Aksa Tufanı İsrail'in İçini Nasıl Sarstı?

Aksa Tufanı, İsrail'in sadece güvenlik doktrinini çökertmekle kalmadı, aynı zamanda ülkeyi siyasi, toplumsal ve ekonomik bir iç tufanın eşiğine getirdi. Peki, İsrail'i bu kadar sarsan detaylar neler? İşte ayrıntılar...
Redhwan Al-khutabi
251006ZK_Web_-_DOSYA___Aksa_Tufan%C4%B1_%C4%B0srail_in_%C4%B0%C3%A7ini_Nas%C4%B1l_Sarst%C4%B1_-_Redhwan_Al-khutabi.jpg

06.10.2025 - 17:39  |  Son Güncellenme: 07.10.2025 - 12:11

7 Ekim 2023, Filistin-İsrail çatışmasının kayıtlarında sıradan bir gün olmadı, aksine İsrail'in siyasi, askeri ve toplumsal yapısındaki derin çatlakları açığa çıkaran bir dönüm noktası oldu.

Aksa Tufanı operasyonu, İsrail'in güvenlik ve caydırıcılık sistemini sarsan askeri boyutla sınırlı kalmadı, öte yandan İsrail içini şiddetle vuran iç içe geçmiş bir dizi yankıya yol açtı.

Gazze'ye yönelik savaşın ve beraberinde getirdiği sürekli yıpranmanın devam etmesiyle birlikte, siyasi ve toplumsal bölünmelerin yanı sıra ters göç olarak bilinen yeni ve şok edici bir olgu ortaya çıktı. Yani İsrailliler, ülkeye göç etmek yerine yurt dışına gitmeye başladı. 

Bu durum, Yahudileri dünyanın dört bir yanından toplayıp "Vaat Edilmiş Topraklar"da bir araya getirmeye dayanan Siyonist projenin özüyle köklü bir çelişki oluşturuyor. Bu dönüşümler, İsrail'in yakın gelecekte siyasi, toplumsal ve ekonomik bir varlık olarak dayanma kapasitesi hakkında varoluşsal sorular gündeme getiriyor.

Siyasi bölünme ve liderlik krizi

Aksa Tufanı'nın ilk ortaya çıkardığı şey, İsrail siyasi liderliğinin kırılganlığı oldu. 

Benjamin Netanyahu.

Benjamin Netanyahu kendini benzeri görülmemiş bir güven kriziyle karşı karşıya buldu. Çünkü İsraillilerin çoğu, Filistin direnişinin sınırları geçip İsrail derinliğinde operasyonlar gerçekleştirmesine izin veren istihbarat ve askeri başarısızlığın sorumluluğunu ona yükledi.

Mesele halkın eleştirisiyle sınırlı kalmadı, aksine hükümet ve muhalefet kesimleri arasındaki bölünmeleri derinleştirmeye kadar uzandı. Öyle ki erken seçim yapılması için açık çağrılar başladı. Bununla birlikte Gazze'de esir tutulan tutsaklar meselesi, iç öfkeyi körüklemede belirleyici bir rol oynadı. Aileleri, hükümeti sarsan ve iktidarın kendi anlatısını dayatma kapasitesini zayıflatan bir protesto baskı gücüne dönüştü. Böylece savaş, kriz zamanlarında alışıldığı gibi İsraillileri liderliklerinin arkasında birleştirmek yerine, siyasi bölünmenin derinliğini ve farklı akımlar arasındaki çatlağı ortaya çıkardı.

Toplumda şok ve çatlaklar

İsrail toplumu bu yansımalardan uzak kalmadı. İsrailliler, kendilerini koruyabilen devlet imajının çöküşüyle somutlaşan varoluşsal bir şok yaşadı. Savaş nedeniyle Gazze çevresi ve kuzey yerleşim bölgelerinden tahliye edilen binlerce aile, otellerde ve geçici merkezlerde yaşayan yerinden edilmiş hale geldi. Bu, İsrail'in onlarca yıldır alışık olmadığı bir manzaraydı.

İç çatışma artık sadece Filistinliler ve İsrailliler arasında değil, toplumun kendi bileşenleri arasında da yaşanıyor. Sekülerler, Haredi dini kesimin askerlik görevinden kaçtığını ve savaşın yükünü paylaşmadan korunmadan yararlandığını düşünüyor. 

Öte yandan aşırı sağ, herhangi bir siyasi taviz karşısında sert tutumlarını savunuyor. Bu bölünmeler, İsrail toplumunun her zamankinden daha kırılgan ve dağınık görünmesine neden oldu.

