Büyük Rezervlere Sığmayan Rekabet: Ruanda-Demokratik Kongo Cumhuriyeti Çatışması

Araştırmacı Ahmet Vefa Rende, Ruanda ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti arasındaki çatışmanın etnik kökenli sebeplerden çıkıp, zengin yer altı kaynakları nedeniyle bölgesel ve küresel güçlerin çıkar rekabetine dönüşmesini Fokus+ için inceledi.
Ahmet Vefa Rende
Büyük-Rezervlere-Sığmayan-Rekabet--Orta-Afrika’da-Ruanda-Demokratik-Kongo-Cumhuriyeti-Çatışması.jpg

03.07.2025 - 17:22  |  Son Güncellenme:03.07.2025 - 17:29

Ruanda ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti (DKC) arasında yaklaşık otuz bir yıldır süregelen çatışma, yalnızca iki komşu ülkenin etnik ve siyasi gerilimleriyle sınırlı kalmamış, zamanla bölgesel ve küresel aktörlerin müdahil olduğu çok boyutlu bir krize dönüşmüştür. 1994 Ruanda Soykırımı’nın ardından başlayan göç hareketleri ve sınır ötesi milis faaliyetleri, DKC’nin doğusundaki istikrarsızlığı derinleştirirken, bölgenin zengin yer altı kaynakları bu çatışmayı daha da karmaşıklaştırmıştır. Özellikle kobalt, koltan ve altın gibi stratejik madenlerin varlığı, büyük güçlerin enerji ve teknoloji alanındaki çıkarlarını bu coğrafyaya yoğunlaştırmasına neden olmuş, böylece yerel bir kriz bir taraftan da küresel bir krize dönüşmüştür. 

1994 yılından beri Ruanda, DKC, M23 ve diğer milisler arasındaki çatışmalar devam etmektedir. Bu çatışmalar bir taraftan DKC ile bölgedeki Ruanda, Burundi ve Uganda gibi devletler arasındaki ilişkileri olumsuz etkilerken, diğer taraftan bölgede insani krizlerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Kuzey Kivu, Güney Kivu ve Ituri eyaletlerinde 7 milyondan fazla kişi göç etmek zorunda kalmıştır. Aynı zamanda DKC, bu savaştan dolayı gıda eksikliği yaşamaktadır. Bu şartlar, tarafların barışa olan ihtiyacını gözler önüne sererken, büyük güçlerin barışa katkıları ne ölçüde olacak.

Kongo-Ruanda savaşının kökeni

1994’te Tutsi ve Hutu etnik gruplarının çatışmasıyla başlayan savaş Kongo-Ruanda savaşının başlangıç noktasını teşkil etmiştir. Hutu etnik grubundan bir milyondan fazla kişi Ruanda’dan Tutsilerin çoğunlukta olduğu DKC’nin doğusuna doğru kaçmak zorunda kalmıştı. DKC’deki Tutsi milisleri Hutu aşırılıkçı gruplara karşı örgütlenmiştir. Ruanda Vatansever Cephesi’nin Ruanda hükümetini mağlup etmesinin ardından Tutsi liderliğindeki yeni hükümet DKC’ye müdahale etmeye başlamış, akabinde Paul Kagame önderliğindeki Ruanda birlikleri ve Ruanda’nın desteklediği DKC’deki Tutsi milisler Zaire’yi işgal etmiştir. Ruanda, Zaire’de Diktatör Mobutu’nun Afrika genelinde isyancılara destek verdiğini ileri sürerek bölgedeki Uganda, Angola ve Burundi’nin desteğiyle Zaire’ye karşı Birinci Kongo Savaşı’nı başlatmıştır. Bu savaş neticesinde Zaire Diktatörü Mobutu ülkeden kaçarken Zaire’nin muhalif lideri Laurent Kabila Ruanda desteğiyle Zaire’de iktidara gelmiş ve ülkenin adını yeniden Demokratik Kongo Cumhuriyeti olarak değiştirmiştir. 

