Dünü, Bugünü ve Yarınıyla Suriye- 19: Atatürk Dönemi Türkiye-Suriye İlişkileri

27.08.2025 - 15:23 | Son Güncellenme: 27.08.2025 - 15:30
Türkiye’nin genç cumhuriyetinin Atatürk döneminde Suriye ile kurduğu ilişkiler, iki müstakil komşunun ilişkilerinden ziyade, Şam ve Beyrut’taki Fransız manda idaresiyle münasebetler ve bölgesel dengelerden doğrudan etkilendi.
Ankara Hükümeti ve Kemal Paşa’nın 1919-20 döneminde Suriye’deki Fransız ve Irak’taki İngiliz işgali karşıtı Arap milliyetçileriyle yakınlaşma ve sınırlı ölçüde de olsa işbirliği yapma siyaseti, zaman içinde realpolitik gerçekliğin soğuk duvarına çarpıp daha da sınırlı bir düzleme sıkıştı. Bunda en önemli etken kuşkusuz 1921 Ankara Antlaşması’yla genç cumhuriyetin Fransa ile normalleşme yolunu seçmesi ve işgal edilen topraklarının bir kısmını kurtarma siyasetiydi. Bu sayede güney vilayetlerinde işgalin bitirilmesi, Fransa’yla normalleşme sonrası güneydeki tüm enerjinin bir başka işgalci emperyalist güç İngiltere’nin Irak’taki yönetimine teksif edilmesi öncelenmişti.
Atatürk döneminde Suriye’ye yönelik siyasetin temel dinamikleri
Mustafa Kemal Paşa döneminde (1921-38) Türkiye’nin Suriye ilişkileri ikili, bölgesel ve uluslararası dinamiklerin etkisi altında şekillenirken, Ankara-Paris arasındaki ilişkilerin çatışmacı ve gelgitli dinamikleri de Türkiye-Suriye ilişkilerine doğrudan yansıdı. Bu çerçevede etkili olan bazı temel dinamikler şu şekilde özetlenebilir:
a) Fransa 1919-20 Paris Barış Konferansı ve San Remo Konferansı sonucunda, İngiltere ile anlaşıp Suriye’de manda idaresi kurmuş, bilahare bunu Milletler Cemiyeti’nde de tasdik ettirmişti. Türkiye de 1921 Ankara Antlaşması’yla bu manda yönetimini kabullenmiş, çizilen sınırda –o dönemki güç dengelerinin de etkisiyle- İskenderun Sancağı’nın (Hatay) Suriye içinde bırakılmasına rıza göstermişti. Dolayısıyla Türkiye-Suriye ilişkilerindeki temel dinamik, Fransa’nın bu savaş sonu işgal idaresiyle iyi ilişkiler geliştirilmesi ihtiyacı ve güney sınırlarında yeni bir istikrarsızlık oluşturmama gayesiydi.
b) Türkiye, güneyindeki iki yeni devlet olan Irak ve Suriye’nin, henüz birkaç yıl önce Büyük Savaş’ta karşı karşıya geldiği İngiltere ve Fransa’nın yönetimine olmasındansa bağımsız birer devlet olarak var olmalarını tercih etmekteydi. Bu hem iki ülkedeki Arapların lehine olacaktı hem de Türkiye’nin Ortadoğu halklarıyla ilişkileri açısından daha tercih edilebilir bir durumdu. Ancak genç cumhuriyet, Fransız mandası altındaki Suriye ile de İskenderun/Hatay sorunu dışında çok büyük bir sorun olmadan iyi komşuluk ilişkilerini sürdürmeyi başardı.
