Dünü, Bugünü ve Yarınıyla Suriye- 4: Kavalalılar ve Suriye’de Arap Milliyetçiliği

Araştırmacı Mehmet Akif Koç, Suriye'nin tarihsel ve sosyolojik sürecini inceleyen serinin devamında; 19. yüzyılda Kavalalılar (Mehmed Ali Paşa ve oğlu İbrahim Paşa) dönemindeki siyasi ve kültürel değişimleri Fokus+ için inceledi.
Mehmet Akif Koç
Dünü, Bugünü ve Yarınıyla Suriye- 4 Kavalalılar ve Suriye’de Arap Milliyetçiliği
21 Şubat 2025

Napolyon İşgali (1798-1801) ve Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın 1805’te Mısır Valisi olarak atanmasının ardından, Kahire’nin yıldan yıla artan gücü ve bölgesel/uluslararası dengelerin de zorlamasıyla, Suriye 1831-41 yılları arasında Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa yönetiminde kaldı. 

Böylece tarih boyunca birbiriyle yakın etkileşim için olan Mısır ve Suriye bir kez daha aynı hükümdarın yönetimi altında birleşti. Bundan sonra benzer bir Mısır-Suriye birlikteliği bir daha 1958-61 yılları arasında, Mısır’ın kudretli lideri Cemal Abdülnâsır idaresi altında olacak ama bu birliktelik de başarısızlığa mahkûm kalacaktı. 

Kavalalı baba-oğulun Arap imparatorluğu düşünde Suriye 

Suriye’deki 10 yıllık Kavalalı İbrahim Paşa idaresi döneminde, etkileri sonraki on yıllarda yakından hissedilecek derin değişim ve dönüşüm süreçlerinin ilk adımları atıldı. Hatta büyük zaaf içine düşen ve başkenti bir valisinin oğlu tarafından işgal tehlikesi yaşayan Osmanlı Devleti’nin 1839’da Tanzimat Fermanı’nı ilan etmesine giden süreçte de bu isyan ve artçı sarsıntılarının etkisi büyüktür.

İbrahim Paşa’nın Suriye’deki bu yeni işgal yönetimi, Mısır açısından toprak genişlemesi ve yayılmacılığı finanse edecek mali kaynaklara, savaşta cepheye sürülecek yeni askerlere, Mısır’ı yeni bir Osmanlı işgali ve etkisinden koruyacak bir tampon bölgeye duyulan ihtiyaca cevap verebilecek stratejik bir coğrafyayı kontrol imkânı vermekteydi. Ancak bu on yılın sonunda ortaya çıkan yeni dinamikler Kavalalı ailesinin beklentilerinin de dışında bambaşka bir Suriye ve Lübnan ortaya çıkaracaktı. 

Mehmed Ali Paşa’nın siyasi hayatını değerlendiren tarihçiler, Mısır’ın bu ihtiraslı Türk hükümdarının aslında bir Arap imparatorluğu kurma emeli peşinde olduğunu, ancak Mısır’da bunun için başlarda yeterli zemin bulamadığı, Suriye hâkimiyetiyle birlikte bu emeli için daha verimli şartlara eriştiği değerlendirmesinde bulunur. Hatta Kavalalı’nın Mısır’a ilaveten, Vehhabi isyanını bastırdıktan sonra Mekke ve Medine’ye, ardından Şam ve Kudüs’e de hâkim olunca, Arap dünyasının bu maddi ve manevi merkezlerinde egemen olmanın verdiği emniyet hissi ve özgüvenle bu sefer halifelik sıfatını da elde etmeye niyetlendiği kaydedilir.  

Bu dönemde bölgedeki İngiliz konsoloslarıyla yaptığı görüşmelerde bu niyetini gizlememiş, İngilizlerden –ve şaşırtıcı şekilde Habsburg Avusturya’sından da- bu emelini destekleyecek işaretler almıştı. Mısır ordusu da Kavalalı’nın ilk döneminden farklı olarak Türk unsurun iyice seyreldiği bir formata ve Arap ağırlıklı bir yapıya kavuşturulmuş, Mehmed Ali ve oğlu İbrahim’in büyük Arap imparatorluğu hayallerine hizmet etmekteydi.  

İbrahim Paşa ve Suriye yönetimi   

Mehmed Ali Paşa’nın bu dönemde Arap imparatorluğu düşündeki en büyük yardımcısı ve destekçisi oğlu İbrahim oldu. Fıtraten de birbirlerini tamamlayacak türde idi baba-oğul: Çağdaş bir gözlemcinin ifade ettiği üzere, baba Mehmed Ali bir imparatorluğu yaratacak türde bir yöneticiyken, oğlu İbrahim ise bilgeliğiyle imparatorlukları ayakta tutacak cinstendi. Babası Türkçeden başka bir lisan konuşamazken, İbrahim Arapçayı akıcı konuşabilecek kadar bilirdi. Ancak iki asır aradan sonra o döneme bakınca görünen tablo şudur: Baba-oğulun ne yetenekleri ne bilgelikleri ne de Avrupalı güçlerin bölgeye yönelik politik hesapları, Suriye’deki on yıllık Mısır işgal yönetimini uzun süreli elde tutabilecek kadar güçlüydü. 

