere Fransızlar bombardımanla mukabele edince, Churchill İngiltere’si buna sert karşılık verdi. Bunun üzerine de Gaulle öncülüğündeki Fransızlar Nisan 1946’da son birliklerini de tahliye ederek Suriye’nin bağımsız ve müstakil bir ülke olduğunu teyit etmek zorunda kaldı. İngilizler aynı aylarda Sovyetler Birliği üzerinde de baskı kurarak, savaş sırasında işgal ettiği İran topraklarını terk etmeye zorlamıştı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.