Kongo’da Kabila’nın müttefikleriyle ters düşmesi ve Tutsileri hükümetinden uzaklaştırması ve Ruanda’nın DKC’de askeri varlığını zayıflatmak için önlemler alması İkinci Kongo Savaşı’nın başlamasına yol açmıştır. Kabila ülkesindeki yabancı güçlerin çekilmesini istemesi ve Hutu silahlı gruplarının sınır bölgesinde faaliyet göstermesine göz yummasına karşılık Ruanda 1998’de DKC’yi işgale başlamıştır. Ruanda, stratejik olarak DKC-Ruanda sınırında bir bölge oluşturmak istemiştir. Bu savaşta bölge ülkelerinden Angola, Namibya ve Zimbabve DKC’yi desteklerken, Uganda, Burundi ve bazı isyancı gruplar Ruanda’nın yanında yer almıştır. Savaş sırasında Kabila yardımcıları ve korumaları tarafından bir darbeyle öldürüldü ve 2002’de Kabila’nın oğul Joseph Kabila’nın iktidara gelmesinden sonra İkinci Kongo Savaşı sona ermiştir. İkinci Kongo Savaşı’ndan 2004 yılına kadar üç milyon civarında insanın hayatını kaybettiği iddia edilmiştir. 

DKC sınırları içerisinde yer alan metal ve nadir toprak elementleri rezervleri Ruanda ve DKC arasındaki gerilimi çok taraflı hale getirmiştir. Hem bölgedeki devlet dışı aktörler hem de bölgedeki devletler büyük güçler tarafından bu çatışmaya ortak olmak için teşvik edilmiştir. Nitekim, DKC’deki bu rezervlere daha önce ABD’li şirketler sahipken, Obama ve Trump dönemlerinde Çinli şirketlere satılmıştır. Biden da Çin’in bu rezervlere sahip olmasının enerji ve teknoloji alanında ABD’ye göre üstünlüğü ele geçirmesine neden oluğunu belirtmiştir. Dolayısıyla, Ruanda ile DKC arasında başlayan bu gerilim, büyük güçlerin bölgenin yer altı zenginliklerine ulaşma hevesiyle birlikte kronik hale gelmiştir. 

Kongo’nun yer altı zenginliği büyük güçlerin savaşa olan ilgilisini arttırıyor

Ruanda destekli M23 grubu.

DKC oldukça zengin rezervlere sahiptir. Bu rezervlerden en önemlilerinden birisi kobalt madeni olmaktadır. Elektrikli arabalar, akıllı telefonlar için kullanılan bu madenin rezervlerinin %70’inden fazlası DKC’de Kuzey Kivu bölgesinde bulunmaktadır. Ayrıca, elektronik aletlerde kapasitör üretimi için gerekli koltan rezervlerinin %80’ine sahiptir. Özellikle çevre için güvenli elektrikli araçların üretiminde ihtiyaç duyulan bu madenler başta Çin ve ABD gibi büyük güçlerin dikkatini çekmiştir. Aynı zamanda, bölgedeki çatışma ortamı birçok aktörün bu madenleri gayrı nizami olarak ele geçirmesine ve kaçakçılık yapma iştahını kabartmıştır. Örneğin, Ruanda sınırlı miktarda altın rezervlerine sahip olmasına rağmen yaklaşık 50 ton altın ihraç etmiştir. İhraç edilen bu altınların kaynağı beyan edilmezken, DKC’nin Kivu eyaletlerinden çıkarıldığı ve Tutsi gruplarına bağlı M23 grubunun kaçakçılık yoluyla elde edildiği tahmin edilmektedir. Kivu bölgesinden kaçırılan madenler Ruanda ve Uganda üzerinden elden çıkarılmaktadır. 