İbrahim Paşa Suriye’deki yönetime hızlı bir giriş yapmış, ülkede Osmanlı idaresi dönemindeki ataleti atarak bilhassa maliye, adalet, eğitim hukuk ve emniyet gibi kamusal hizmetlerde yeni bir yönetim sistemi tatbik ederek, yerli Arapların sevgi ve saygısını kazanmaya yönelmişti. Osmanlı-Türk yönetimi döneminde ortaya çıkan memnuniyetsizlikleri, Mısır-Türk döneminde ortadan kaldırmaya ve Kavalalı hanedanı idaresi altında geleceğe daha umutla bakılabileceğine dönük güveni aşılamaya koyulmuştu. Ancak tüm şartlar İbrahim’in yanında değildi; kendini halka sevdirmenin yanında acilen yerine getirmesi gereken iki önemli misyonu vardı. Hem hazineyi zenginleştirmesi hem de ordunun askeri kapasitesini güçlendirmesi gerekiyordu; bunun için ağır vergiler ve zorunlu askere alma politikasına yöneldi.  

Suriye ve Lübnan halkıyla ilk sorunlar bunun ardından baş gösterdi ve geniş bir hoşnutsuzluk dalgası yükseldi, halkı silahsızlandırma hamlesi de bu hoşnutsuzluğu besledi: Nablus, el-Halil, Lübnan ve Ürdün başta olmak üzere, ülkenin her yanında isyanlar patlak verdi. 1841’de Suriye’den çekileceği zaman karşısına çıkan tablo, sekiz sene önceki tablonun tam tersiydi: Bölgeye ilk geldiğinde kendisini kurtarıcı olarak bağrına basan halktan geriye pek bir şey kalmamıştı.  

Suriye’de benzer bir tablo, bundan 183 yıl sonra yeniden yaşanacak, Arap milliyetçiliği yükselirken Baas ve Esad’ı bağrına basan Suriyeliler, Aralık 2024’te ülkesinden kaçmak zorunda kalan Beşşar Esad’ın ardından pek de gözyaşı dökmeyecekti. Benzer bir tablo ülkeyi dört asır yöneten Osmanlılar 1918’de İngilizler eliyle ülkeden çıkarılırken yaşanacaktı. Değişen ve dönüşen şartlara uyum sağlayamayan idareciler çekilmek veya kaçmak zorunda kalıyordu: Suriye’nin modern dönem tarihinin verdiği en büyük ders budur. 

İbrahim Paşa döneminde Suriye’de Kavalalı ve Mısır etkisi artsa da bu kısa ömürlü olacaktı, uzun ömürlü olacak tesir sahası ise Batılıların Suriye-Lübnan’da kurmaya başladıkları nüfuzdu. 1831-41 arasında Suriye’de en fazla dikkat çeken gelişmeler misyonerlik, konsolosluk faaliyetleri ve matbuat alanında yaşandı. Amerikalı görevlilerin 1820’lerde Beyrut’a gelmesiyle başlayan misyonerlik, 1830’larda ülkede ilk misyoner okulları ve erkek/kız kolejlerinin açılmasıyla atılım sürecine girdi. Ardından Amerikalıların Malta’daki baskı makineleri ve matbaaları Beyrut’a taşındı. Bu sayede Suriye ve Lübnan’da hem eğitim faaliyetleri gelişip yaygınlaştı hem kültürel ve edebi sahada bir canlanma ortaya çıktı, hem de yabancılarla temaslar daha da hızlanıp girift hale geldi.  

“Büyük Suriye’de” yükselen Arap Milliyetçiliği 

Bu gelişmelerin iki büyük sonucu ortaya çıkmakta gecikmedi: 

a) Edebi ve kültürel sahada görülen canlanma, Arapça, Arap tarihi ve Arap kültürüne yapılan vurguları pekiştirdi. Eğitim sahasının hızla gelişmesi ve tahsil imkânları sayesinde, 1789’dan itibaren küresel ölçekte yaygınlaşan modern milliyetçi bilinç Suriye-Lübnan’da kendine önemli bir zemin buldu. Matbaa ve yayım imkânlarının gelişmesi de bu canlanmayı hızlandırdı. 

Bunun ilk ve en büyük neticesi Arap Rönesans'ı veya Nahda olarak nitelendirilen milliyetçi uyanıştı. Her ne kadar dış faktörlerin zorlaması ve desteğiyle ortaya çıkmışsa da bu canlanma ve uyanış sonraki on yıllarda somut neticelerini verecek, Osmanlı’dan ayrılmayla sonuçlanan tedrici süreçte, özerklik ve adem-i merkeziyet eğilimlerinin güçlenmesini doğuracaktı. Başlangıçta edebi ve kültürel çevrelerde, lisan çalışmaları ve çeviriler üzerinden gelişen bu milliyetçilik zaman içinde güçlü bir politik eğilime dönüşmekte gecikmedi. 

b) Homojen bir yapıya sahip olmayan ve çok sayıda dini, mezhepsel ve etnik topluluğun bir arada yaşadığı Suriye, Lübnan ve Filistin’de zaten çeşitli nedenlerle zaman zaman gergin olan cemaatler arası dengeler, bölgeye müdahil olan Avrupalı güçlerin birbiriyle çelişen çıkarları ve etkisiyle daha vurgulu hale gelmeye ve 1800’lerin ortalarından itibaren tehlikeli şekilde çatışma dinamiği üretmeye başladı.  

Müteakip bölümlerde yakinen görüleceği üzere İngiltere, Fransa, Rusya, ABD, Almanya gibi ülkeler bu cemaatler içinde kendine müzahir yapılar bulmakta zorlanmadı. Balkanlarda daha tehlikeli sonuçlara yol açan bu dış müdahaleler, Orta Doğu’da da ilerideki büyük savaş ve isyanların tohumlarını ekmeye başlamıştı. Cemaatlerin kendi aralarındaki sorunların yanında, misyonerlik ve konsolosluk faaliyetleri de bu dinamikleri besleyip büyüttü. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Fokus+'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.