Dünü, Bugünü ve Yarınıyla Suriye- 5: Suriye’de Arap Milliyetçiliğinin Öncü Aydınları


19. yüzyıl başında, önce Napolyon İşgali ve akabinde İngilizlerin bölgeye varışı, ardından Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile Osmanlı payitahtı arasındaki sorunlu ilişkiler döneminde 1830’larda büyük Suriye coğrafyasında (Bilâdü’ş-Şam) kültürel bir canlanma süreci başladı. Batılıların misyonerlik ve konsolosluk faaliyetleriyle etkileşim içinde gelişen ve yine Avrupalıların bölgeye getirdikleri matbaa ve eğitim imkânlarıyla kendine önemli bir gelişim zemini bulan bu canlanma, daha ziyade edebi ve kültürel sahada dikkat çekici bir düzeye erişmişti.
Arap dünyasının ilk gazeteleri ve kitap basımevleri bu yıllarda Lübnan’da kuruldu. İlk tiyatro oyunu Suriyeli Mârun el-Nakkaş (1817-1855) tarafından yazılırken, Fransis Marrâş ilk siyasal roman Gabbetu’l-Hakk’ı yazdı. İlk Arapça gazete 1828’de Kahire’de Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın girişimleriyle çıkarılan Vakayi-i Mısriyye olurken, onu 1858’de Beyrut’ta kurulan Hadikatu’l-Ahbar izledi ve sonradan büyük sıçrama yapacak Arapça gazetecilik ve dergiciliğin öncüsü oldu. Hadikatu’l-Ahbar Lübnan’ın Hristiyan orta sınıf ailelerinden birine mensup olan Halil el-Huri tarafından çıkarılmaktaydı, el-Nakkaş da Marrâş da Suriye’nin Hristiyan cemaatlerine mensuptu.
Hristiyan Araplar arasındaki bu kültürel canlanma eğilimi bu üç isimle kalmayacak, Arap Uyanışı’nın (en-Nahda) aşağıda göreceğimiz büyük isimleriyle birlikte modern Arap milliyetçiliğinin taşıyıcı kolonu, Suriye ve Lübnan’ın Hristiyan aydınları olacaktı. Bu şüphesiz rastgele gelişen bir kültürel dinamik değildi; büyük oranda Avrupalılarla yakın etkileşimin meyvesiydi ve Hristiyan kültürünün lokomotifliğini yaptığı bir bilinç uyanışıydı. Nitekim sonraki on yıllarda daha da güç kazanıp Fransa himayesindeki Hristiyan Lübnan’ı ortaya çıkaracaktı.
Butrus el-Bustânî (1819-1883)
Lübnanlı Mârunî bir aileye mensup olan Bustânî eğitimci, dil bilgini ve ansiklopedi yazarıydı. Zaman içinde Amerikalı misyonerlerle temaslarından sonra Presbiteryen mezhebine geçti. Dr. Ely Smith’le birlikte Kitab’ı Mukaddes’in Arapçaya tercümesi projesinde yer aldı. Kilise eğitiminin ardından Süryanice, Latince, İbranice, Ârâmice, Yunanca, İtalyanca, Fransızca öğrendi. 1870’te Muḥîṭü’l-muḥîṭ (Okyanusun Çevresi) adıyla iki cilt halinde çıkan Arapça sözlüğü hem Arap lisanının modern dönemdeki yolculuğunda kilometre taşlarından biridir hem de altı ciltlik ansiklopedisiyle (Dâʾiretü’l-maʿârif) birlikte Bustânî’nin kendi milliyetine yaptığı en önemli hizmetlerin başında gelir.
1860 ayaklanması ve Hristiyan-Müslüman savaşı sırasında aktif bir politik tutum aldı ve çıkardığı haftalık Nefîru Suriye (Suriye’nin Sedası) mecmuasıyla kamuoyunun şekillenmesinde etkili oldu. 1870’te çıkardığı el-Cinân ise komşu Arap ülkelerinden aydınları da kendisine çeken önemli bir kültürel diriliş mecrasına dönüştü. Keza her inançtan erkek çocuğa eğitim vermek maksadıyla kurduğu el-Medresetü’l-vataniyye (Ulusal Okul) adlı yüksek eğitim kurumuyla da dönemin Suriye Arap toplumunda oldukça etkili bir kültürel figürdü. 19. yüzyıl Suriye’sinde şöhretli bir ismi vardı, el-Muallim lakabıyla tanınırdı.
Nâsif el-Yâzicî (1800-1871)
Katolik Rum cemaatinden olan baba-oğul el-Yâzicî’lerin mensup olduğu geniş aile, 17. yüzyıl sonunda Suriye’nin Humus şehrinden Lübnan’a göç etmişti. Dedeleri Osmanlı idari sisteminde kâtip unvanıyla çalıştığı için aile adı “Yâzicî” olarak bilinir. Şair, dil bilgini ve edebiyatçı Nâsif el-Yâzicî, Arap aydınlanmasının ve modern Arap milliyetçiliğindeki kültürel canlanma damarının da Bustânî ile birlikte ilk öncüleri arasında sayılır. Bustânî’nin kurduğu el-Medresetü’l-vataniyye ve sonradan Beyrut Amerikan Üniversitesi olacak Suriye Evangelik Okulu’nda Arap dili ve edebiyatı dersleri vererek yüzlerce öğrenci yetiştirdi.