Çin, pek çok kıtada olduğu gibi Afrika’da yaptığı yatırımlar ve bölge ülkeleriyle kurduğu ikili ilişkilerle farklı coğrafyalarda ABD’nin hegemonyasını kırarak üstünlüğü ele geçirmeye çalışmaktadır. Bu kapsamda, DKC’de de savaşa müdahale ederek, bölgedeki çıkarlarını korumak istemiştir. Bunun için, DKC’ye silah ve teçhizat sağlamaktadır. Nitekim, Kongo, M23 adı verilen isyancı grupla savaşırken Çin menşeili silahlarla mücadele etmektedir. Esasında Çin askeri olarak hem Ruanda hem de DKC’yi silahlandırsa da Şubat 2025’te Ruanda’nın M23’e verdiği desteği durdurmaya yönelik tutumu Çin’in DKC’yi desteklediğini düşündürtmüştür. Çin’in DKC’ye verdiği destek bölgesel ve küresel diğer güçlerin de tepkisini çekmektedir. Bunun en önemli örneklerinden biri 2023’te bir grubun maden şirketi konvoyuna saldırı düzenlemesi ve Çin uyruklu kişilerinde hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Aynı zamanda, Çin’in DKC’deki varlığından rahatsız olan ABD, Kongre İnsan Hakları Komisyonu 2022’de DKC’deki madenlerde çocuk işçi çalıştırıldığını ve yasa dışı uygulamalarla ilgili ifadelerde bulundu.

Ruanda ve DKC çatışmasında perde arkasından faaliyetlerini yürüten Rusya’da tıpkı Çin ve ABD gibi bölgedeki gelişmeleri yakından takip etmektedir. Bölgedeki nüfuzunu artırmak isteyen Rusya, silah diplomasisi ve ekonomik hırslarıyla sürece dahil olmaya çalışmaktadır. Bu kapsamda, 2021 yılında Rus hükümeti DKC’ye hem 10.000 Kalaşnikof tüfeği ve mermi göndermiş hem de Wagner paralı askerlerini bölgeye konuşlandırmıştır. Rusya’nın Afrika’daki stratejik modeli, doğal kaynaklara uzun vadeli erişim karşılığında siyasi ve askeri destek sunmayı içeriyor. 

Dışişleri bakanları Olivier Nduhungirehe (solda) ve Therese Wagner Washington'da el sıkışıyor.

ABD’nin arabuluculuğunda barış girişimi

ABD Başkan’ı Donald Trump, geçtiğimiz hafta Ruanda ile DKC arasında arabuluculuk girişimini başlatmıştır. ABD’nin böyle bir girişimde bulunmasında DKC Devlet Başkanı Felix Tshisekedi’nin savaşın sona ermesi karşılığında ABD’nin kobalt, tantal ve lityuma erişmesine izin verileceği iddia edilmişti. Barış anlaşması görüşmelerinde iki ülkenin dışişleri bakanları Ruanda askerlerinin 90 gün içerisinde DKC’nin doğusundan çekilmesini öngören 2024 tarihli bir anlaşmayı imzaladı. Taraflar bu anlaşmayı Batı yatırımını çekmek için anlaşmayı kabul etmişlerdir. Nitekim, anlaşmaya göre Ruanda ve DKC 90 içinde bölgesel ekonomik entegrasyon sürecini başlatacaktır. ABD’nin arabuluculuk girişiminde bulunması doğrudan bölgenin maden rezervleriyle alakalıdır. Zira ABD, bu anlaşmanın bir parçası olarak DKC’den çok sayıda mineral hakkını elde edecektir. 

Sonuç olarak Orta Afrika’da Ruanda soykırımı ve etnik grupların çatışmalarıyla başlayan Ruanda-Kongo savaşı, büyük güçlerin rezervlere erişebilmek adına taraflara silah vermesiyle harlandığı görülmektedir. Buna karşılık, tıpkı savaşın uzamasında olduğu gibi barış görüşmelerinde de zengin rezervler ön plana çıkmıştır. Öyle ki, Trump göreve gelmesiyle birlikte Ukrayna’da rezervlere sahip olmak için Rusya-Ukrayna savaşında arabulucu olmak arzusu Ruanda-DKC savaşında da kendisini göstermektedir. Ancak, Trump’ın bu girişimiyle birlikte Kongo’da rezervlere hakim olan Çin ile arabuluculuk karşılığında rezervleri elde etmek isteyen ABD arasında bölgede rekabetin dozajı artabilir. Çin, bu rezervleri kaybetme endişesiyle barış sürecini sekteye uğratabilir. Dolayısıyla, yerel etnik gerilimlerden çok daha fazlasını ifade eden Ruanda-DKC savaşının geleceği sadece tarafların değil, aynı zamanda büyük güçlerin bölgede sürdürdüğü rekabetten vazgeçme isteğine bağlıdır.                         

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.