c) Suriye’yle doğrudan ilgili olmamakla birlikte, Britanya’nın 1920 sonrasında Filistin ve Irak’ta kurduğu manda yönetimlerinin varlığı ve Londra’nın Ortadoğu’yu şekillendiren makro politikaları da Ankara’nın Şam’a yönelik siyaseti üzerinde belirleyici oldu. Bu dönemde Türk askeri ve istihbarat yetkilileri daha önce Suriye’de –sınırlı ölçekte de olsa- yürüttükleri Fransız işgali karşıtı yerel milliyetçi güçleri destekleme siyasetini bu sefer Irak’a yoğunlaştırdı ve bilhassa kuzeyde kendisine yakın etnik ve dini gruplar üzerinden İngilizlerin politikalarını sabote etmeye, Musul Sorunu’nda avantajlı konuma gelmeye çalıştı. Türkiye zaman zaman güneyindeki bu iki gücün kendisiyle ilişkilerini ve güç mücadelesini kullanarak menfaatlerini azamileştirmeye gayret etti.
d) İlişkilerde Britanya etkisi ile birlikte rol oynayan bir başka dinamikse Irak’taki Hâşimî Krallığı ve başındaki Kral Faysal’dı. 1918 Ekim’de Şam’a muzaffer şekilde giren Arap İsyanı’nın baş aktörü Faysal, bilahare “Büyük Suriye Kralı” ilan edilmesine rağmen birkaç ay sonra Fransızlarca Suriye’den çıkarılmış ve Londra’ya sürgüne gönderilmişti. Bağdat’ta tahta oturtulduktan sonra da Faysal’ın Suriye’deki Fransız karşıtı direnişçilerle ilişkileri tamamen kesilmedi. Türkiye ile Britanya kontrolündeki Kral Faysal Irak’ı arasında özellikle 1920’lerdeki sorunlu ilişkiler, Türkiye’nin Araplara ve bölgeye dair tutumunu da etkiledi.
e) Osmanlı Devleti’nin çok etnili ve çok kültürlü yapısı içinde büyük bir sorun oluşturmayan azınlıklar, ulus devletlere geçiş sürecinde bölgedeki Türkiye, İran ve Arap devletleri açısından zaman zaman bir çatışma ve ihtilaf kaynağı haline geldi. Bu noktada özellikle Kürtlerin Türkiye-Suriye sınırındaki geçişken sınırdaki konumu sonraki on yıllarda da benzer çatışmaları tetikledi. Benzer bir durum Türkiye’nin Irak ve İran ile sınırlarında da kimi zaman sınır ihtilafları ve silahlı çatışmalara dönüştü. Türkiye’nin Suriye sınırı, Şeyh Said (1925) ve Ağrı isyanları (1927-30) sırasında stratejik önem kazanmaya başladı. İsyancı grupların Suriye’ye kaçmaları, sınırın öte tarafında hâkim durumdaki Fransa ile güvenlik işbirliğini gündeme getirdi ki dönem dönem bu yönde çeşitli anlaşmalar da yapıldı. Ancak Fransa’nın kimi zaman bu grupları ve Kürt aşiretleri Türkiye’ye karşı baskı unsuru olarak kullandığı, sınırın iki yönündeki geçişlilik ve nüfus hareketlerinin istihbari faaliyetler ve ajan savaşlarına yol açabildiği de keza vakıadır.
Hatay meselesi: Başlangıcı, gelişmesi, sonu ve yansımaları
1918 Mondros Ateşkes Antlaşması, İskenderun Sancağı’nı savaşın galibi emperyalist güçlere vermiş, bunun üzerine Suriye’den ilerleyen Fransız güçleri Hatay’ı işgal etmişti. Sakarya Meydan Muharebesi döneminde müzakereleri yapılan Ankara Antlaşması da 1921’de Hatay’ın bir nevi özerklik formunda (Türkçe, Türk lirası gibi uygulamalar devam etmek kaydıyla) Suriye sınırları içinde kalmasını ve Fransa mandaterliğindeki yeni Suriye yönetimi tarafından idare edilmesini öngörmekteydi. Keza Lozan Antlaşması da sahadaki bu güç dengelerini teyit etmiş, Hatay’ı Türkiye sınırları dışında bırakmıştı.