Ordu ve güvenlik doktrini krizi

İsrail ordusu her zaman İbrani devletinin omurgasını ve bölgesel bir güç olarak caydırıcı imajının temel unsurunu oluşturdu. Ancak Aksa Tufanı bu efsaneyi yıktı. Filistin direnişi sınırları aşma, hatta uzun bir yıpratma savaşı yönetme kapasitesi gösterdi.

360 binden fazla yedek askerin çağrılması ekonomi ve toplum üzerinde muazzam bir baskı oluşturdu. 

Öte yandan özellikle orduda önceki nesillerin temsil ettiği güvenceyi artık görmeyen seküler gençler arasında askerlik görevinden kaçış vakaları arttı.

Haredi Yahudiler.

Bunun ötesinde, askerlik görevini yerine getirmeyi reddeden Harediler'de askerlik krizi patladı. Bu durum, toplumun bileşenleri arasında keskin bir iç gerilim yarattı ve ordunun kendisinin meşruiyetine gölge düşürdü.

Cephelerin Gazze'den Batı Şeria'ya, oradan güney Lübnan ve Kızıldeniz'e genişlemesiyle birlikte, İsrail'in stratejisinin temeli olan caydırıcılık denklemini dayatma gücünü zayıflatan uzun vadeli bir yıpranmayla karşı karşıya olduğu açık hale geldi.

Ters göç dalgası

En çarpıcı gelişme, savaşla birlikte başlayan göç hareketi oldu. Tahminler, savaşın başlamasından bu yana yaklaşık bir milyon İsraillinin ayrıldığını, yani İsraillilerin yüzde  10-14’üne denk geldiğini gösteriyor.

Göç edenler sadece güvenliklerini kaybeden sınır bölgelerinin sakinleri değildi, aksine Avrupa, Kuzey Amerika ve Avustralya'da istikrar aramayı tercih eden iş insanlarını, orta ve üst sınıftan yetkin insanları da kapsıyordu.

Bu olgu, Yahudileri diasporadan çekerek Filistinlilerin yerine yerleştirmeye dayanan Siyonist projenin kalbine vuruyor.

Filistinliler bombardıman ve yıkıma rağmen topraklarında direnişlerini sürdürürken, Yahudiler güvenli ulusal vatan olması gereken yeri terk etmeyi seçiyor. Demografik düzeyde bu dönüşüm varoluşsal bir tehdittir. Çünkü İsrail'i insan sermayesinden yavaş yavaş boşaltıyor ve Yahudi devleti olarak sürdürülebilirliğinin temellerini baltalıyor.

Ekonomik ve mali yansımalar

İsrail ekonomisi de savaşın etkilerinden kurtulamadı. Kamu borcu, gayri safi yurt içi hasılanın yüzde 60’tan yüzde 67’ye yükseldi. Bu arada kredi derecelendirme kuruluşları İsrail'in notunu düşürmeye veya olumsuz gözden geçirme altına almaya başladı.

Tahvil sigortasının maliyeti on yıldan fazla bir süredir en yüksek seviyeye sıçradı. Bununla birlikte yabancı yatırımcılar İsrail tahvillerinden büyük miktarlarda sattı ve payları rekor düşük seviyelere geriledi.

Ekonominin kaldıracı olan yeni teknoloji sektörüne akan doğrudan yabancı yatırımlar bile, Norveç fonu gibi büyük devlet fonlarının çekilmesiyle belirgin şekilde düşmeye başladı. Böylece İsrail çifte bir krizle karşı karşıya kaldı: savaş ve ters göç nedeniyle iç yıpranma, uluslararası piyasaların güvenini kaybetmesi sonucu dış çekilme.

Varoluşsal bir test

Bugün İsrail'de olanlar geçici bir kriz değil, tam tersine Siyonist projenin tüm direklerine dokunan bütünleşik bir gerileme süreci.  Siyasi parçalanma, toplumsal güven kaybı, ordunun caydırıcılığındaki çöküş, ekonomik yıpranma ve tersine göç dalgası… Tüm bunlar, projenin temellerini tehdit ediyor.
 Filistinliler direnç ve kalıcılıkla yeni bir denge oluştururken, İsrail 1948’den bu yana en büyük varoluş sınavıyla karşı karşıya.

Aksa Tufanı, sadece Gazze’de değil, İsrail’in içinde de derin bir “iç tufan” başlatmış durumda. Şimdi ise asıl soru şu: İsrail bu yükü taşıyabilecek mi, yoksa tarih, Siyonist projenin gerileyişini mi yazacak?