Dilbilgisi, mantık, retorik ve şiir vezinleri üzerine yazdığı kitaplarla, geniş bir öğretmen ve öğrenci kitlesi tarafından otorite kabul edildi ve 1871’deki ölümünden çok sonra bile, Arapça dilbilimi öğretiminde ana kaynak olarak kullanılmaya devam edildi. Eski edebiyatın ve Arap dilinin yeniden canlandırılmasına özel bir ihtimam gösteriyordu, kendi evi de bu canlanmanın ve meraklı genç milliyetçilerin önemli bir uğrak mekânıydı. El-Bustânî gibi Nâsif el-Yâzicî de önce yerel Mısır işgal idaresinde ve Lübnan emirliğinde görev almış, ardından misyoner Avrupalı/Amerikalılarla birlikte çalışarak kültürel faaliyetler içinde olmuş etkili isimlerdi.
İbrahim b. Nâsif el-Yâzicî (1847-1906)
Nâsif el-Yâzicî’nin oğlu İbrahim el-Yâzicî de babasının yolundan giderek kayda değer bir kültürel öncüye dönüştü. İlk eğitimini babasından almış, ardından İngilizce ve Fransızcayı iyi derecede öğrenerek Avrupa’da da bilinen bir bilim ve kültür adamına dönüşmüştü. Sonradan İbranice ve Süryanice de öğrenerek Kitab-ı Mukaddes ve diğer dini metinlerin Arapçaya çevrilmesi projelerinde görev aldı. Edebiyat sahasındaki çalışmalarıyla dönemin padişahı II. Abdülhamid tarafından da nişanla taltif edildi.
Ancak daha kültürel ve dini sahada kalarak Arap medeniyetçiliği yapan babası Nâsif el-Yâzicî ve diğer bir öncü isim Butrus el-Bustânî‘den farklı olarak, İbrahim el-Yâzicî’yi geniş kitlelere tanıtan yönü politik sahadaki faaliyetleriydi. 1873’te Cem‘iyyetü Zehreti’l-âdâb ve 1875’te Gizli Beyrut Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alan el-Yâzicî, Osmanlı hâkimiyetini eleştirel bir şekilde ele alarak, siyasal bağımsızlık söylemlerini ilk olarak eserlerinde dile getiren Arap şairi oldu. Suriyelileri bir araya gelerek Türk boyunduruğundan kurtulmaya çağıran meşhur şiiri çok geniş kitlelerde yankılandı ve kendisinden sonra da nesiller boyu Arap gururunun ve Türklere tepkinin sembolü haline geldi.
Fâris el-Şidyâk (1801-1887)
Aşkût kökenli bir Mârunî aileye mensup olan Fâris el-Şidyâk Arap milliyetçiliğinin ilk kuşağındaki diğer çağdaşları gibi dil bilgini, yazar ve gazeteciliğin yanında çevirmenlik kariyeri inşa etmişti. 1825-1848 arasında yaşadığı Kahire’de Protestanlığa geçmiş, bilahare Londra ve Paris’te yaşayarak burada dini metinlerin Arapçaya çevrilmesine yönelik misyonerlik projelerinde görev almıştı.
Nihayet 1860’ta İslam’a geçti, Osmanlı hükümetinin isteği üzerine tercüman olarak çalışmak üzere İstanbul’a taşındı ve 1861’de el-Cevâʾib adıyla Arapça bir gazete neşretti. Osmanlı toprakları dışında Fas, Tunus, Cezayir, Mısır, Hindistan, Çin, Güneydoğu Asya adaları ve Orta Asya gibi İslâmiyet'in yaygın olduğu ülkelerde geniş tesir sahası oluşturan gazete, Müslümanları Osmanlı hükümdarı olan Halife etrafında toplanmaya çağırıyordu.
Modern Arap edebiyatının kurucu babalarından biri olarak kabul edilen Fâris el-Şidyâk’ın düşünce ve eserlerindeki ana vurgusu “Türkleştirme”ye direnmek ve Arap dilini/kültürünü geniş kitlelere duyurmaktı. Arap milliyetçiliğine yaptığı vurguyla dönemin Arap yöneticileri ve halkları nezdinde geniş bir popülariteye erişmişti. Sözlükler, Arapça gramer kitapları, seyahatnameler ve diğer edebi çalışmalarıyla Arap diline hizmet etti. 1887’de İstanbul’da ölmüşse de vasiyeti üzerine cenazesi Beyrut’a nakledilip orada defnedildi.
***
Şüphesiz Suriye ve Lübnan Hristiyanlarının 19. yüzyıldaki Arap modernleşmesi ve Nahda hareketine katkıları Bustânî, baba-oğul Yâzicî’ler ve Şidyâk’la sınırlı değildir, ancak en fazla şöhret edinen öncü isimler olarak bu dördü öne çıkar. Bu isimlerin dışında şu edebi ve kültürel şahsiyetler de Suriye temelli Arap milliyetçiliğinin yüzyılın başında ortaya çıkan kayda değer figürleridir:
Mey Ziyâde (1886-1941): Lübnanlı Mârunî bir baba ve Filistinli bir Ortodoks annenin kızı olan edebiyatçı ve mütercim Ziyâde, bilhassa Fransız ve İngiliz edebiyatından yaptığı çeviriler ve Arap diline katkılarıyla tanınır.
Corci Zeydân (1861-1914): Beyrutlu bir Rum Ortodoks aileye mensup olan Zeydân bilhassa tarihçi, dil bilimci ve gazeteci kimliğiyle etkili bir isimdi. Jön Türkler’i desteklemesi sebebiyle Meşrutiyet dönemine kadar Osmanlı topraklarına girememişti.
Antun Sâde (1904-1949): Daha ziyade politikacı kimliğiyle bilinen felsefeci ve yazar Sâde, Lübnanlı Ortodoks Hristiyan bir aileye mensuptu. Büyük Suriye milliyetçiliği ideali peşinde koşmuş, yazıları ve gazetecilik faaliyetleriyle bu emele destek vermişti.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.