Hatay’ın sorun haline gelmesi, 1936’da Suriye’ye bağımsızlık veren Fransa-Suriye anlaşmasında Hatay’la ilgili bir hüküm olmaması ve bu şehrin Suriye’ye bırakılmasıyla başladı. Türkiye, Fransa’nın bu hamlesini kabul etmedi, özel statüye sahip olan İskenderun Sancağı’na da Suriye gibi bağımsızlık verilmesi için Fransa’ya nota verdi. Atatürk bizzat Fransız Sefiriyle yaptığı görüşmede “Hatay benim şahsi davamdır, şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz” ifadelerini kullanmıştı. Müzakereler, uluslararası toplantılar, çekişmeler ve karşılıklı demeçler sonrasında Milletler Cemiyeti Ocak 1937’de Hatay’ın bağımsızlığını kabul edip, nüfus çoğunluğunun tespit edilmesine karar verdi. Bu süreçte İngilizler de Türk tezlerini desteklemiş ve Fransızları bu çözüme yönlendirmişti.
Türkiye ile Fransa arasında Hatay’a bağımsızlık verilmesi, Türkiye-Suriye sınırının çizilmesi, parlamento seçimleri yapılmasına dair anlaşma Mayıs 1937’de Cenevre’de imza edildi, ancak Suriyeli milliyetçiler ayaklandı ve anlaşmaya büyük tepki gösterdi. Türkiye’nin sınıra asker sevk etme kararı alması, uluslararası sitemin hızla İkinci Dünya Savaşı’na doğru sürüklenmesi ve bu ortamda Türkiye ile sorun yaşamak istenmemesi gibi faktörler, Fransa’nın geri adım atmasını beraberinde getirdi. Yapılan anlaşmaya göre Türk askeri 5 Temmuz 1938’de Hatay’a girdi, Temmuz ayı sonunda seçimler yapıldı. 40 vekilli parlamentoya 22 Türk vekil seçildi, bu politik entitenin adı Hatay Cumhuriyeti olarak değiştirildi. Nihayetinde Hatay Meclisi 23 Haziran 1939’da Türkiye’ye katılma kararı aldı ve bir ay sonra da törenle bu katılım gerçekleşti.
Hatay meselesi bölgesel ve ikili dengelerden ziyade, büyük oranda uluslararası konjonktürün belirleyici olduğu bir düzlemde çözüldü. Avrupa’da bir paylaşım savaşının artık kesin görüldüğü bir atmosferde, İngilizler devreye girerek, yakın müttefikleri Fransızların bu nispeten “önemsiz” meselede takılıp kalmasını engellemek ve tüm dikkatlerini Alman genişlemesi üzerine yoğunlaştırmak niyetindeydi. Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın süreçteki katkılarından dolayı İngiliz mevkidaşı Anthony Eden’a teşekkürünü de daha ziyade bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Bu dönemde Türkiye’nin gerekirse askeri güç kullanma tehdidinde bulunması da, Fransızların büyük oranda çekildikleri Suriye’de daha rahat hareket edebileceğini görmesinden kaynaklanıyordu. Fransız doğrudan yönetiminin güçlü olduğu 1936’daki bağımsızlık kararı öncesinde muhtemelen bu askeri tehdit pek mümkün olmayacaktı.
Böylece Türkiye-Suriye-Fransa arasında 1920’den beri sorun oluşturan Hatay meselesi, 1936-39 döneminde diplomatik ve politik süreçlerle Türkiye lehine çözüme kavuşturuldu. Ancak bu sefer de Suriyeli Arap milliyetçilerinin onyıllar boyunca itiraz edip kabullenmek istemeyecekleri başka bir süreç başladı. Bilhassa Baas yönetimi döneminde Türkiye karşıtı ajitasyon büyük ölçüde Hatay meselesi etrafında kurgulandı ve Suriye haritalarında Hatay hemen daima Suriye toprağı olarak nitelendirildi.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.





